Şalom yazarı Eddi Anter, son kitabı Kesmeşeker’de hem kendi muhasebesini yapıyor, hem de kendiyle sohbet ediyor.
Kitabını okurken bana romandaki ana hikâyenin yanı sıra O’nunla yani Tanrı’yla sohbet ve muhasebe yaptığın hissini de verdin. Bu konudaki düşüncelerim doğru mu acaba?
Kesinlikle doğru; kimi zaman O’na ulaşmak için dua ederken belli bir yer ararız ancak bizler O’nunla her an beraberiz. Fark etmiyoruz. O’nunla sohbet dediğin an, aslında her zaman için geçerlidir. Bizler sürekli O’nun huzurunda olduğumuzun bilincinde değiliz. Ben zaten her an huzurdayım ve O’nun huzurundayım. O’nunla sohbet için belirli bir mekân veya vesile olması gerekmiyor. Her an alnın açık, hesap vermeye hazır hissedecek şekilde yaşamak önemli. Roman karakterleri de bunun bilincindeler.
Peki, kendinle de bir muhasebe var mı?
Günü geldiğinde okumak üzere kitaplarımın hepsini aslında kendim için yazıyorum. Öğrendiklerimi unutmamak, tekrar hatırlamak için kâğıda döküyorum. Çoğu kez yazdıklarımı sorguluyor bir kez daha ne demek istediğimi, kendimde olan değişimleri keşfe çıkmak, gelişmek için okuyorum. Ben her gün değişirken sözler sabit kalıyor ve her kelimenin, sayfanın anlamı da değişebiliyor. Sorgulamalarımı ve muhasebemi de yeri geldiğinde yansıtıyorum.
Kitabında oldukça acılar yaşamış, Yahudi bir ailenin çocuğunu kahraman seçmişsin. Neden bu çocuk Yahudi?
Kitaplarımın çoğunda karakterler Yahudi’dir. Kim olduğumu bilmek ve nereden geldiğimi hatırlamak önemli. Bildiğim bir dünyayı anlatmayı tercih ediyorum; tanıdığım bir kültürü, azınlık olmanın acılarını, korku ve dayanışmalarını yazıyorum.
Konu, güncel yaşamdan ve trajik... Kurban rolündeki kahramanın düşüncelerini kelimelere dökerken, okuyuculara bu dramı gerçekten yaşayanların hislerini de aktarma niyetin de var mıydı?
Hikâyenin ağırlığı ve anlamı okuyucunun beynindedir (tebessüm). Fakat çocuklara yönelik taciz ve evde dayak konusu dünyanın her yerinde çok güncel bir konu. Özellikle güncel diye yazmadım ancak denk geldi. Olması gerekiyordu demek... Genelde romanlarımın konu ve kurgusu en son safhada oluşuyor. Kitabı yazmaya başlarken aklımdan geçen niyetle kitabın sonunda ortaya çıkan arasında epeyce fark oluyor. Hem karakterler başını alıp ilerliyor hem de yönlendirildiğimi hissediyorum. Bu acıları yazabilmek için kahramanın içine girip onun neler hissedebileceğini düşünerek satırlara döküyorum. Yorucu ve acı veren bir süreç. Uzman Klinik bir Psikolog olarak yazarken olanları kendime de yaşattığımın farkındayım.
Kitabının birkaç bölümünde sanki ikinci bir kitap ya da konu var. Ana kitaba paralel, derin ve felsefi temalar içeren yorumların, Tanrı ve kendinle sohbetlerin de yer alıyor. Ne dersin?
“Her şeyin Allah’ tan geldiğini idrak edince artık yaşananları kabullenmekten başka seçim de kalmıyor. Bu yüzden kimi kime şikâyet edeceğim ki?” demişsin. Ayrıca aşk, insanın özü ve benliği ile ilgili inançlar, yorumlar da var. Bu yazdıkların, kahramanın olduğu gibi aynı zaman da senin düşüncelerin mi?
Karakterlerin çoğunda benden bir şeyler vardır ancak bu illa beni tam olarak yansıtıyor anlamına gelmesin lütfen. Tevekkül konusu çok derin bir kavramdır. Emuna ve Bitahon, Kabala’ya göre iman ve inançtan öte olan bir kabullenmek ve teslimiyeti içerir. Belirli bir yola girince inanç, olan biteni kabullenmeyi öğretiyor. Olanın olduğundan farklı bir şekilde olma ihtimali yoktu. Bunu kabullenmeyi öğrenmek hatta bilmek beraberinde teslimiyeti de getiriyor. Bunları okuyucularla paylaşmak istedim; hayatta en çok zorlandığımız konular, olayları olduğu gibi kabullenmek değil mi? Ben şahsen, ben denilen şeyden vazgeçmeden O’na, Tanrıya ulaşamayacağımın farkındayım. Bunları anlatırken aynı zamanda konu hakkında güncel düşüncelerimi de okuyucularla paylaşmak istedim.
Teslimiyet ve kabullenme arasında gel gitler, ikilemleri de dile dökmüşsün...
Kabullenme zaten nefsinle mücadeledir. Olanlara ya ben karar veririm ya da benim adıma karar veren bir merci var. Kitabın kahramanı Mert’in çok sağlam bir inancı var. Henüz ufacık yaştayken annesinin desteğiyle yarına olan umut konusunda güçleniyor. Hayatımızda her an her şey değişebiliyor. Bir gün kum tepesinin en üst noktasındayken ertesi gün kendini yerin dibinde bulabiliyorsun. Karakter, çok zor deneyimlerden geçmesine rağmen, umut, kitapta da kendisinde de hep var. Anlıyorum ki, bir insan amaçsız yaşayabilir ama umutsuz yaşayamaz. Yaşarken her an umut şart. Umut nefestir; her nefes içinde bir umut barındırır.
Her gün yeni bir gün ve her şey aniden değişebilir. Tam çukurun dibini boyladığında, birdenbire kendini en tepede de bulabilirsin.
Günlük hayatımızda biri mutlaka bize bir şeker uzatıyor. Kimimiz görüyor kimimiz görmezden geliyor. Kesmeşeker uzatıldığında onu alıp almamak bizim seçimimiz diyorsun. Aslında Kesmeşeker kitapta geçen acı olayların yerine, tatlı ve mutluluk hissi veren bir duyguyu yaşattı bende. Romandaki çocuğun da ona ümit için kesmeşeker veren Yahudi bir annesi var. Kitaba isim veren kesmeşekerin kaynağını bizimle paylaşır mısın?
Hayatımın en zor günleriydi. İçinde olduğum kuyunun dibini göremiyordum. Karanlıktaydım ve yardım isteyemeyecek kadar zayıftım. Birden beni çukurdan çıkartmak üzere insan kılığında melekler ortaya çıkmaya başladı. Her biri farklı bir yerden bana destek, güven, sevgi ve umut verirken ben de yavaş yavaş ayağa kalktım. Her birine kitabın sonunda teşekkür ettim. Halen de dualarımdalar... Bana uzatılan bir kesmeşeker de zamanla toza dönüşmesine rağmen, hâlâ her an benimledir. Onu yanımdan hiç ayırmadım. Hayat amacımı kaybettiğim o günlerde umutsuz ve sevgisiz yaşanmayacağını gördüm. Her gün yeni bir gün ve Allah’ın senin için neler hazırladığını bilemezsin! Sen nasıl yaşayacağına karar ver, gerisini de O’na bırak...
Kimi zaman kör olur görmez gözlerim; işte o zaman gözümü açacak olan kişiler gelir hayatıma. Bana beni göstermek üzere bir kesmeşeker uzatırlar. Onu alıp tatmak, bana kalmıştır artık…