Sağ´lık olsun

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
22 Nisan 2020 Çarşamba

Hayatımda ilk defa, bir yazıya nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Hâlbuki ben hiç
düşünmeden başlarım aklımdakileri kağıda dökmeye… Varsa yanlış bir ifade, hızımdandır.
Kontrollerim bile hep bu sebeptendir.
Ama bu sefer başka…
Bu sefer; neyle ya da kiminle karşılaştığımı bilmeden yazıyorum. Dost olmadığın belli de
düşmanlığının sebebini anlamak lazım sana düşman diyebilmem için… Biz sana ne yaptık
da başımıza böyle kararlı bir şekşl1musallat oldun? Hem de öyle böyle değil! Önüne kattın
insanlığı, rayından çıkardın hayatın gidişatını; başımıza gelenin ne olduğunu anlamadan,
sonrasının ne olacağını düşünemeden yaşar olduk hayatı an be an.
Üstelik senin için cansız bir organizma diyorlar.
Cansız olup da nasıl bu kadar ‘can’ alabiliyorsun peki?
Canı olmayan bir varlığa varlık bile denmezken sen nasıl oluyor da herkesi aynı sıraya dizdin
yan yana. Arkalı önlüdür bizim bildiğimiz sıralar, onun bile düzenini değiştirdin.
Eşitledin herkesi.
İnançlıyı, inançsızı; suçluyu, suçsuzu; güzeli, çirkini; zengini, fakiri; patronu, işçiyi; kralı,
kral olmayanı aynı kefeye koydun bir anda!
Kim olduğumuzu, ne olduğumuzu bilemez olduk.
Hayatın sıradan alışkanlıkları, bir anda en büyük lüksümüz haline geldi.
Kahvesi fazla konmuş Türk kahvelerinden, çirkin el yazılarından, doğru konuşulmayan
Türkçelerden, yanlış yapılan makyajlardan, davet edilmediğimiz etkinliklerden, değişen ses
tonlarından filan şikâyet ederken biz; sen, gülme eylemin olmadığı halde kahkahalarla
güldün bize ve alt üst ettin hayatımızı.
Üstelik hepimizin!
Üstelik bir anda!
Üstelik hiç sebep yokken!
Yoksa var mıydı?
İşte, bu soruyu sorma gereği duymasam ve bu lanet virüsü kişi halinde düşünsem böyle
yazardım yazımı ama bu, kişi filan değil.
Hatta bu virüs, ‘hiçbir’ şey.
Ama ‘her’ şeyimizin, ‘herkes’imizin sahibi olmaya kararlı bir şekilde sızdı hayatımıza.
Böylece bizi; neyi, nerede yanlış yaptığımıza ilişkin düşündürüp duruyor.
Hayatın sıradan ayrıntıları, altın kadar değerli oldu.
Düne kadar bizim için adına asla dediğimiz ne varsa olabilir, hatta neden olmasın, kıvamına
geldi. Yürümeyen işler, artan kurlar, iyi gitmeyen siyasetler, ikili ilişkiler, ulaşmaya

çalıştığımız hedefler, amaçlarımız; hepsi anlamını yitirdi. Hepsi geçti ve Ortaçgil’in
şarkısında ki gibi ‘hayat’ kaldı geriye.
Yaşamak…
Yaşayabilmek hatta…
Sağ’lık olsun ifadesindeki ‘sağ’ kökünün anlamının ‘ölü olmamak’ olduğunu belki de ilk
defa anladık.
Sağ isek içinde olduğumuz sürecin adı hayat oluyordu çünkü. Sağlıklı olmak bile bu sırada
yaşıyor olmanın arkasında yer alır.
O kadar kıymetli yani…
Bu yaşadığımızın bize Tanrı tarafından yapılan bir ‘kendinize gelin’ uyarısı olduğunu
düşünüyorum en başından beri.
Doğanın canına okuduk, çocukların canına okuduk, birbirimizin canına okuduk, hayatın
canına okuduk. Okudukça kendimizi bir şey zannettik, zannettikçe daha çok zannetmek için
yollar açtık kendimize ve o, bize kim olduğunu, bizim kim olduğumuzu hiçbir şey olan bir
virüsle anlattı.
Elinin tersiyle ağzımızın üstüne vurmak gibi anlattı.
Hiç kimse, tek kelime edemez oldu. Bir kişiye, bir bölgeye, bir ülkeye değildi bu tokat; tüm
dünyayaydı.
Tokadın acısı geçince eminim ki kaldığımız yerden o zannetmelerimize devam edeceğiz.
Ama bugünlerde…
Oturup biraz dinmenin, sakinleşmenin, her şeyi başından düşünüp hayatı yeniden
adlandırmanın, yeniden umut etmenin peşine düşmemiz lazım.
Önce yaşamak için…
Her şey, bundan sonra Can Yücel’in dediği gibi olsun:
Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama, Yarım saat erkene kurulsun saatin, Kedi
gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin… Pencere aç, yağmur da olsa, fırtına da
olsa nefes al derin derin, Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin, Geceden
hazır olsun, yarın ne giyeceğin, Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart, Çek
kızarmış ekmek kokusunu içine, Bak güzelim kahvaltının keyfine... Ayakkabıların boyalı
olsun, kokun mis, önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin, Çık evinden neşeyle, karşına
ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile, Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,
Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
Ohhh şöyle bir hafifle, Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için
alo de, Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık, Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta
üşü hava soğuksa; Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak, Çiçek
görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanağından makas al… Sonra,
şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı, sen çok darda iken kimler seni ferahlattı, Hani
kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı? Ne kadar uzun zamandır
aramadın onları değil mi? Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara, Hatırlarını
sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor… Bu sadece onların değil, senin de

yüreğini ısıtacak, yüzünde güller açtıracak… Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel
olsun… Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun… Saklama tabakları,
bardakları misafire, Sizden âlâ misafir mi var bu dünyada? Ailecek kurulun sofraya, öyle
acele acele değil, vazife yapar gibi hiç değil, şöyle keyfe keyif katar gibi, lezzete lezzet katar
gibi, eksik bıraktıklarını tamamlar gibi
tadına var akşamının… Gece evinde, dostların olsun. Sohbet mezen, kahkahan içkin
olsun… Arkadaşım, hayat bu daha ne olsun? “ Ama en önce ve illaki sağlık olsun!”
Hayat, bütün bu ayrıntıların kıymetinin yeniden bilineceği  bir hayat olsun yeniden…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün