“Cehennem ötekilerdir.”
J.P.Sartre
Akıl yerini tümden duygulara bırakırsa
‘Politik Teolojisini’ yazarken, Hobbes’un Leviathan’ından yola çıkmayı düşünen Spinoza, önceleri tutkuların dünyasından nefret etse bile bunların siyaset dünyasının temel dürtülerini oluşturduğunu kabul edecekti. Hatta duygulanım ve duygular dünyasının, siyasetin temel motorlarını oluşturduğunu bile yazacaktı. Bununla beraber hemen ilave edecekti: “Akıl, hakikati arama yolunda, duygu ve duygulanımların, kendilerini aydınlatmaları için harcayacakları yoğun çabadan başka bir şey değildir.”
İsrail’deki seçimlerde oluşan manzara gösteriyor ki, İsrail sağının (Yahudi Gücünden, Likud’a kadar) büyükçe bir kısmının dünya algısında akla yer yoktur.
Bu dünyada, Descartes’ın “Düşünme metotlarından” olduğu kadar, Spinozyen aklın da çok uzağında kalınacaktır. Politikacılar kalabalıklarla beraber, bir duygu selinin salıncağında efsanelerden örülü bir tarih yaratıp, ona göre de bir gelecek düşleyebileceklerdir.
Bunun sonucunda sözü geçenler, Feuerbach’ın da belirttiği gibi önce bir geçmiş ve gelecek tahayyülü oluşturacaklar daha sonra da buna inanacaklardır. Devamında, bu inançlılar ‘hakikatin’ dahi derhal bulunabileceğini ileri süreceklerdir. Varsın, filozof büyük bir tedirginlikle, “hakikat ancak bir ömür boyu aranandır” desin. Destansı söylemlerinin sarhoşluğu içinde kendinden geçenler için bu önermenin anlamı dahi olmayacaktır.
İsrail sağının karizmatik isimlerinden Kahane’nin müritlerinden oluşan ‘Yahudi Gücü’, politik dünyanın en ucundaki konumlarını ve aşırılıklarını açıklamak için ‘hakikatin’ de en uçta bulunduğunu ve onun kendilerine ait olduğunu fütursuzca ileri sürebilecektir.
Haham Kahane’nin müritleri ve İsrail sağının nerede ise tüm isimleri, felsefi söylemlerine(!) bu seçim öncesinde de devam ederken, tersinden de olsa Sartre’ı düşündüreceklerdir. “Cehennem ötekilerdir” dememiş miydi Fransız Filozof? Onlar da çekinmeden devam edip, “Bize oy verin bin tane terörist öldürelim” diyerek doğrulayacaklardır Sartre’ı. Böylece İsrail halkından alenen öteki olarak ilan ettiklerini yok etme talebinde bulunacaklardır.
Kutsal topraklarda oturma izni
Hakikati hemen ve en uçta bulacaklarını ifade edenler için hukuk felsefesinin bir anlamı olmayacaktır kuşkusuz. Camus’nün “Cinayet mutlak yok edici ise, bu da kimin adına olursa olsun, yokluk adına, vatan adına veya Tanrı adına olsa bile, bu göğün ve yerin birlikte yok olması demek değil midir?” sorusuna da kuşkusuz pek katılmayacaklardır.
Bunlara göre, kutsal topraklarda kimlerin, hangi sıfat, hak ve özgürlüklerle oturabileceklerinin tespiti sadece ait oldukları etniğin ve dinsel kimliğin (Yahudiliğin) hakkı olacaktır.
Asıl düşündürücü olan, İsrail sağının büyük çoğunluğu ile bu düşünceyi paylaşmalarında bir sakınca görmemeleridir.
Mesela şöyle diyebileceklerdir: “Bize oy verin, bu toprakların öteden beri sakini olanları özgürce ve kendi kimlikleri içinde var olma haklarından mahrum edelim. Yahudilik, çünkü bu sağa göre İsrailliliği içerip aşandır. Bir kimliğin ve dinselliğin tanımıdır ve bu her şeyden önce Yahudi olmanın ayrıcalığıdır.”
Modern hukuk böylece efsanenin gerçekliğine feda edilmiş değil midir artık?
Siyaseten talep edilen, İsrail sağının azımsanamayacak bir kesimine göre doğal bir haktır!
Öyle ise yer üzerinde kimin nerede oturacağına karar verme yetkisine de sahip olmaları kaçınılmazdır.
Onlara göre, ‘kutsal topraklarda’ kendilerinin izni olmadan oturan suçludur. Aynı etnik ve dinsel gruba ait olmayanların eşit hak talebinde bulunmaları da mümkün değildir.
Bu hak onlara, hayal dünyalarının dehlizlerinde yarattıkları bir imgelem tarafından verilmiştir. Hatta bu rüyanın gerçekleştirilmesi için görevlendirilmişlerdir onlar.
“Kutsal topraklarda oturmanın kimileri için ayrıcalıklı ve diğerlerini ötekileştirilip yabancılaştırıcı olması sıradan bir söylem olacaktır İsrail sağının etnik-dini kimlikçileri için.
Bulunan hakikatin ışığında, ayrıcalıklı olduğunu ileri süren için, aynı etnik-dini tanılı bir Yahudiliğin kapsamına girmeyen, yabancıdır.
Tanrının ödünç verdiği topraklar üzerinde, kendinden menkul mal sahipliğine soyunan, istediğini yabancı ilan etme ve dışlama hakkına sahip olduğunu düşünecektir böylece.
Unutulacaktır ki, 2000 yıl boyunca Yahudi sadece kendine Yahudi dendiği için yabancı olacaktı. Yahudi kendine Yahudi dendiği için eşit haklara ve özgürlüğe sahip olmayacaktı.
Eski yabancı, bu kez yerine yeni yabancıyı koyarken, yere göğe sığdıramadığı kendi soyunun, bu nedenlerle çektiği acıyı unutmuş olacaklar mıdır bilinmez ama Sartre gülümseyecektir mutlaka olduğu yerden, ağlayacaktır belki de cehenneme dönmüş kutsal toprakların haline.
Kozmopolitizm versus yerellik
Kutsal topraklarda bir soruya yanıt bulunması her zamankinden daha önemlidir bugün. Asur’dan, Fenike’ye, ordan Mısır’a, Hristiyanlıktan, Müslümanlığa kadar büyük uygarlıkların harmanlandığı bu topraklar üzerinde safkan bir Yahudilik midir aranan? Yoksa, Ben Gurion’un da önerdiği gibi, üniversalist bir Yahudilik mi aranacaktır?
Birincisi, bu sütunlarda anlatıldığı üzere tarihsel olarak içe kapanık, muhafazakâr bir Yahudiliği ararken, ikincisi dünyaya açık tüm kültürlerin etkileşiminden beslenecektir.
İlk gruptaki, fanatizmini kaçınılmaz bir şekilde narsisizmi ile beslerken ikincisi, “üstün ve ayrı” olma gururundan uzak, bilgelik içinde, bu dünyada nasıl var olmalı sorusuna cevap arayacaktır.
Muhtemelen Valéry’den haberi olmaksızın kan ve din bağını arayan fanatik-narsist kan dökmeyi kışkırtacaktır. Filozof uyarmış olacaktı önceden çünkü; narsist, karşı taraftan sürekli üstün olduğunun onayını arayacaktır. Aşağı görülenin bunu her zaman kabul edeceği kuşkuludur. Direnecektir. Çatışma kaçınılmaz hale gelecektir.
Buna karşılık üniversalist yaklaşım içindeki Yahudilik, sadece toprak hakkına dayanacaktır. Böylece üzerinde yaşayan tüm farklı etnik, kültürel ve dinsel kimliklerden beslenerek çöl toprağını yeşertecektir.
Nietzsche düşecektir akla bu sırada. İsrail sağının ve tüm dünyanın fanatikleri için söylemiştir sanki; “Çöl büyüyor, lanet olsun buna göz yumana.”
1 İsrail’deki seçimlerin önemi dolayısı ile birkaç sayıdır devam ettirdiğimiz yazı dizisine ara verdik. Önümüzdeki ay diziye devam edeceğiz.