İdealizmin Pragmatizm ile Sınavı

Metin BONFİL Köşe Yazısı
7 Ağustos 2019 Çarşamba

RTÜK’ün internet yayıncılığını denetleme şemsiyesi altına alması ile ilgili yönetmelik sosyal medyada ‘Netflix’e sansür’ olarak yoğun tepki gördü. Bunun yapılacağına dair kanun geçen sene Mart ayında geçirilmişti. Esas konunun Netflix’te arada sırada görünen çıplaklık ya da vahşet sahnelerinin buzlanması olduğunu düşünmüyorum. Konuyu ‘özgürlük alanımıza tecavüz’ yani bir nevi sansür olarak değerlendirdiğimiz için tepkimiz yüksek oluyor. Konu aslında çok daha derin bir yerden filizleniyor.

Mal ve hizmetleri artan bir oranda internet üzerinden temin etmekte olduğumuz için bir vergi düzenlemesine ihtiyaç olduğu aşikâr. Yani, internet üzerinden alışveriş KDV’siz olamayacak; aksi takdirde haksız rekabet ile başa çıkılamaz. RTÜK bu düzenlemeleri vergi kaçağını önlemek gayesi ile yapıyor ise, sorun olmaması gerekir.

Yok, düzenlemeler ‘internetten yapılan yayın bir nev’i televizyonculuktur; bu nedenle, aynı TV kanalları gibi denetlenmelidir’ mantığı ile yapılıyor ise – ki öyle gözüküyor- o zaman internetin de ‘kamusal alan’ olup olmadığı tartışmasının içine gireriz.

Kamusal alan (İngilizcesi public sphere) konusunda geçenlerde 90 yaşına basan Alman düşünür Jurgen Habermas’ın 1997’de çıkarttığı Kamusallığın Yapısal Dönüşümü adlı kitabı halen ilgili tartışmaların odağında yer almakta. Habermas, burjuvazi toplumlarının modern liberal toplumlara dönüşümünde burjuva olmayan kesimin, eskiden kahvehanelerde şimdi ise kamusal alan olarak adlandırılan ve devlet otoritesi tarafından güvence altına alınan yazılı basındaki serbest tartışma ortamı üzerinden, kamu otoritesini yönlendirdiğini belirtiyor. Sağlıklı iletişim, sağlıklı bir demokrasinin anahtarıdır; medya sayesinde bilgi geniş topluluklara ulaştırılabiliyor ve bireylerin bilgiyi haiz bir şekilde tartışmalarından kamu otoritelerinin kendilerine yol çizebildiğini ifade ediyor. Aynı Habermas, (küresel anlamda) medyadaki tekelleşme eğilimlerinin ‘yeniden feodalleşme’ yarattığından söz etse de, teorileri ne yazık ki internet üzerinden direkt olarak evimizin içine giren Twitter, Facebook ve Netflix’in kamusal alan sayılıp sayılmayacağı konusunda bir ipucu vermiyor.

Filmi hızlandıralım. Facebook CEO’su Zuckerberg geçtiğimiz Mart ayında Washington Post’a yazdığı bir makale ile Batı devletlerinin liderlerine sesleniyor: “Kamusal alanın denetlenmesini sadece bize bırakmayın, internetin regülasyonu için siz de elinizi taşın altına koyun.” Dört temel konuda düzenleme istiyor Zuckerberg: Nefret söylemi yapanlar, seçimleri manipüle etmek isteyenler, bireyin gizlilik hakkını ihlal edenler ve birey hakkında depolanan bilgilerin kullanımı üzerinde bireyin söz hakkı olmaması.

Bugün gelinen noktada, internet üzerinde gelişen medyanın kamusal alan sayılıp sayılmadığının tartışılması gerekiyor. Ücret ödeyerek, şifreli bir yayından direkt evimin içine gelen bir yayının “kamu yararı gözetilerek” devlet tarafından denetlenmesi veya sansürlenmesi kabul edilemez. Belki de RTÜK’ün niyeti Netflix’i sansürlemek değildir, henüz bilmiyoruz. Nitekim yayınlanan yönetmelikte bir ‘İsteğe Bağlı Yayın Hizmetleri’ tanımının olması ve “çocuğun üye olamayacağı ve kişiye özel üyelik hizmeti veren” işletmecilere “çocukların korunmasına yönelik hükümler uygulanmaz” ibaresinin bulunması RTÜK’ün kamusal alanın sınırını nereden çizmeye çalıştığının işaretini veriyor olabilir. Bu yönetmelik ile en azından şimdilik yapılmak istenenin, hâlihazırda kontrolsüz bulunan internet üzerinden neşriyat dünyasını gerek vergisel gerekse teknik anlamda kontrol altına almaya çalışmak olduğu gözüküyor. Yani içerik ile ilgili bir şey demezken, hele önce bir zabt-u rabta alınsın yaklaşımını serdediyor. Yarın, uygulamada ne gibi zorluklar ile karşılaşılacağını zaman gösterecek.

Yine de görünen o ki, kamu otoritesi giderek artan bir oranda internet ortamını daha kapsamlı bir şekilde regüle etmeye hem hevesli, hem de mecbur. Devlet erki, bir taraftan Çin modeli fişlemenin dayanılmaz cazibesini hissediyor, diğer taraftan da her bireyin özgürlük alanını Fransız idealizmine uygun en geniş şekilde korumak konusunda bir sınava hazırlanıyor.

Bu dengeyi tutturmanın çok zor ve tartışmalı olacağı şimdiden gözüküyor. Facebook gibi platformlar siyasi ve kültürel sınır tanımadan her bireye kolaylıkla ulaşabilirken, değişik toplumların kendi örf ve geleneklerine uygun filtrelemeler yapmak isteyecek olması buradaki çelişkileri iyice pekiştirecek. Kimine göre bireyin özgürlük alanı sayılabilecek bir söylem, bir başkasına toplumsal barışı tehdit eder mahiyette görünebilecek.

Bu çorbadan iyi bir şey çıkması için ayrıştırıcı ve kamplaştırıcı söylemlerin birleştirici söylemlere dönüşmesini sağlayacak unsurlara ihtiyaç var. Üniversiteler, medya ve sivil toplum kuruluşları ile kanaat önderlerinin kamu otoritesi ile birlikte çalışarak idealizm ile pragmatizm arasından geçen çizgiyi en doğru şekilde çizmeleri gerekecek. Bireysel özgürlük alanlarının toplum mühendisliği ideallerine kurban edilmemesi için yapılacak düzenlemelerin Habermas’ın tanımladığı tarzda kamusal alanda bolca tartışılmasını sağlamak gerekecek.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün