Dürer Eşliğinde Virütik Bir Spekülasyon (1)

Metin SARFATİ Köşe Yazısı
18 Mart 2020 Çarşamba

Büyük Olmanın Gururu Üstüne

Bir yerlerde bir zamanlar okunmuş olan satırların bugünlerde çağrışım yapmaması imkânsız. Tekrar kötümserlikle suçlanma pahasına akla düşenin okuyucu ile paylaşılması gerekecek; yaşanan günler gerekli kılıyor bunu.

Düşünürün orada sorduğunu sorsak biz de kendimize: “İnsanların sonuncusu ile benim aramda geçecek olan süre mesela Leonardo Da Vinci’den bu yana geçmiş olan süreden daha mı uzun, yoksa daha mı kısa olacaktır?”

Kimileri için, özellikle tarihi gelişmeci bir perspektiften okuyanlar açısından, bu soru anlamsız olacaktır. Onlara göre her şey genel olarak daha iyiye gidecektir. Ama bugüne dünden bakıldığı, yarının ufuklarının da bugünden tahayyül edilebildiği bilindiğinde ve ‘saklı duran öz’ ısrarla arandığında aydınlığa kavuşabilen tarih bu soruya farklı bir yanıt getirebilecektir.

Bununla birlikte teknolojinin büyüme hızının Jankélévitch’in2 deyişi ile insanın algılama yetisindeki büyüme hızını geçmiş olmasının etkilerini düşünmeden, bu olgu ile övünen kimi düşünürler modern zamanların hikâyesine de doğal olarak bu açıdan bakacaklardır. İyimserlikleri saflığa varabilecektir.

Bununla birlikte bugüne Spinoza’nın deyişi ile ‘duygulanımların ve aklın’ yol göstericiliğinde bakıldığında Dürer’in3 ünlü tablosundaki atlıların nal sesleri uzaktan uzağa hissedilebilecektir.

***

Montaigne’in dönemindeki Katolik - Protestan boğazlaşmalarını hiç aratmayan, en ilkel dehşetli can alışların bile sıradanlaştığı ve bunun duyarsızca bir merak içinde izlendiği bir dünyadır bugünün yeryüzü. İntikam histerisinde savrulan insanın yaptıklarının, bilim insanlarının da katkısı ile “ısınan sahada saf dışı bırakılan unsurlar” cümleleri ile normalleştirildiği, teknolojinin de yardımı ile sıradanlaştırıldığı bir zaman kesitinde yaşanmamakta mıdır bugün?

Mutlaka gidilen ‘turlarda’ hemen yanı başımızda, dikenli tellerin ardında, strateji uzmanı bilgelerimizin de tavsiyesi ile üzerlerinden politik pazarlıklar yapılabilen ‘insan sürüleri’ ile ilişkimiz binlerce yıl öncesindeki mesela Mısırlı kölelerle üst sınıfların kurduğundan çok farklı olmayacaktır bugün.

Bireysel mülkiyet tutsaklığı toplumsal mülkiyet histerileri ile birleştiğinde siyasal yöneticilerin ihtirası Antigone’dakini4 aratacaktır bugün. Benim topum, benim nükleer bombam söylemine, benim ormanım da eklenecektir artık.

Filozof Michel Serres, “Hayvan, benzerlerine karşı çişini yaparak kendi sınırını çizer. İnsan da sanki eski zamanlardan kalma alışkanlığını sürdürerek etrafını pisleterek sahip olmaktadır bugün” der. Gerçekten de pisleterek, mülk sahibi olmakta, mülk sahibi olarak yok etmektedir bugün yaşadığı yeri insan. Yakıp yıkarak mülkün sahibi olduğunu ilan eden birey ve toplum, sahip olmakta dinmeyen susuzluğunu, yok ederek tatmin etmeye çalışacaktır.

Diğer yaratıklardan böyle ayrılmaktadır bugün kendisine ve aklına övgüler düzülen. Gururu gözlerini kör edecektir bugün insanın. İstekleri de öylesine tatmin olamayacaktır ki Spinoza’nın “insanlar daha az istemesini bilselerdi” uyarısını duyamayacaklardı bile.

Altıncı Yok Oluş

Beş kez yok olacaktı insan soyu bu yerkürenin üzerinde. Kutsal kitap bunların hangisini dikkate almıştır bilinmez ama bugünden bakıldığında bu yok oluşların insan belleğinde hiçbir iz bırakmamış olduğu görülecektir. Geçmişten ders çıkarmaya öylesine niyetli olmayacaktır ki insan, altıncı yok oluşunu bu kez kendi eli ile hazırlamaya koyulacaktır.

Uyaranları felaket çığırtkanı olarak niteleyecektir kimi düşünürler ve sistemden çıkarları olanlar. İşte denecektir “Teknolojili gıdalarla açlık sorunu aşılmak üzere değil mi, insanların sağlık durumu geçen dönemlere göre büyük bir iyileşme göstermedi mi? Daha uzun yaşamıyor mu herkes? Tüketim seviyesi her geçen gün artmıyor mu?”

İnsan soyunun bu yerküre üzerinde, biokütlenin yüzde 70’ini tüketip diğer canlılara da gerisini bırakma bencilliğini ve becerisini gösteren olduğu düşünülmeyecektir bile. Her yıl topraktan çıkarılan fosil enerjinin tekrar yerine konulması için 500 yıla ihtiyaç olduğu da gözden kaçırılacaktır. Evrenin geleceğinden dahi çalmaya koyulacaktır bugünün susuzluğunu gidermek için insan.

Michel Serres’in dediği gibi her şeyi pisletirken kendisinin, bencilliği sayesinde sonsuza kadar sağlıklı ve sonsuz isteklerinin tatmininde yaşamasının mümkün olamayacağını unutacaktı.

Yaşadığı yeri yok ederken tüm fanatik ihtirası ile başka yerlere de sahip olmak istemesinin ne anlamı olabileceğini de aslında bilmediğinden Freud “Kendisine bile sahip olamayan diyecekti” onun için. Hatta rivayet edilir ki; zamanların başlangıcında, baba çarmıha çekilen oğlunun intikamını almak için yeryüzüne inmeye hazırlanırken, oğlu kanlar içindeki yüzünü kaldırıp “Onlar ne yaptıklarını biliyorlar mı ki baba” diyecektir.

Kim bilir aslında bilmediğini biliyor sandığı için gurunun tahtında oturacaktı insan.

Bir Virüsçüğe(!) Teslim Olmak

Spinoza ‘Teolojik Politik incelemesinde’ şöyle bir not düşecektir: “İnsanlar öylesine ölçüsüzdürler ki isteklerinde bir şey onları engellerse önce sinirlenir, engel devam ederse korkar ve panikler, ne yapacaklarını neyin peşinden gideceklerini bilmezler. O gururlu halleri yok olur gider.”

Tabiatın sadece bir parçası olmalarına rağmen teolojik eğitimin sonucunda kendisini tabiatın üstünde gören insan ona egemen olup, sömürmeye girişecektir. Bu sırada oluşabilecek bir engelde kendini kaybedecektir. Pusulasını yitirecektir. Fırtınada kaybolmuş pusulasız gemicidir o hemen. Başı dönecektir dalgaların arasında. Yolunu kaybeden önce kendisi kaybolmuştur. Korku tüm tutkuların en güçlüsü olarak kuşatacaktır insanı, Tutsaklık tüm kurumları ile sıkı sıkıya teslim alacaktır onu.

Umut arayacaktır zamanın şimdisinde ve yarınında. Kendi yarattığı mahşerin alevleri yüzünü yalamaktadır. Duyumsamaktadır dile getirmek istemediklerini. Dürer’i hatırlamaktadır. Veya belki de Daniel’i5.

Kendi ördüğü yolların yazgısına tutsak düşmekten korkacaktır; ya tüm yollar mahşere çıkıyorsa…

Tek bir virüs olmayacaktır korkuya tutsak eden insanı. Yazgının yazgısının onu zamanların sonuna çıkarmasından korkmaktadır.

Mahşere çıkıyorsa tüm yollar, tüm yaşayanları ile sömürülen evren kendisinden hesap sormayacak mıdır?

Kötü Kapıya Dayandığında

Teknolojili gıda ve sağlık kendi var ettiğini yok edebilir mi? Uygarlığın dinamikleri kendi sonunu da hazırlayabilir mi? Evet demekte bir sakınca görmediğimizi bir çalışmamızda anlattık6. Ama burada şimdilik daha acil bir soru yanıt bulmayı bekleyecektir. Castel7 de belirtecektir bunu. 

Metaforik bir mahşerin bizzat kendini şimdilik bir yana bırakıp onun öncesini veya oraya gidişi tahayyül etmek daha önemli görünecektir şu anda... Tüm belirtiler bu önceye girilmiş olduğunun işaretlerini vermektedir. Bunların sezilmesi Anders’in8 ‘olabilecekler olabilemeden’ uyarısına uygun bir bilinç geliştirilmesine yardımcı olabilir mi bilemiyoruz.

Önceye dikkatlice bakıldığında yer üstünden gök kubbeye soğuk bir çelik grisinin tüm renkleri kuşattığını görebileceğiz. Zincirinden boşalmış bir bencillik dalgasının sonuçları ile yüz yüze gelindiğinde kuşku yok ki kurban veya bizzat yapıcı olarak bunun içinde yer alınacaktır. Bundan kaçınmanın imkânı olamayacaktır. İçten içe hileli bir üstte kalma savaşının meşruiyetinin sıradanlaşacağına kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

İşsizlik ve güvensizliğin doruğa çıkması değişik renklere boyatılan boşluk duygusunu güçlendirebilecektir. Bunun sonucunda zaten zayıflamış bulunan özgürlük ve demokrasinin mahşer sonrasına bırakılmasında şaşıracak bir şey olmayacaktır. Her türden despotizm ve bireysel-toplumsal totalitarizm kutsalın renklerine boyanacaktır. Tapılacaktır güce.

Kötü güçlenerek evrenin tahtına kurulacaktır. Dualar edilip kutsanacaktır.

***

Zamanların sonunun başı Jankelevitche’e göre Auschwitz ve Nagazaki’de açılmıştı. Bunun bir defalık olduğunu düşünmek insanı tanımamak demek değil midir?

“Asla bir daha” insan ait olabilir mi? Tarih bir rastgeleliğin başıbozuk karnavalı değildir.

Toplu tecavüzden toplu yok edişlere kadar açılmış olan kötülük oyununun perdesi korkulur ki tarihin sonuna kadar kapanmayacaktır.

Oturduğu yeri fütursuzca yok eden, zamanların sonundan önceki bu dehşete ‘istekle’ katlanmaya koyulabilecektir.

  

 

1 Bu ayki yazıda aslında Spinoza dizimiz devam edecekti. Salgınla ilgili olağanüstü gelişmeler karşısında ara verip bunu yazmanın daha doğru olacağını düşündük.

2 Jankélévitch, 31 Ağustos 1903 - 6 Haziran 1985 tarihleri arasında yaşamış Fransız bir filozoftur.

3 Dürer, 21 Mayıs 1471 - 6 Nisan 1528 tarihleri arasında yaşamış Alman ressam, matematikçe ve matbaacı idi. En ünlü tablolarından biri, ‘Mahşerin Dört Atlısı’dır.

4 Antigone, Jean Anouilh tarafından ilk kez Paris'teki Atelier tiyatrosunda gerçekleştirilen tek oyunculu bir oyundur.

5 Daniel, Danyal Peygamber Babil Kralı II. Nebukadnesar (MÖ 605-562) zamanında yaşamış bir peygamberdir.

6 Metin Sarfati – Uygarlığın Bunalımı.

7 Castel, Fransız filozoftur.

8 Anders, filozof ve Arendt’in ilk kocası.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün