Kitaplar yaz’ı yener

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
26 Şubat 2020 Çarşamba

Yaz, en güzel mevsim… Tatil demek, eğlence demek, dinlenmek demek… Kolay kolay vazgeçmeyiz ondan. Bitsin istemeyiz. Anılarımıza daha güzellerini eklemek, daha çok ayrıntı biriktirmek için uğraşırız.

Bir gelse…

Ama kitaplar, yaz’ı yener.

Sıcak öğleden sonralarının vazgeçilmezleridir onlar. Çünkü bu saydıklarımın gerçekleşeceği büyülü anlar, sabahın erken saatleri, akşamüstleri, gecelerdir. Kaynayan öğleden sonralarıysa hem uzun hem de verimsizdir. İşte o zaman kitaplar, olanca haşmetleriyle gelip kurulurlar günün baş köşesine… Okudukça hem eğlenir, hem de hesapta hiç olmayan tecrübeler biriktiririz.  Yeniden âşık oluruz sevdiğimize… Geçmişi yeniden süzgeçten geçiririz. Hayatımızın ne kadar kıymetli olduğunun yeniden farkına varırız. Geçen yaz çok güzel kitaplar okumuştum Vatan’daki köşem için. Gazete el değiştirince Vatan Ekler bitti ama benim okuma aşkım biter mi?

Yeni Tülay’lar keşfetmek için en güzel yol, okumak… Hep de öyle olacak…

“Ben bu bedende yaşadıkça sürecek bu aşk…”

Ne kadar iddialı bir cümle, değil mi? Öyle zannetmez miyiz aşık olduğumuzda? Sonsuza kadar sürecek, bizim sonsuzluğumuza eşit bir sevda gibi dikilmez mi karşımıza hissettiğimiz adı her neyse o?

Ben bu bedende yaşadıkça sürecek bu aşk... 
Kopması mümkün olmayan bir yerden bağlıyım ona...”Şimdi ona bakıyor. Eskiden olduğu gibi hayranlıkla ya da elde etme isteğiyle değil, sadece görmek için bakıyor. Tamamını çizmeye bile cesaret edemediği yüzüne bakıyor. Aşağıya düşen gözkapaklarına bakıyor. Çocukluğundan kalma, tozlu bir an beliriyor zihninde; yatağa kendini sırtüstü atıp yumduğunda gözlerini, gördüğü ince yüzlü oğlan çocuğunun ışıl ışıl parlayan mavi gözlerini anımsıyor. Karşısındaki, o gözlerden miras parıltılar taşıyan, çiğnenmiş isteklerin belirdiği yorgun gözlere bakıyor. Her şeyin başını ve sonunu kapsayarak ötesine geçen, karşılığı olmayan, derin varlığının yanında diğer tüm görünenler anlamını yitiriyor...”

Serap Doğan’ın ‘Maviye Bakmak’ adlı kitabının arka kapağındaki bu yazıyı okuyunca hayatın hemen herkese için tuhaf bir şekilde ortak hisler yaşattığını gördüm. Sevdayı yaşamak ya da yaşadığını sanmak, sahi olanla olmayanı birbirinden bir anda ayırmak, hayatın içinde tam anlamıyla ayılmak ve onunla yüzleşmek, daha çok kadınların kader mi, diye sordum kendime… Çok keyifli, üzerinde düşünülmüş ve sanırım yaşanmış duyguların bir araya geldiği, son dönemde okuduğum en keyifli kitaplardan biri… “Gerçek aşkı hatırlamak isteyenler için...” iddiasıyla yazılmış.

“Bir kara dejavu…”

Alper Canıgüz’ün fantastik polisiye romanı ‘Kan ve Gül’ önce hem fantastik oluşu hem de polisiye bir roman olarak düşünülmüş olmasıyla etkiledi beni, sonra da hayalle gerçeğin hamurunun bu kadar güzel yoğrulabildiği çok az kitaptan biri oluşuyla…

Ben polisiye roman sevmem çok. Ama bu, farklı… Maceracı yaklaşımı, merak uyandıran ayrıntıları, sağlam kurgusuyla bir çırpıda okuttu kendini.

 “İkinci sınıf aşk romanları çevirmeni, orta sıklet avare Aziz, bir yangında küle dönüşmek üzereyken, zamanda yolculuk yaparak yirmi yıl öncesine döner; üstelik yirmi yaş gençleşmiş bir halde. Henüz işlenmemiş bir cinayeti çözmek üzere harekete geçmesi pekâlâ mümkündür. Karizmatik sosyopat Abdül’ün hayatını kurtarması galiba iyi olacaktır.

Mazi tesisatını tamir edebilirse, hayatı, istikbal musluklarından temiz ve tazyikli bir su gibi akacaktır. Biricik aşkı hiç ayrılmayacak, kızı Zeynep’e hakkıyla babalık edecektir. Peki, bu amatör dedektif, kaderin hükmünü değiştirebilecek midir? Maktulü kurtardığına, katili bulduğuna memnun olacak mıdır? Geleceği görmek mi daha zordur yoksa geçmişi mi?

 Çünkü bu aşkın, bu sevdanın üstünden kış geçiyor, bahar geçiyor, yaz geçiyor, ömür geçiyor lâkin kalbimdeki yara geçmiyor, geçemiyordu.”

“Yaşam, üstü kapanmamış bir yaradır”

“Çetin Korkut, gerçek bir hayat hikâyesi anlatıyor bize. Dünyalar güzeli Perizat’ın hikâyesi…

Yoğunluğu gittikçe artan simsiyah bir korku denizinde boğulmamak için, daha da önemlisi “insan kalabilmek” için umuda sıkı sıkıya sarılan bir kızın çocukluktan anneliğe giden çetrefilli, duygusal serüveninde kimi zaman içiniz burkulacak, kimi zaman da gözyaşlarınızı tutmakta zorlanacaksınız.

Biyografi tarzında yazılmış olan bu dramatik-duygusal romanın başarılı kurgusu kadar, üslubunun sadeliği ve akıcılığıyla da hak ettiği ilgiyi göreceğini umuyoruz.

“Peki, sen söyle, beni hikâyemle birlikte sevebilecek misin?”

‘Perizat’, Çetin Korkut’un romanı.

Hayatı birçok yönden sorgulayan, gerçek bir hayat hikâyesini anlatmış romanında. Cevapsız soruları olan bir bebeğin, yetişkinliğe ulaşırken yaşadıkları, anne olma yolculuğu; düşündükleri, hissettikleri, korkuları ve hüzünlerini içeren roman, biyografik bir üslupla yazılmış. Her insanın hayatının roman olacağı gerçeğini bir kez daha okurlara ispatlar nitelikte. Doğuran mı yoksa büyüten mi annedir, sorusunun cevabını bu romanı okuduktan sonra bir çırpıda vereceksiniz.

Sizinki de roman mı? Hayatınız yani. Benimki ciltler tutabilir yazarsam… Kim bilir, belki bir gün…

 

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün