1972’de Türkiye’de İsrail’e göç eden Selim Şlomo Amado yaşamını, İzmir’deki cemaatin küçülme nedenlerini, İzmir Yahudilerinin geleneklerini, göreneklerini ve Sefarad kültürünü Şalom ile paylaştı
Kendinizi tanıtır mısınız?
Adım Selim Şlomo Amado. 19 Ağustos 1935’te İzmir’de doğdum. Yakınımızda Bnei-Brit Musevi Okulu olmasına rağmen beni -tramvayla gidip geldiğim- Hâkimiyet-i Milliye İlkokulu’na verdiler. İlkokul yıllarım II. Dünya Savaşı yıllarıydı. O günleri iyi hatırlarım, pek sevimli olmayan hatıralarım var. Sonra İzmir Saint-Joseph Kolejinde ortaokulu okudum. 1950’de İstanbul Kadıköy Saint Joseph Lisesi’nde yatılı olarak okudum, 1953’de mezun oldum. İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni de 1957’de bitirdim. Askerlik hizmetimi Kasımpaşa Deniz Hastanesi’nde yaptım. Terhis olduğum 1959 yılında İzmir’e döndüm. Şöyle ki takriben 10 yıl İstanbul’da yaşamış bir İzmirliyim. Meslek hayatıma İzmir 2. Beyler Sokağı’nda açtığım Şehir Eczanesi’yle başladım, 1962-63 yıllarında Fransa’da Montpellier Üniversitesi’nde Sanayi Eczacılığı (Pharmacie İndustrielle) diploması, onun yanında da Certificat d’Etudes d’Acoustique diplomasını aldım. İzmir’e dönüşümde 1964’de, 49 yıldan beri eşim olan Katia (Sigura) ile evlendim. 3 oğlum oldu. 1972 sonunda İsrail’e göç ettik. Kfar Saba şehrinde ‘Kineret’ adlı eczaneyi rahmetli ortağım Jozef Büberoğlu ile işletmeğe başladık. 1988’den itibaren 2009 sonuna kadar eczaneyi ortaksız yönettim ve sonunda devrettim. İsrail’de Türkiyeliler Birliği’nde 1986 yılından beri faal oldum, Moatsa başkanlığı yaptım ve değişik görevlerde bulundum. 90’lı yıllarda Kudüs İbrani Üniversitesi guvernörler meclisinde görev aldım, İsrail’deki Ladino faaliyetlerine katılmaktayım ve danışmanlar meclisindeyim. Değişik mecmualarda İbranice, Türkçe ve Ladino dillerinde yazılarım yayınlandı. Aynı dillerde ve Fransızca olarak değişik konularda konferanslar verdim. Emekli olduğum yıldan sonra sosyal faaliyetlerime ve yazı ile konferanslar hazırlamaya devam ediyorum. Bu arada Türk basınını izlemeye ve bazı köşe yazarlarıyla diyalog içinde İsrail’i ve Yahudiliği olumlu şekilde tanıtmaya çalışmaktayım. 2008 yılında Denis Ojalvo ve Dr. Avram Mizrahi ile işbirliği içinde ilk defa olarak Yunus Emre’yi Türkçe’den İbranice’ye açıklamalı olarak tercüme ettim. (Oti Şigha Ahavatha).
Tarih ve Felsefe, Yahudilik gibi konular özel ilgi alanım. Tel Aviv’de yaşıyorum. Oğullarımdan biri Milano’dan mezun eczacı, ikincisi Uzak Doğu ile çalışan ve Kudüs-Tokyo Üniversiteleri’nden mezun ekonomist, üçüncüsü de internet reklam işleri yapıyor. Biri erkek, 7’si kız 8 torun sahibiyim.
Çocukluğunuzda ve gençliğinizde içinde bulunduğunuz Yahudi cemaatinin yaşantı şeklinden bahseder misiniz?
Çocukluğumun İzmir Musevi toplumu 25000 civarındaydı. Ana dilimiz Ladino (veya Judeo Espanol, Musevi’ce) idi. Oturduğumuz semt (Salhane – Asansör –Mithatpaşa Caddesi) Yahudi ağırlıklı olmakla beraber Müslüman Türklerin yaşadığı bir semtti. Çocukluğumun kaybolmayan hatıraları, ‘Vatandaş Türkçe konuş’, Varlık Vergisi, karne ile ekmek ve gıda maddeleri, karartmalar, vs.’lere rağmen Müslüman Türk komşularla herhangi bir problem yaşamamış olmamızdır. Buna mukabil ilkokulda sınıf arkadaşlarımdan bazılarının ayırımcı ve bazen agresif davranışlarını, okul müdürünün anlayışsızlığını ve tokat yediğimi unutmam.
İzmir Yahudileri arasında her türlü meslek sahibi olduğunu –boyacısı, bakkalı, kasabı, manavı, marangozu vs. ve onların yanında epey Yahudi doktoru pek az avukat ve mühendis olduğunu hatırlarım. Yahudilerden ticaretle iştigal etmeyenler banka veya şirket memuruydular. İzmir’in zengin Yahudileri ithalat-ihracat yapanlar, yağ fabrikası işleten ailelerdi. Bunlar yanında seyyar satıcılar, hizmetçi ve çamaşırcı kadınlar, hatta sokakta dilenenler vardı. Dilenciler bilhassa Purim’de ortaya çıkardı. Bunlar yanında hırsız, suç işlediği için hapse girenler olduğunu hatırlamam. Bugün İzmir’de 1300 kadar Yahudi nüfus var, o da civar il ve kazalardan gelip yerleşenlerle birlikte.
Yaşadığımız semtte kimse çok dindar değildi, fakat oğlunu İbranice dua okumasını öğrenmesi için Bet İsrael’e göndermeyen, hiç olmazsa bayramlarda sinagoga gitmeyenler yok denebilirdi. Sefarad gelenekleri ve yemekleri herkes uygulardı.
Gençliğinizde cemaatinizdeki gençlerin sosyal yaşantıları ve eğlence şekilleri neydi? Bir dernek var mıydı?
Gençliğimin uzun senelerini İstanbul’da geçirmeme rağmen, yaşıtlarımın yaşadığı sosyal hayatı gayet iyi biliyorum. Okullardaki Yahudi olmayan arkadaşlarımızla okul dışı ilişkilerimiz yok gibiydi. Gençlerin toplandığı, konuşma dinlediği, tanıştığı, müzik dinlediği yer LİGA; Türkçe ‘Kültür Derneği’ denen yerdi. Türkiye’den büyük göçün nedeni II. Dünya Savaşı yıllarının olayları ve onların Türkiye’ye yansıması denebilir. Eğlence denince, cumartesileri Elhamra veya diğer sinemalara beraberce gidilirdi. Kız-erkek ilişkileri genellikle evlenme çağına yakın yıllarda ve o amaçla yakınlaşmalardan ibaretti.
Yahudi bayramları nasıl kutlanırdı? Dini vecibelerden, geleneklere bağlılıklarından ve cemaatin bayramları kutlama şeklinden bahseder misin?
İzmir Musevilerinin Yahudiliğe yaklaşımları, dini vecibeleri eksiksiz yerine getirmekten fazla geleneklere büyük bağlılıktı. Yahudilerin bir zamanlar yoğun yaşadığı Havra Sokağı civarında epey sinagog dolup taşardı. Pesah yaklaşırken evde büyük temizlikler yapmak, ailenin 2. Seder gecesi yapması, matsa yemek olmazsa olmazlarımızdandı. Pek çok aile etini kaşer kasaptan alırdı. Dindarlar vardı fakat cemaatteki oranları pek önemli değildi. En kötü şey, hiç bir kelimesini anlamadan dua metinlerini ezberlemek, okunan duaların, Yahudilik tarih ve kurallarının açıklamalarının verilmemesi idi. Çok kişi din eğitimi almadığından genellikle anne babaya saygıdan dini vecibeleri uygular, aile büyükleri vefat edince ise dini uygulamaya ilgi azalırdı. Fakat bunların yanında yemekler, kültür ve bayramlar ile ilgili tüm gelenekler uygulanırdı. Düğünlerde, Şavuot Bayramı’nda çiçeklerle süslenen sinagog tevaları, Şavuot’un (mogados de susam)’ları, cuma günleri sinagoga kandil yağı götürmeler ( eçar alzeyte al kal), evlerde (Midraş) denen bir yakının ölüm günü anma duaları, cuma akşamları evde (vigla veya kandil) yakmak, Purim’de megila ile ilgili (Aman sehpası) şeklinde ‘reşikas’lar, v.s. gibi…
Yahudilerin geniş toplumla iletişimleri nasıldı?
Yahudilerin geniş toplumla ilişkileri (fazla karışmamak) şeklinde özetlenebilir. Dediğim gibi, okul ve iş arkadaşları ile temas, okul kapısında ve işyeri kapısında biterdi. Neden? Bu her zaman mevcut olan geleneksel bir (içine kapanmak) davranışıydı. Osmanlı devrinde içine kapalı cemaatler Cumhuriyet devrinde artan milliyetçilik karşısında çekinmeğe ve hatta korkuya sebep olmuştur. Yahudi şivesi, Yahudi’nin ticaret yapması, paraya verdiği güya aşırı önem iddiaları, karikatürize edilmeleri, ne kadar sadık vatandaş olurlarsa olsunlar Yahudilere güven vermemekteydi ve bu çekingenliği anlamak mümkün. Bununla birlikte, Yahudi doktor, simsar, meslek sahibi, tüccar vs. iyi ve namuslu olarak bilinir, Müslüman çoğunluğun da tercihini kazanırdı.
Asimilasyon İzmir Yahudilerinde hiç olmazsa 70’li yıllara kadar son derece nadirdi. Dindar olmayan, dini vecibeleri yerine getirmeyenlerde dâhil olmak üzere, iş ve komşuluk icabı yakın temas içinde olmalarına rağmen Yahudiler içlerine kapalı bir azınlık hayatı yaşamağa devam ettiler. Asimilasyon, etnik benliğinden uzaklaşıp çoğunluğa adapte olma eğilimidir. Yahudilik eğitimi verilmeyince, okumuş ve evrensel değerlere sahip bir Yahudi gencinin kendisini çoğunluktan ayırmaktan hoşlanmadığı şüphe götürmez. Bugünkü Türkiye Yahudisi’ndeki asimilasyon ve karışık evliliklerin sebebi budur. Diğer ülkelerde de asimilasyon var: Yahudilik eğitimi olsa dahi geniş toplumun kültürel baskısı, Ortodoks Yahudiliğin katı kurallarına tepki olarak asimilasyonun arttığı görülüyor.
Geçmişte Yahudiler arasında pek görülmeyen meslekler vardı. Mesela sahne sanatçıları. Şimdi var, profesörler de var, fakat istediği kadar asimile olsun aynı Yahudi’nin subay, hâkim, diplomat olma şansı hala yok. Demek toplum Müslüman olmayandan pek hoşlanmıyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında asimilasyon ideologu Yahudi’ye örnek Munis Tekinalp’in akıbeti Türkiye’de tamamen asimile olmanın da hüsranla sonuçlandığını göstermiştir. Türkiye’de 500 sene daha yaşayabiliriz, fakat Yahudilikten vazgeçmek şeklinde değil.
Bugünkü yaşantıdan farklı olan ve en çok özlemini çektiğiniz şeyler nelerdir?
Bugünkü yaşantıda olmayıp özlediğim şeyler elbette var. Ben İsrail gibi, dünyanın her tarafından gelen Yahudilerin yaşadığı, Yahudi olmanın gururunun serbestçe taşındığı bir ülkede yaşamaktayım. İzmir Musevi toplumundan getirdiğimiz değerlerin ne kadar olumlu ve yüksek olduğunu gördükçe eski İzmir Yahudi toplumu ve hayatı gözlerimin önünde daha çok değer ve nostalji uyandırıyor. İsrail’de her İzmirli, hatta her Türkiyeli Sefarad Yahudisi ailesine bağlılık, çalışkanlık, etrafına adapte olmak ve kendini sevdirmek, dürüstlük bakımından örnektir. Her davranışında orta yolu güder, ne politikada, ne dinde aşırı değildir. Politikacı İsrailli olmayışımız da Türkiye’den getirdiğimiz bir özelliğimiz.
Türkiye’de Judeo Espanol dil ve kültürünü ihmal etmiş olmamıza, Yahudilik hakkında fazla bir şey öğrenmemiş olmamıza üzülürüm, fakat eli vicdana koyarsak Türkiye’de çoğumuz çok iyi bir eğitim alarak geldik. Bunu bize Atatürk Türkiyesi verdi. Türkiye’den kopmadık ve aynı zamanda tam İsrailli olabildik. Çoğumuz, çocuklarımıza ve torunlarımıza Türk Sefarad yemeğini ve kültürünü sevdiriyoruz. Elbet çocukluk günlerimizin havası, insanları, komşuları, öğretmenleri, sinagogdaki insanlar zaman zaman gözümün önüne geliyor ve kaybolan o günleri unutamıyorum.