İstanbul’da kökleri çok eskilere kadar uzanan Yahudi cemaatinin tarihsel süreçteki yaşam alanlarına göz attık. İlk bölümde Bahçekapı, Langa- Samatya ve Hasköy’den bahsedeceğiz.
Yahudi cemaatinin Anadolu coğrafyasındaki varlığının çok eski zamanlara kadar ulaştığını biliyoruz. Konstantinopolis’in de 4. yüzyılda İmparator Konstantin tarafından tesis edildiği düşünülecek olursa, kaynaklar çok erken denilebilecek bir devrede Yahudiler hakkında bilgi vermeye başlar. Üç bölümlük yazı dizimizde, İstanbul’da kökleri çok eskilere kadar uzanan Yahudi cemaatinin tarihsel süreçteki yaşam alanlarına göz attık. İlk bölümde Bahçekapı, Langa- Samatya ve Hasköy’den bahsedeceğiz.
Yahudi cemaatinin Anadolu coğrafyasındaki varlığının çok eski zamanlara kadar ulaştığını biliyoruz. İlk bilgiler cemaat mensupları açısından pek iç açıcı değildir. Bizans’ın Hıristiyanlıkla tanıştığı bir devrede Yahudilere bakış açısı hiç de olumlu değildi. Yahudiler, II. Teodosius zamanında (408-450) şehir içinde yaşamaktan men edilerek Galata bölgesine sürülmüşlerdi. Zaman içinde bu yasağın ortadan kalktığını, Yahudilerin bugünkü Bayezid ile Tahtakale arasında uzanan Bakırcılar semtinde görülmelerinden anlıyoruz.
11. yüzyılda Yahudiler bir kez daha şehrin dışı olarak kabul edilen Galata bölgesine sürüldüler. İhtimal ki bu durumun en temel sebeplerinden biri ticarette etkin oluşları ve zaman zaman yükselen dinsel tansiyondu. Bilindiği üzere Yahudiler, Hıristiyan çevrelerinde Hz. İsa’yı Roma makamlarına şikâyet ederek ölümüne sebebiyet veren günahkârlar olarak görülmekteydiler. 12. yüzyılda Eminönü kıyısında Yahudi varlığına tekrardan tesadüf etmek mümkün. Zira bugün İstanbul Ticaret Üniversitesi ile Galata Köprüsü arasında kalan ve Balıkpazarı olarak anılan bölgede bir Yahudi iskelesi bulunmakta idi. Öte yandan 1204’te İstanbul’u ele geçiren Katolik Haçlıların özellikle şehrin liman bölgesi olan Bahçekapı’da yaşayan Yahudileri kılıçtan geçirdikleri bilinir. Ancak şehir Türkler tarafından düşürüldüğünde, bölgede tekrardan kalabalık bir Yahudi topluluğuna tesadüf olunacaktır.
Bizans zamanında Galata’da hatırı sayılır bir Yahudi cemaatinin varlığı malum. Nitekim ağırlıklı olarak bu cemaatin cenazelerini defnettikleri Kasımpaşa civarında bir mezarlıklarının varlığı da bunun göstergesi. Bahçekapı ve Balat havalisinde yaşayan Yahudiler ise ihtimal ki cenazelerini Edirnekapı’ya yakın, Eğrikapı semti civarındaki bir mezar alanına defnediyorlardı. Nitekim bugün Eğrikapı ve Edirnekapı’da gerek Ermeni ve gerekse de Rum cemaatinin mezarlıkları dururken Yahudi cemaatinin mezar alanının yok olduğunu biliyoruz. Bu mezarlıkta Osmanlıların ilk hahambaşılarının da kabirlerinin olduğunu kaynaklar yazmakta. Aynı şekilde Kasımpaşa’daki mezarlık da bu semtin donanmanın merkezi olmasının bir sonucu olarak ortadan kaldırılmış ve buranın yerine Hasköy semtinde Yahudilere yeni bir mezar alanı tahsis olunmuştu.
Bu giriş mahiyetindeki bilgilerden sonra, İstanbul’da kökleri çok eskilere kadar uzanan Yahudi cemaatinin tarihsel süreçteki yaşam alanlarına bir bakalım.
BAHÇEKAPI
Osmanlıların ilk zamanlarında Yahudilerin daha ziyade Bahçekapı, Yemiş İskelesi ve Tahtakale semtlerinde yaşadıkları biliniyor. Hatta Yemiş İskelesinden Bahçekapı’ya açılan ve bugün artık bulunmayan bir kapıya da ‘Çıfıt Kapısı’ adı veriliyordu.
Bahçekapı semti 17. yüzyıla kadar Yahudilerin en önemli merkezlerinden biri oldu. Şimdilerde bölgenin durumu göz önüne alınınca bu ifade inanılmaz gibi geliyor ancak 1960’lara kadar bu çevre hem ticaret merkezi hem de yaşam alanı idi. Hatta Tahtakale’de dahi ikamet eden ailelerin varlığı biliniyor. Nitekim benim gibi kırklı yaşlarını sürenlerin de hatırlayacağı üzere 1980’lerde Laleli, hâlâ önemli bir sivil konut potansiyelini içinde barındırıyordu. 90’lardan sonra ise tanınmayacak kadar değişti ve sivil profilini tamamen kaybederek bir iş merkezine dönüştü.
Bahçekapı’daki Yahudi cemaati ilk önemli darbeyi 1569’da yedi. Bu tarihte çıkan yangında Yahudi Mahallesi büyük zarar gördü. Yahudi halkı kurtarabildikleri ile hemen karşıdaki Galata’ya göç etti. Semt, yangının yaralarını saramadan yangın mahallinde yeni bir cami yapmayı planlayan Safiye Sultan faktörü devreye girdi. Yahudiler Bahçekapı’ya yeniden dönmek istedilerse de, yaptıracağı caminin yanında bir Yahudi Mahallesi bulunmasını arzu etmeyen Safiye Sultan buna engel oldu. Safiye Sultan’ın iktidarını kaybetmesi ve yarım kalan caminin de kendi kaderine terk edilmesi üzerine Yahudiler tekrar Bahçekapı’ya döndü. Burada 5-6 katlı ve Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul’un ilk apartmanları olarak betimlediği ahşap Yahudhaneler inşa ettiler.
Her ne kadar Safiye Sultan’ın inşasını tasarladığı cami, onun iktidarını kaybetmesi ve eski saraya gitmesi neticesinde yarım kalmış olsa da, bu girişimi neredeyse yarım asır sonra devralan bir başka valide sultan olan Hatice Turhan Sultan, inşaata tekrar başladı. Bu sırada Bahçekapı’da yaşayan Yahudiler de arsa ve konut bedelleri ödenerek buradan çıkarıldı. Bahçekapı’dan ayrılan Yahudiler, ağırlıklı olarak Hasköy semtine yerleşti. Osmanlıların, inşa ettirdikleri cami ya da külliyelerin yamacında (hele de yapı selatin özelliği taşıyorsa) gayrimüslimlerin varlığına sıcak bakmadıklarını biliyoruz. Anlaşılan o ki bir ticari merkez olması hasebiyle Yahudi cemaatinin hali vakti yerinde tüccar kesimi burada yaşamakta idi. Bununla beraber Yahudi toplumu Bahçekapı’dan sürülmüş olsa da, zaman içinde tekrardan burada bazı cemaat yerleşimlerinin tesis edilmeye başladığı malumdur. Mesela Lale Devri’nin yaşandığı 1727 yılında Yeniçeri Ağası’na, Yeni Camii civarındaki Yahudhanelerde oturan Yahudilerin buralardan çıkarılarak cemaat mensuplarının yoğun olarak yaşadıkları semtlere gönderilmelerine nezaret etmesi emrediliyordu.
HASKÖY
Hasköy antik zamanlardan beri önemli ve kutsal bir alan olarak anılagelmiş. Antik çağlarda burada Apollon’a adanan kutsal bir koruluk olduğu biliniyor. Bizans zamanında ise bölge Keremitya olarak adlandırılmıştı. Bunun da en temel sebebi Haliç’ten çıkaran çamur vesilesiyle çok sayıda kiremit atölyesinin kurulmasıydı. Hasköy ve çevresindeki kiremit atölyelerinin 19. yüzyıla kadar uzandığı biliniyor. Halıcıoğlu civarında kökü 5. yüzyıla kadar uzanan bir cüzzamhanenin varlığı bize buranın pek de yerleşim açısından tercih edilmediğini gösterir. Osmanlılar zamanında ise özellikle sahil kesimi bahçe ve köşklerle donatılmıştı. Hasköy’deki Piri Paşa Mahallesi, özellikle bir Yahudi mahallesi olarak sivrilmişti.
Anlaşılan o ki Hasköy, Bahçekapı’nın terkinden sonra Yahudilerin en önemli yerleşkesi konumuna geldi. Bunu, bölgedeki sinagogların ya da Yahudi Cemaati’ne ait okul ve sanayi tesislerinin çokluğundan çıkarsamak mümkün. Evliya Çelebi ihtimal ki abartılı bir şekilde 17. yüzyıla gelindiğinde burada 10 bin kadar Yahudi’nin yaşadığından bahseder. Yine ona göre bölgede 3 bin civarında Haliç’e nazır turunç ve limon bahçelerinin arasında kaybolmuş konut bulunmaktaydı ve bu güzel evlerden bir kısmı da Yahudilere aitti. Hasköy aynı zamanda karşı sahilinde yer alan bir diğer Yahudi semti konumundaki Balat’ın aksine temizliği ve nezihliği ile de tanınan bir semtti. Bundaki en önemli etken Hasköy’de bulunan imalathane ya da evlerden çıkan kirli su ve kanalizasyonun daha düzgün işleyen bir sistemle Haliç’e sevk edilebilmesiydi. Yine Hasköy’ün özellikle manzaralı yüksek yerlerinde Ermeni bankerlerin yaşadığını ve buranın Ermeni Cemaati açısında da tercih edilen bir semt olduğunu hatırlatalım.
19. yüzyıla gelindiğinde Hasköy’deki Yahudi nüfusu bir takım kaynaklarda 25 bin olarak verilir. Hasköy’deki sinagoglardan bazıları bugün cemaat tarafından kiraya verilmiş vaziyette de olsa, günümüze kadar gelebilmiştir. Burada yer alan sinagoglardan Sinyora, Mayor ve Fua Sinagogları depo olarak kullanılıyor. Abudara Sinagogu ise imalathane olarak kullanılmış.
Hasköy, aynı zamanda cemaat tarihi açısından çok önemli simaların da yetiştiği bir yer. İstanbul Üniversitesinde hukuk profesörlüğü yapan Mişon Ventura, Yahudi cemaatinin en önemli gazetelerinden biri olan La Boz de Türkiye’yi kuran Albert Kohen, cemaatin iki önemli avukatı ve şairi İsak Ferara ve Avram Naon hemen bir çırpıda akla gelen birkaç isim.
Yine doğunun Rotschild’i olarak adlandırılan Abraham Camondo da Hasköylü. Kendisi son uykusuna yine burada inşa ettirdiği anıt mezarında çekilmişti. Camondo’nun Paris’te öldüğü ve sağlığında iken Hasköy’de inşa ettirdiği anıt mezarda gömülmeyi vasiyet ettiğine bakılırsa, bu semte olan bağlılığı tartışma götürmez. Hâsılı Hasköy yüz-yüz elli yıl önce şimdiki ile alakası olmayan büyük bir canlılık merkeziydi ve semte rengini veren de büyük ölçüde Yahudilerdi.
Yahudi modernleşmesinin ilk kıvılcımları da yine burada atılmış. Mesela Banker Camondo Ailesi’nin bir Alliance Okulu açmak için seçtiği yer Hasköy semti idi. Her ne kadar bu okul muhafazakâr hahamların baskısına maruz kalmış olsa da sonuçta buradan yetişen pek çok öğrenci Mekteb-i Sultani ya da Mekteb-i Tıbbiye’nin yolunu tutmuş ve gerek Osmanlı Devleti ve gerekse de cemaati açısından önemli roller oynamıştı. Yine belirtmekte fayda var ki bugün Tünel’de olan Hahambaşılık binası da 1850’lerde Hasköy semtinde idi. 1909’dan beri Galata’da hizmet veren Hahambaşılık binasından yola çıkarak Yahudi cemaati açısından 20. yüzyılda yükselişe geçen muhitlerin izini sürmek de mümkün. Yine İstanbul Yahudilerinin kurduğu ilk kulüp olarak bilinen Makkabi Kulübü de 1913’te bu semtte tesis edilmişti. Kulüp uzun yıllar İstanbul basketbol ligi şampiyonluğunu elinde tutmuştu.
Hasköy Cemaati'ni oluşturan Yahudilerin zaman içinde ama ortaya çıkan salgın hastalıkların etkisi, ana ticari merkezin açık şekilde Galata ve çevresine kaymasının tesiriyle 19. yüzyılının ikinci yarısından itibaren evvela Galata’ya (özellikle Kuledibi ve Şişhane) sonrasında ise Şişli, Teşvikiye, Ulus gibi semtlere yöneldiğini biliyoruz. Nüfusun azalmasının bir diğer sebebi de özellikle 1948 yılında İsrail Devleti’nin kurulmasıyla beraber orta ve alt sınıfa mensup pek çok Balat ve Hasköy Yahudi’sinin yeni bir yaşam için bu ülkenin yolunu tutmasıydı. Bu olayın öncesinde yaşanan 1942 tarihli Varlık Vergisi’nin de bölge Yahudileri üzerinde yıkıcı bir etki bıraktığını unutmamak gerekir. 1955’deki 6-7 Eylül olayları da bu anlamda cemaat içinde huzursuzluğu arttıran unsurlardan biri olacaktır.
Yaşanan olumsuz gelişmeler Hasköy’ün yapısına da yansımış ve 20. yüzyıl ortalarından itibaren bölgedeki pek çok kamusal bina bakımsız kalmaya, yıkılmaya yüz tutmuştu. Yukarıda da belirttiğim üzere bu süreçte pek çok sinagog kapandı. Bununla beraber yine 20. yüzyılda Hasköy Mezarlığı cemaatin en önemli kabristanı olma durumunu kaybetti. Bu tarihten itibaren cemaate mensup gerek hahambaşılar, gerek iş adamları, gerek entelektüeller ve milletvekilleri Ulus’taki Sefarad ya da Aşkenaz kabristanlarına defnedilmeye başlandı.
Bunun dışında Hasköy, Karay Yahudilerinin de en önemli merkezi konumundaydı ki halen de öyledir. Sayıları son derece azalmış olan bu cemaatin (50’nin altına düştükleri söylenmekte) hâlihazırda kullanılan tek sinagogu buradadır. Her ne kadar gerekli sayıyı yakalayamadıkları için düzenli ayin yapılamasa da, sinagog kullanılır halde ve bakımlıdır. Yapının belki de en ilginç yanı yer seviyesinin altında inşa edilmesidir. Karaylar bu durumu Tevrat’ta geçen ve Hz. Davud’a atfedilen “Sana yeraltının derinliklerinden sesleniyorum ey Tanrım” ifadesi ile izah ederler. Karay Cemaati’nin mezarlığı da yine Hasköy’de. Günümüzde Litvanya ve Kırım en önemli Karay merkezleri konumunda. Geçmiş zamanlarda Mısır bölgesi ve İstanbul da bu cemaatin güçlü olduğu yerler arasında idi.
LANGA-SAMATYA
Bizans zamanında Langa ve Samatya semtlerinde de hatırı sayılır bir Yahudi toplumunun olduğunu biliyoruz. Bu cemaat zamanla, ağırlıklı olarak Hasköy’e taşındı. Zira Hasköy’deki mezarlıkta ‘İstamati’ adını taşıyan bazı ailelerin isimlerinden hareketle Samatya menşeli olduklarına dair işaretler var. Samatya ve Langa bölgesinde yaşayan Yahudiler tıpkı kısa bir süre öncesinde Kazlıçeşme bölgesinde olduğu gibi dericilikle uğraşıyorlardı.