Vedat Alaton: “Babam benim gözümde bir kahramandı”

Ailesi ve sevenleri Alaton’u Şalom’a anlattı.

Toplum 0 yorum
21 Eylül 2016 Çarşamba

11 Eylül 2016. Babam aramızdan ayrıldı…

Onu kelimelere sığdırmak çok zor. İki kitaba bile sığmadı sonuçta.

İnsan sevgisinin çok başka bir şeklini taşıyordu babam.

İdealistti. Hep hayalleri vardı ve onların peşinden gitti. Korku kelimesi lügatinde yoktu. ‘Yenilmez’di. O bir kahramandı benim gözümde.

Yaşadığı sürece ülkemizin geleceğiyle ve demokrasiyle ilgili umudunu hiç bir zaman kaybetmedi.

Hayat mücadelesi uzun ve zorluydu. Hayattan intikamını, başarılı olarak almaya karar verdi ve bunu yaptı. Önyargı ve ötekileştirmeye karşı verdiği mücadele ise hiç bitmedi.

O mücadeleci ruhun içinde, hayata olan merakını ve ilgisini bir an bile kaybetmeyen afacan bir çocuk vardı.

Mesela aklına uçuk bir fikir gelir ve heyecanlanırdı, masmavi pırıl pırıl gözlerinin içinde yaşam sevincinin ne olduğunu görebilirdi insan.

Hayvan sevgisini geç öğrendi ama öğrendikten sonra her an doya doya yaşadı.

Bilgelik ve tevazuuyla verdiği öğütleriyle o kadar çok kişinin hayatını değiştirdi, güzelleştirdi ki…

Hep “Ben bu dünyaya ne katabilirim?” derdi. Neler katmadı ki…

Seninle gurur duyuyorum. Senin oğlun olmaktan gurur duyuyorum.

Nurlar içinde ol. Seni çok seviyorum.

Oğlun Vedat.

***

Kayıp Bilge İshak Alaton

11 Eylül 2016, gece yarısı… İstanbul sıra dışı sıcak, kirli bir sıcak; aslında her yıl böyle ama sanki ilk kez bu kadar çok sıcak olmuş gibi yakınmak gelenek haline gelmiş...

Her bayramda olduğu gibi şehir bomboş; muazzam bir gizli keyif alıyoruz nüfusun yarısının tatil niyetiyle çekip gitmiş olmasından ama öte yandan düşmanlar nüfusumuzu kurutmasın diye yatırlara bez bağlayan ilahi sadakatimizi de ihmal etmeyiz.

Leyla ile hastanedeyiz. Nedense ayrılamıyoruz yapacak bir işimiz olmadığı halde. Telefonlar sürekli çalıyor. Üzüntü ve vedayı ilk paylaşanların vefası hepimizi ısıtıyor.

Leyla akıllı telefonunu çıkarıyor, kayıtlı videosunu açıyor; İshak Bey güne başladığı sabahın güzelliğini anlatıyor. Organik bir kahvaltı, bahçede yetişmiş sebzeler, torunlarının büyüyor olduğunu bilmenin hazzı var ışıklı yüzünde... Onu kaybettikten birkaç saat sonra son neşesini bize anı bırakan, hayran olduğu 21. yüzyıl teknolojisi hepimizi güçlendiriyor. Belli ki güzel bir gün onu şaşırtmış yine, adeta ömründe ilk kez güzel bir gün görüyorcasına…

Dini kimliğine atfedilen kurnazlıkla; her yeni şeye şaşıran, adil olmayana itiraz eden, alabildiğine meraklı, bir iş adamına oturmayacak kadar güven duyan masumiyeti arasındaki muazzam çelişki bana hep bir roman ayrıntısı gibi gelmiştir.

Bu topluma çok iyi değerlerle yetiştirerek armağan bıraktığı iki çocuğu babalarının kişiliğini bölüşmüşlerdir. Bence Leyla’nın payına “haksızlığa sonsuz itiraz,” Vedat’ın payına “hayata sonsuz merak” düşmüştür.

Kimliklerin cömertçe sosyal hakaret olarak kullanıldığı ülkemde; hem kişisel hem de iş hayatı üstünden büyük bedeller ödemeyi göze alarak; hiç bir iş adamının yapmadığı yere bakmış birinden söz ediyoruz: Gelecekte nasıl bir ülke olacağımıza; hangi değerlerle yaşayacağımıza yüksek sesle kafa yormuş birinden…

Topluma iş dünyasının getirilerinden çok daha fazla kazandıracak bilgeliğini cömertçe sunarken, görünmez ve görünür baskıları sessizce yüklenmişti.

Fark ettiklerimizden sonuç almayı becerememiş olsak da, iş dünyasının toplum sorunlarını fark etme sorumluluğunu usanmadan hatırlattı.

Türkiye’nin geleceğine dair değerli sesini her zaman duyurdu. Nasıl kuşaklar yetiştirmemize dair cesur izler bıraktı…

Vicdanı her zaman doğru yerdeydi… Bu eşsiz erdem, sosyal değerlerin alaşağı olduğu ülkemde dünyanın herhangi bir yerinde olduğundan epeyce değerlidir. Çünkü şort giyen bir kadını dövmek olabildiğince kolayken, kalbini toplumun büyük kısmının nefret ettiği değerlere adamak, kurşuna dizilirken başını dik tutmak gibidir.

Bu üstünde durmadan geçebileceğimiz bir cesaret değil. Türkiye de Yahudi olmak New York’ta Yahudi olmaya benzemez. Aklıma daha zor ülkeler de geliyor; Afganistan ya da Yemen gibi ama orada da Yahudi yok...

Sosyal değerlerin bir toplumun ortak adalet, ahlak ve vicdan duygularını oluşturmasının vazgeçilmezliğini çok erken fark etmişti. Kendisi bunu İsveç deneyimine bağlamış olsa da ben aynı fikirde değilim. Kuzey ülkelerinin değerleri göçmenleri bu kadar kolay etkileyebilseydi göçmenler, yüzyılın sorunu değil, yeryüzünün en hayran kalınan uyum grupları olurdu.

Bu zor bulunan hasletini içine doğduğu ailenin haksızlığa uğramış kırılgan mirasından aldığını düşünüyorum.

Kendilerinden başka herkese zerre takdiri esirgeyen narsist topluluğun ortasında, ahlaki ufuk gördüğü herkesi kucaklamıştır. Ara sıra sigara içmek konusunda hatırı sayılır şekilde azarlanmışsam da, bu geniş kucaklamadan benim payıma oldukça büyük bir dilim düştü. Kimi zaman yol arkadaşım, kimi zaman yol göstericim, kimi zaman dert ortağım olarak Alaton kalbimde çok geniş bir yer kapladı...

Olağanüstü gözlem ve empati gücüyle bugünlerde pek moda olan kimlik ve artık modası geçmiş sınıf farklarını sihirli bir ayrıntıyla silip geçerdi.

Mesela gömlek cebi delik bir gazeteci arkadaşımla ikinci buluşmasında o da cebi delik bir gömlek giymişti. 

Görünümlerle, statülerle, kastlarla asla ilgilenmedi. Sadece bilgi ve entelektüel kaliteyle ilgiliydi.

Mesela İngiliz bir dostumuzu İngilizceden sınava almış, “discombobulate” (karmakarışık) sözcüğünün anlamını bilmediği için anadilinden kırık not vermişti. 

Sanırım ona dünyada en çok “hem güçlü hem cahil olanla yaşamaya tahammül etmek” zorunda kalması ağır geliyordu.

İflah olmaz iyimserliğiyle “Akıllı insan hatalarından öğrenir,” deyimini; “Akıllı insan umutlarından öğrenir,” tekerlemesine çevirmişti.

O kadar iyimserdi ki İsveç’e soğuk hava kliması satmayı düşünmüştü.

O kadar iyimserdi ki; yüzde 64’ün Yahudi komşuyla yaşamak istemediği hoşgörülü ülkemizde, “Ne güzel, bizim kuşağın ırkçılık sıkıntıları bu kuşağa hiç ulaşmadı” derdi.

O kadar iyimserdi ki doğduğu topraklara hiç küsmedi…

Ben ise onu her andığımda doğduğu toprakların elindeki kayıp bilgenin kıymetini hiç bilemediğini düşünür, mirasyedi savurganlığımıza hayıflanırım…

Ayşe Önal

***

Hoşçakal Lüzumlu ve Lüzumsuz Adam!

İshak Alaton veya hepimizin İshak Bey’ini kaybettiğimizden bu yana henüz sayılı günler geçti.

Ardından yazılan mesajlarda makalelerde yer alan ortak cümle: Büyük bir coşku, insana enerji veren bir yaşam heyecanı ve Türkiye’nin geleceğine ilişkin bitmeyen bir umut…

Çevremizde pek çok heyecanlı insan var. İshak Bey’in farkı, hayatı boyunca tutarlılıkla, büyük bir heyecan, enerji ve coşkuyla hümanist, rasyonel ve demokrat bir toplum özlemini savunmuş olmasıydı.

Bu özellikler İshak Bey’in benliğine işlemişti.

Lüzumlu Adam ve Lüzumsuz Adam isimli iki ciltlik otobiyografisinin her satırında da işte bu coşku vardı.

İshak Bey’in ‘lüzumlu adam’ kimliği saygılı bir evlat, iyi bir aile reisi ve başarılı/güvenilir bir iş insanıdır.

Onu toplumsal bir figür haline getiren ise, 65 yaşında hayatının geri kalan bölümünde daha çok ağırlık vermeyi arzu ettiği ve ‘lüzumsuzluk’ olarak adlandırdığı sosyal ve düşünsel kimliğidir.

Belki bu ayrımı sadece her düşünen insana yönelik bir manifesto veya çağrı olarak görmek daha doğru. Tıpkı, Mevlana’nın “Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” öğüdü gibi...

İshak Bey hakkında konuşurken ‘lüzum ve lüzumsuzluk’ çok tartışmalı veya çift anlamlı bir konu...

Çünkü İshak Bey neredeyse hayatının son saatlerine kadar kurucusu olduğu Alarko’nun sorumluluğunu tam olarak terk etmedi

Diğer yandan iş yaşamının ilk günlerden itibaren de gençliğinde İsveç’te tanıştığı sosyal demokrat ilkelerin savunucusu ve uygulayıcısı oldu.

Daha gençlik yıllarında, öğle yemeklerini çalışanlarıyla birlikte karavanadan yediği ve yemekhaneyi pembeye boyattığı için ‘komünist’ soruşturmasından geçecek kadar ideallerinin peşine düşmüştü.

İdeallerini önce iş dünyasının TÜSİAD ve benzeri sivil toplum örgütlerinde, ardından bir düşünce kuruluşu olarak kurulan TESEV bünyesinde savundu. Hayat görüşü, sosyal sorunlara ilişkin çözüm önerileri nedeniyle bazen tek başına kaldı. O zaman da medyada, kamuoyu karşısında görüşlerini tek başına savunmaya devam etti.

İshak Bey (kendi anlatımıyla) gençlik yıllarında Karl Marx okuyarak atipik bir kapitalist olmuştu. Olgunluk yıllarında Karl Popper’ı okuyarak Açık Toplum Vakfı’nı sosyal kimliğinin odağına yerleştirdi.

İnsan hakları, kadın-erkek eşitliği, azınlıkların desteklenmesi, hukukun üstünlüğü, şeffaflık, ifade özgürlüğü yaşamın her alanında demokrasi İshak Bey’in olmazsa olmazlarıydı. 1999 yılında tüm dünyada Açık Toplum Vakıfları’nın kurucusu olan George Soros ile tanıştıktan sonra enerjisinin önemli bir bölümünü bu kolektif çabaya ayırmaya karar verdi.

Açık Toplum Vakfı’nın Türkiye’deki kurucuları ve öncüleri arasında yer aldı.

Vakıf, kuruluşundan bu yana, İshak Bey’in kişisel olarak da inandığı değerler doğrultusunda gerçekleştirilen yüzlerce projeye imza attı.

İshak Bey sağlık koşulları nedeniyle geçtiğimiz yıl sonunda Açık Toplum Vakfı Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini devretti. Bu devir teslim öncesinde George Soros İshak Bey onuruna Kasım ayında İstanbul’da bir teşekkür gecesi düzenledi.

İshak Bey o gece yaptığı konuşmada şöyle diyordu:

“Bugün, 2015’in son günleri... Geçtiğimiz beş yıl içinde vakıf olarak 250’nin üstünde projeyi destekledik. Bu projeler içinde bana en çok heyecan verenler, kadın ve erkek eşitliği ile ilgili olanlar... Ömrüm boyunca, kadınların toplum içinde geri bırakılmalarına karşı çıktım. İş dünyamızda da kadınlara eşit haklar verilmesi için çok çalıştım. Anadolu’daki ve özellikle Güneydoğu’muzdaki kadın-erkek eşitliği yolunda sivil toplum kurumlarına devamlı aktif destek verdik... Türkiye’deki Açık Toplum Vakfı’nda çalışan profesyonel ekibin tamamının kadınlardan oluştuğunu da ilave edeyim. Yüzde 100 kadın egemenliği var bizim vakıfta...”

Ben de o kadınlardan biriyim. İshak Bey’i tanıdığım, birlikte çalışma ve ondan öğrenme fırsatı bulduğum için kendimi çok ayrıcalıklı ve mutlu hissediyorum...

Hoşçakal Lüzumlu ve Lüzumsuz Adam.

Açık Toplum Vakfı olarak seni hiç unutmayacak, bize yadigâr kalan eşsiz değerlerinin uygulayıcısı ve takipçisi olacağız. 

Gökçe Tüylüoğlu / Açık Toplum Vakfı Genel Müdürü

***

Basından : Uç fikirlerin renkli insanı İshak Alaton

Sanayi dünyasının duayenlerinden İshak Alaton geçtiğimiz hafta son yolculuğuna uğurlandı. Türk Yahudi cemaatinin bir özgün yanı vardır; Birleşik Devletler’de bile görülmeyecek şekilde sanayi yatırımına meraklıdırlar ve doğrusu Alaton’un kuşağı sınai üretiminde hakkıyla yerini tutmuştur. İshak Bey’in bir ikinci özellik de vardı; televizyon ve yazılı basında bazı halde müşterilerini ve bayilerini kızdıracak kadar uç fikirler serdederdi. Kendisiyle tanışırdık ve hatta dosttuk; iltifatını esirgemezdi. Yüzde yüz uyuşan iki dost olmasak da vazgeçemediğim bir renkliliği ve öne çıkan ilginç boyutlar vardı.

İshak Alaton’un asıl önemi nedir? Sanayiciliğinin yanında Lozan azınlığına mensup bir grupbun seçkinlerinin aksine ihtiyatlı konuşmayı tercih etmedi. Bu tavır bence toplumuyla bütünleşmenin samimi göstergesidir. Tenkit etmek, kırılganlığını ifade etmek Türkiye’yi ve Türk toplumunu benimsemek demektir. Alaton ve kendisini izleyenler bu takdirkar davranışı gösterdiler. Hiç şüphesiz ki özleyeceğimizi bir kişiliktir.

İlber Ortaylı – Hürriyet Gazetesi – 17 Eylül 2016

1 Yorum