Antisemitizmin ‘ithal’ bir olgu olduğunu iddia edenlere bu topraklarda antisemitizmin Osmanlı’da da var olduğunu ve her şeyin o zamanlarda da pespembe olmadığını hatırlatmakta yarar vardır.
Halk arasında çok bilinen bir anlatıdır. Kimi hikâye diye anlatır, kimisi de şaka ya da fıkra! Olay Osmanlı’da geçmektedir. Yeniçeri ağası dükkânının önünden geçen Yahudi’ye takmıştır. Durup dururken saldırır. Ne olduğunu anlamadan dayak yiyen adam sorar.
‘Hayırdır ağam bir yanlışımız mı oldu?’
Ağa cevap verir.
‘Siz Hz. İsa’yı öldürmüşsünüz.’
Adam daha da şaşkın bir cevap düşünür.
‘Ağam o 1500 yıl evvel olmuş’.
Yeniçeri istifini bozmadan cevaplar.
‘Olsun, ben yeni öğrendim!’
Geçtiğimiz hafta malum gazetenin ‘Göksu Evleri’ndeki köpekleri’ kullanarak yaptığı Ortaçağ antisemitizmini düşününce yukardaki hikâyeyi hatırladım. Türkiye’de Yahudi olmak, her gün gazetelerde çıkan onlarca olumsuz haberin Yahudi-İsrail-Siyonist kelimeleri ile eşleştirilmesine kulak tıkamayı, dininize laf atan, alenen sizi lanetli kabul edip ‘yaşamaman en hayırlısı’ diye düşünen gazetenin yetkililerinin üst makamlarca ‘cesur gazeteci’ sıfatıyla ağırlanmalarını görmezden gelebilmeyi gerektirir.
Antisemitizmin ‘sözde’ suç sayılıp neredeyse hoş görüldüğü ülkemizde bir köşe yazarı hiç çekinmeden, ceza almayacağının bilincinde şu satırları karalayabilir: “İnanıyorsanız üstünsünüz ama inandıklarınızı hiçe sayıyorsanız sürünürsünüz... Burada söylediğim şey, ben Müslümanım, dolayısıyla üstünüm, değil. Bu, Yahudilerin ırkçılıklarının bir başka versiyonu olurdu.” Hükümetin İstanbul’da kaydı bulunmayan Suriyeli göçmenlerle ilgili kararı sonrası yaşananlardan, Fetö terör örgütünün arkasındaki güçlere, Amerika ve Avrupa Birliği ile karşılaşılan her sorundan, ekonomik sıkıntılara kadar her şeyin arkasında Yahudi’yi aramak bu ülkede normal hale gelmiştir. Yurtdışındaki akrabalarınız, dostlarınız sizin için endişe ederken, siz çoktan bu gerçekle yaşamaya alıştırılmışsınızdır.
Bu arada antisemitizmin ‘ithal’ bir olgu olduğunu iddia edenlere bu topraklarda antisemitizmin Osmanlı’da da var olduğunu ve her şeyin o zamanlarda da pespembe olmadığını hatırlatmakta yarar vardır. Kimi tarihçilerimiz yaşananları antisemitizm yerine daha hafif bir tabirle ‘anti-judaism’ gibi tanımlasa da İspanya’dan gelişten beri bunun o dönemin şartlarında ‘kucak açmanın’ yanında bir çıkar ilişkisi olduğunu da kabul etmeliyiz. Osmanlı’da modernite öncesinde özellikle bazı devşirme devlet adamlarının ve yeniçerilerin söylemleriyle rastladığımız antisemitizmi, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde de görmek mümkündür. Seyahatname’de aktarılan ve halk arasında da bilinen bir söylemle Kanuni’nin, Süleymaniye Camii’nin yapımının uzun sürmesi nedeniyle İran Şahı Tahmasb’ın inşaata yardım maiyetinde küstahça gönderdiği altınları cevher minaresinde kullandırdığı, parayı da Yahudilere dağıtılmasını emrettiği anlatılır1. Milletler içinde genelde en alt sırada görülen Yahudi toplumunun mahallelerinin ve evlerinin kirliliğinden de söz edilirdi. 3.Murat’ın gözdesi Safiye Sultan’ın yakın arkadaşı Ester Kira’nın hızlı yükselişi, göze batan serveti, Sipahi ayaklanmalarında hedef olmasını kolaylaştırmış ve çıkan isyanda iki oğlu ile katledilmiştir. Üçüncü oğlu din değiştirerek kurtulmayı başarmıştır.17. yüzyıla geldiğimizde Selanik Yahudilerinin kentte oturmalarına karşı ödedikleri vergi dokumacıların imal ettikleri kumaşların satılması ile toplanırdı. Nitekim 1636 yılında Rav Yehuda Kovo’nun başkanlığındaki heyetin getirdiği kumaşlar Osmanlı memurlarınca beğenilmeyince olay Sultan 4. Murat’ın Rav Kovo’yu idam ettirmesi ile sonuçlanmıştı. 1730’lara geldiğimizde Sultan 3. Ahmet, kavukçulara gönderdiği uyarı mektubunda “Allah korusun Yahudilerin giydiklerine benzer başlıklar dikiyorlarmış” sözleri ile kavukları farklı dikmelerini iyice tembihlemişti2. Osmanlı’nın son yüzyılı denildiğinde ‘Payitaht’ dizisinden de aşina olduğumuz yalanlarla Osmanlı Yahudileri çöküşün sorumlularından biri olarak gösterilmek istenmekteydi. Örnekleri arttırmak mümkündür. Amacımız Osmanlı’nın Ortaçağ Avrupası ile kıyaslandığında o dönem yaptıklarını göz ardı etmek değil, kimi çevrelerce sorgulanmadan yüzümüze vurulan kavramların tartışılabilmesini sağlamak ve değişkenliğini gösterebilmektir.
Görülen odur ki, cezai yaptırımlar uygulanmadığı, kanundaki boşluklar kullanıldığı, Holokost ve antisemitizm eğitim müfredatına girmediği sürece bizler ne kadar yazsak birileri üç maymunu oynamaya devam edecektir. Her geçen gün yeni gruplar da eklenerek artan nefret ve dışlamanın bu topraklarda son bulması ümitleriyle...
1 Evliya’s Çelebi’s Perception of Jews – Hakan T. Karateke, Disliking Others Loathing, Hostility, And Distrust in Primodern Ottoman Lands Edited by Hakan T. Karateke, H.Erdem Çıpa, Helga Anetshofer
2 Türkiye Yahudileri Tarihsel Bakış, Moshe Sevilla Sharon, Kudüs İbrani Üniversitesi, 1982