Gazetelerde ve dergilerde köşe yazılarında, TV haberlerindeki yorumcularda, esnaf ve ticaret erbabında genelde piyasada işler ve nakit dönmüyor, ekonomimiz kötüye gidiyor şeklinde bir algı ve söylem var. Cari açığı yıllardır migren gibi piyasalara sopa olarak gösteren dış yorumlara, Dolar/TL kuruna 2016 sonunda 3,5 TL ve üzeri olur diyen köşe yazarlarına ve yorumculara, ülke kredi notlarını dünyadaki daha kötü ekonomik performansa sahip gelişmiş ülkelere rağmen es geçerek bizde aşağıya revize eden rating kuruluşlarına rağmen ne durumdayız, biz susalım rakamlarla finans doktorumuz konuşsun.
Önce Hazinemizin yönetiminden başlayalım. İç ve dış borçlarımızın ortalama vadesi 10 yıl öncesine göre iki katından fazlaya çıkmış. İç borçta vade 4,5 yıl, dış borçta ise 9,5 yıl. Yani, kısaca Hazinemiz uluslararası piyasalardan ABD gibi 10 yıl civarında borçlanabiliyor. Dış borcumuzun toplam borcumuz içindeki payı %36. Kamunun toplam brüt borç stoku 2001’e göre yaklaşık 10 kat artmış olmasına rağmen nette tam tersine ciddi miktarda azalarak trendine aşağı yönlü devam ediyor. Toplamda 725 milyar TL brüt borç (iç borç 480, dış borç 245) varlıklar düşüldüğünde nette 163 milyar TL. 2001 yılında % 66 olan kamu net borcu / GSYİH oranımız bugün %8,1. AB’nin %60 olması gereken Maastricht kriteri kamu borcu/GSYİH oranımızsa %32. Özetle, daha ne olsun.
Dış borç stoğumuzun 2016 yılında denk gelen kısmında Mayıs-Aralık verilerine göre toplamda 70,7 milyar Dolar kalan borç ödemesi var. Bunun 59’u özel sektöre, 28,6’sı finansal kuruluşlara ait. Türkiye’ninse toplam 411 milyar Dolar brüt dış borç stokunun 292’si özel sektöre ait, bunun 160’ı ise finansal kuruluşların. Reel sektör derken finansal olmayan kuruluşların borcu 131,7. Yani, yorumlarda, köşelerde reel sektörün döviz borcu derken kimi anladığınız çok önemli. Nitekim TCMB’nin finansal kesim dışındaki firmaların döviz pozisyonunda Mayıs verilerine göre açık pozisyon yok. Finansal kuruluşların işiyse kredi almak ve vermektir. Yani, (Dolar) faiz oranı ve maliyet artsa bile bu borç (genel olarak) çevrilebilir olarak yorumlanmalıdır. 411’in 305 milyar Doları 1 yıl ve üzeri vadeye sahip. Ayrıca bu miktarın 235 milyarı Dolar cinsinden borç. Ve tabii bunlar brüt rakamlar, nette dış borcumuz 257 milyar Dolar. Bunun da paragrafın başında olduğu gibi bir yıla denk gelen kısmı ve çevrilebilir kısmı önemli. Net borcun GSYİH’ya oranı %36’ya gelmiş durumda. Burada bir sinyal var. Ancak özetle, kamu taş (rock) gibi, finansal kuruluşlar ise roll etmekte ustalar. Özetle, vız gelir FED’in 0,25 faiz artışı, tırıs gider kurun fiyatı.
Kamu bütçemizde 2016’da -29 milyon TL açık beklenirken Temmuz itibarı ile bütçe 1,3 milyon TL fazla vermektedir. GSYİH’ya oranı -%3’ün altında -%1,31 ile uzun zamandır hedefleri içindedir. Özetle, süper.
Gelelim meşhur Cari Açık Lobisine. Kabul gören oran -%5,5 iken bizde -%4. Cari açık şöyleymiş böyleymiş diye abartmaya gerek yok. -29,4 milyar Dolar cari açık Türkiye için artık çerez parasıdır. Cari açık bu ülkede an itibariyle sorun değildir artık. Sorun sermaye ve piyasaları sorunudur. Yani tasarruf ve döviz kredisi sorunudur. Son iki senede Hazine kâğıtlarından çeşitli sebeplerle giden 30 milyar Doları kur üzerinde bu kadar derin hissetmemizin nedeni de budur. Özetle, bu nedenle ulusal tasarruflar, birikimler, yatırımlar önemlidir.
Karşı komşu Ayşe Teyze bu rakamlara rağmen inanmıyor ve soruyor. Finans Doktoruyum diyorsun, peki cevapla bakalım: Kur niye artıyor, benim cebimde niye hala para yok, niye çarşıda pazarda hala zam üstüne zam? Ayşe Teyzeciğim, kur bir tek bizde artmıyor, tüm dünyada kur ve ticaret savaşları kapsamında ülkeler parasının değerini para arzını arttırarak ve faizleri düşürerek azaltmaya ve yönetmeye çalışıyor. Dolayısı ile TL’nin değer kaybı normal. Dış dünyaya döviz açığı verip içeride tasarrufları, dışarıya ihracatı arttıramadıkça, lüks ve gereksiz ithal tüketimi azaltamadıkça ülkeye daha fazla dış sermaye getirmek zorunda kalıyoruz. İçeride faiz düşünce dış sermaye gelecek başka sermaye piyasası enstrümanları bulamadıkça, esnaf Salih Amca kurumsallaşmayıp, şirketini büyütmek için sermaye bulmak adına kredi yerine Borsa İstanbul’a gelmedikçe, son iki yılda 30 milyar Dolar azalan sıcak parayı (dış sermayeyi) çekemediğimizde ya da meşhur ulu bilge FED faiz arttırabilir denince piyasalardaki kötümser algı ile herkes Dolara, dövize koşuyor, sen de trenin son vagonuna atlıyorsun, kur bundan artıyor. Buna biz “Davranışsal Finans” diyoruz. Cebinde, cüzdanında para olmaması, kişi başına düşen milli gelir yıllık 9.000 Doları görememenin de nedeni “Gelir Dağılımı Eşitsizliği”, yani tüm dünyanın sorunu. Zamlara gelince, evet haklısın. ABD’de, AB’de enflasyon sıfıra yakınken bizde niye hep zam var? Ayşe Teyzeciğim, şimdi öncelikle bizim enflasyonumuzun %25’i gıda ürünlerinden geliyor ve gıdada kabzımallık var. Gıda aracıları üreticiden yani çiftçiden daha fazla kazanıyor. Senin yediğin domates veya patateste zam artışı genelde bu yüzden. Vergisini herkes tam ödemediğinde ise Devlet Baba vergiyi dolaylı olarak mazottan alıyor. Demiryolu taşımacılığı da tam olmayınca senin o patates ve domatesler tarladan pazara kamyonla geliyor. Kamyoncu da ekledi mi maliyetini üzerine. Tarladaki traktör de mazotla çalışıyor ayrıca. Diğer ürün ve hizmetler içinse şunu diyebiliriz. Şirketlerin brüt ve net kar marjları dünyadaki gibi düştükçe patron çıldırıyor ve eskisi gibi mutlak kar etme arzusuyla satış hedeflerine basıyor. Ülkenin büyümesi kadar ancak büyüyebilen satışlar ile beklenen kar arasındaki farkı ise fiyat artışı ile gidermeye veya raftaki paketleri küçülterek veya pazarlama bilimi ile ambalajın gramını/litresini azaltarak (gizli zam) çıkartmaya çalışıyor. Serbest piyasa ekonomisinde Devlet Baba fahiş fiyatlara çok zorda kalmadıkça, örneğin et fiyatları, müdahale etmemeye çalışıyor. Yani sen Devlet Baba kadar şirket patronlarına da bu soruyu sormalısın. Verimlilik, üretkenlik nedir, gider azaltma, bütçe nasıl yapılır, insan kaynaklarındaki performans yönetim sistemleri ne işe yarar ve karlılık sistemleri ile ilişkisi var mıdır?
Bu sefer Emekli Öğretmen Esnaf Salih Amca soruyor. Peki, güzel diyorsun da, piyasadaki vadeleri, nakdin dönmemesini, ticaretin durmasını nasıl açıklıyorsun? Bazen gün geliyor ayı bazen ay geliyor günü kurtarıyoruz. Anlat bakalım benim güzel finans doktorum… Ah Salih Amca, nasıl anlatayım sana. Öncelikle 2000 öncesi yılların alışkanlıkları ve sistemleri ile şirketler yönetilemiyor artık günümüzde. Sen hala bütçe yapmıyorsun, finansal okuryazarlığına yatırım yapmamışsın, kredi ve vade maliyeti hesaplayamıyorsun, giderlerinin ve hatta bilançonun, gelir tablonun farkında değilsin, üstüne fatura, fiş diyoruz niye istiyorsun der gibi bakıyorsun, sonra bu KDV, gelir vergisi niye yüksek diye soruyorsun. Kayıtdışı ekonomi nedeni ile senin cirondan kesilen vergileri öde(ye)meyip sonra devamlı af çıksın diye bekliyorsun. Bütçe gerçekleşenini takip etmediğin, giderlerini bilmediğin için vakit kazanmak için alacaklılara vadeli hamiline çek kesiyorsun. Çek nereden, kimden ne zaman çıkacak yine bilmiyorsun. Herkes birbirine o çeki cirolayıp verince piyasada nakit dönmüyor. Nakit olmayınca piyasada borçluluk artınca biraz belirsizlik de üzerine gelince kimse mal almıyor ticaret duruyor.
Yani, içinde yaşadığın masalı yaratıp sonra o masala kendin inanıyorsun. Masal bu ya, doğru söyleyeni dokuz köyden kovuyorlar ama finans doktoru hipokrat yemini etmiş, reçetesinde doğruları söylemek ve yazmak zorunda. Özetle, tasarruflar artmalı, sermaye ve piyasaları gelişmeli, döviz kredileri azalmalı, katma değer ve üretkenlik verimli bir şekilde artmalı, ihracat artarken yeni teknolojilere yatırım olmalı.