Virüs düşünerek uyanmak…

Birkaç ay evvel 2020 nasıl geçecek deseler, aklıma gelecek son cevap, “Her gün bir virüsü düşünerek” olurdu. Korona virüsünün ülkemize gelmesi çoğumuzun en büyük korkusu. Korkunun birinci kaynağı yayılma hızı, ikinci kaynağı ise – kendimize itiraf edemesek bile – aslında hastalık kadar özgürlüğümüzün de kısıtlanması.

Joelle PİNTO Köşe Yazısı
11 Mart 2020 Çarşamba

Birkaç ay evvel 2020 nasıl geçecek deseler, aklıma gelecek son cevap, “Her gün bir virüsü düşünerek” olurdu. Korona virüsünün ülkemize gelmesi çoğumuzun en büyük korkusu. Korkunun birinci kaynağı yayılma hızı, ikinci kaynağı ise – kendimize itiraf edemesek bile – aslında hastalık kadar özgürlüğümüzün de kısıtlanması. Sokağa çıkamamak, toplu taşıma araçlarına binememek, dışarıda yemek yemeye çekinmek, sinemaya, tiyatroya, alışveriş merkezlerine gidememek, uçağa ve havaalanlarına zaten hiç gitmemek… Bir nevi ev hapsi. Çin, Güney Kore, İran ve İtalya bu virüsten en çok etkilenen dört ülke. Ancak dolaylı yoldan herkes bu virüsten etkileniyor; örneğin ben 22 senelik iş hayatımda ilk defa fuarların bir virüs korkusundan iptal olduğunu gördüm. Aynı şekilde ilk kez umre ve hac ziyaretlerinin iptal edilme olasılığının tartışıldığına şahit oldum. Bilinmezlik, epidemi korkusu, ekonomik sebepler, sevdiklerimizin sağlığını düşünme vb. sebepler her gün aklımızda.

***

İtalyan sinemasının sevilen yönetmenlerinden Ferzan Özpetek’in pazartesi günü Instagram’a paylaştığı yazı, epidemiyle baş etmeye çalışan İtalyanların endişelerini çok içten bir şekilde özetliyor. Özpetek, içinde bulundukları durumun sadece virüsle değil, alışkanlıklarıyla mücadele etme gerektirdiğini belirtiyor.  Dayanışmanın öneminden bahsediyor. Sadece “bana bulaşmasın” değil, kişinin diğerlerini korumasının önemini vurguluyor. Diğerleri için endişelenmek, güvenli bir mesafe korumak, elleri sıkça yıkamak, seyahatlerden, konserlerden, alışveriş merkezlerine gitmekten vazgeçmekten bahsediyor. Yazısını “restiamo a casa” yani evde kalalım yazarak bitiriyor. Yazımın başında bahsettiğim, kişisel özgürlüklerimizin kısıtlanmasının aslında bu dayanışma için, sadece kendimizi değil, diğerlerini korumak için de ne kadar önemli olduğunu bu sefer de en sevilen yönetmenlerden birinden duyarak kafama kazıdım. Acil durumlarda ‘ben’ değil ‘biz’ olmak, birbirimize borcumuz. Özellikle de çocuklara ve bağışıklık sistemi konusunda bizim kadar şanslı olmayan yaşlılara karşı. Filmlerinde hayran olduğum misafir temasıyla, bereketli, keyifli upuzun sofralarıyla, güzel İtalyanca ve Türkçe şarkılarla harmanladığı filmlerini hep severek izlediğim Özpetek, bu epidemi döneminde filmlerinin tam tersini tavsiye ederek, mesafeyi korumamın, gerekirse evde kalmanın, milli dayanışma için önemini gözler önüne seriyor. İstanbul’da da evde kalalım demiyorum ama virüsün ülkemizde de olduğunun açıklanmasını beklemeden, öpüşerek ve el sıkarak başlayan sıcak selamlaşmalarımızı biraz duraklatalım. El yıkamak kadar basit bir önlem aslında…

***

Salı günü en sevdiğim Yahudi bayramlarından Purim idi. Belki en neşeli bayramlardan biri olduğundan, belki çocuklukta dedemin bize yolladığı kırmızı beyaz sepetli, içi şekerden yapılmış meyvelerle dolu nostaljik şekerleri hatırlattığından, belki de çeşitli ülkelerde sadece çocuklar değil, yetişkinlerin de çılgın kostümlere bürünmesi yüzümü gülümsettiğinden… Ancak Purim neşeli olduğu kadar aslında bir paylaşma bayramı. İhtiyacı olanlara kendi bütçemiz doğrultusunda derneklerimize bağışta bulunarak, ufak da olsa bir Purim neşesi saçmamız için bir şans. Hele de her günümüzü bir virüsü düşünerek uyandığımız bu sene…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün