2016 Model Kayades*

Henri ÇİPRUT Toplum
5 Eylül 2016 Pazartesi

Geçtiğimiz ay, Türkiye büyük bir badire atlattı. Ülke olarak darbenin kendisini atlattık, ancak doğal olarak henüz şokunu atlatamadık. 250’den fazla vatandaşımızın hayatına mal olan o geceden sonra her günümüz gazetelerde çıkan haberleri ve yazıları okumakla, gecelerimiz ise televizyonlardaki tartışma programlarını izlemekle geçiyor. Bu kadar büyük bir tehlikeden sonra olması gerektiği gibi, hepimiz travmanın yaralarını sarmaya çalışıyoruz. Halk bu iyileşme sürecinin bir parçası olarak bir ay boyunca her gece meydanlarda toplandı. En güçlü mesajımızı ise 7 Ağustos günü Yenikapı’daki Demokrasi ve Şehitler Mitinginde verdiğimizi düşünüyorum. Bizler, yani sıradan halkı oluşturan bireyler, hem demokrasi yönündeki tercihimizi, hem de bu yöndeki dayanışmamızı ilan ettik. Artık yavaş da olsa normale dönmeye çalışıyoruz.

Yukarıda özetlemeye çalıştığım şey Türk halkının genel durumu. Peki biz, yani Türk Yahudi Toplumu bu travmayı atlatabildik mi? Dışarıdan bakınca öyle görünüyor. Öyle ya 7 Ağustos’taki o büyük mitinge protokol davetinin dışında, bireysel olarak da katıldık. Miting alanını dolduran milyonların arasında “Biz de buradayız!” dedik. Bizler için çok doğal olan bu davranışımız birkaç gazetede haber bile oldu.

Ancak ne yazık ki, Türk halkının genelinin aksine, 15 Temmuz sonrası, bütün birlik ve beraberlik mesajlarına rağmen bizim endişelerimiz son bulmadı, aksine artış gösterdi. Darbe girişiminin failleri, lideri konumundaki o malum kişi hakkında çıkan haberler, köşe yazıları, hatta televizyonlardaki tartışma programlarında fikir beyan edenlerin cümleleri arasında hep “özel bir yerimiz” oldu. Yapılan derin analizlerde neler yoktu ki? Ünlü (!) Yahudilerle bağlantılar, adı sanı belli olmayan bir “Yahudi” ile görüşmüş olmaktan, darbeci örgütün 100 yıl önce var olan bir Yahudi kuruluşu ile benzerliğine kadar ne ararsanız her şey. Dünyanın her yerindeki antisemitlerin temel başvuru kaynağı olan Siyon Önderlerinin Protokolleri kitabı deyim yerinde ise Türkiye’de bu son iki ay içinde yeniden yazıldı.

Açıkça ve hiç çekinmeden sürekli tekrarlanan bu nefret söylemi, gazete sayfalarından televizyon ekranlarına da taştı. Darbe ve darbeciler tartışılırken konu doğrudan dini değerlerimize saldırıya dönüştü, kutsal Tevrat’ımıza, binlerce yıllık dini külliyatımız olan Talmud’a  Kabala’ya kadar geldi. Çirkin ve gerçek dışı ifadeler ana akım televizyon kanallarından, en çok izlenen saatlerde izleyicilerin zihinlerine boca edildi.

Basında çıkan yazılara göre ise iş burada bitmedi. Yahudi, Yahudiler, Yahudilerin kutsalları, Yahudilik ile ilgili neredeyse her kavram, kötülüğün pekiştirilmesi için bolca kullanıldı. Bu dalga dalga gelen nefret söylemini biz Yahudiler kısaca antisemitizm olarak adlandırıyoruz, zira bu son iki ay içinde basında karşılaştıklarımız antisemitizmin bilinen tüm tariflerine uygun “kötünün” tarifinde biz Yahudiler kadar Ermeniler ve Rumlar da vardı elbet.

Demokrasiyi içselleştirmiş herhangi bir modern toplumda böylesi bir nefret söylemi marjinaldir; zira gazetecileri, siyasetçileri, sivil toplum örgütleri tarafından hemen ve güçlü bir ses ile kınanır, gerekirse kanun uygulayıcıları tarafından müdahale edilir. Bu son iki ayda bir iki, etkisiz örnek dışında bunların hiçbirisi olmadı. Kimse sesini çıkarmadı.

Ülke gündeminin çok yoğun olması buna sebep olmuş olabilir mi? El hak, 15 Temmuz darbe girişimi, zaten yoğun ve karmaşık olan ülke gündemine, darbecileri adalete teslim etme çabaları, ekonomimizin normale döndürülmesi gibi yeni konular ekledi.

Son iki ayda bize yaşatılanlara karşı geniş toplumdan güçlü bir itiraz gelmemiş olmasını bu nedenle –yine- anlayışla karşıladık diyelim. Ne de olsa dünya bizim etrafımızda dönmüyor. Bizim dertlerimiz, adı üstünde bize ait olan dertler.

Peki, bütün bunlar olup biterken, BİZ ne yaptık?

Twitter’a girip bir iki tweet attık.

 

(*) Judeo Espanyol dilinde sessizlik, suskunluk anlamına gelen kayades, sosyolojik bir terim olarak düşünülebilir. Bu dili konuşan Yahudiler için, “Konuşma, karışma, öne çıkma düşük profil yaşa!” öğüdünün tek kelimelik ifadesidir.