Bugüne kadar, yaptığı işlerle, çağın önünde giderek ilklere imza atmış bir kadın var karşımda.
Etel Kazado Temurcan
Bugüne kadar, yaptığı işlerle, çağın önünde giderek ilklere imza atmış bir kadın var karşımda. Türkiye daha bu denli konser trafiğine alışık değilken, 4000 kişilik bir konser merkezinin kurucu ortağı olarak 40’a yakın uluslararası konser organizasyonu yapmış, internet henüz yaygınlaşmamışken Türkiye’nin ilk internet portallarından Netbul'u yaratmış, Oscar'da ülkemizin adını duyurmuş, oldukça cüretkâr ve zeki bir kadın Elif Dağdeviren. Röportaja erken gitmem sayesinde, Elif Dağdeviren’in başında olduğu 53. Uluslararası Antalya Film Festivali ekibinin yoğun ve hummalı çalışmasına şahit oldum, haliyle sorular kendiliğinden geldi.
Bir kadın ordusu ile çalışıyorsun, bilinçli bir tercih mi?
Bilinçli sayılmaz… Derinlerde her zaman pozitif ayrımcılık yaptığım için, özgeçmişleri elime aldığımda veya bana önerilen isimlerde önce kadınlar dikkatimi çekiyor. Bizim sektörde yapımcı, yönetmen gibi ana pozisyonlarda kadın sayısı oldukça az ama bu tip ara pozisyonlarda, reklam sektöründe de olduğu gibi çok fazla kadın var. İşin temposu, dönemsel olarak ya çok yoğunlaşıyor ya da uzun süre sakin oluyor. Bu yüzden de tercih ediyor kadınlar. Aynı pozitif ayrımcılığı, bilinçli olarak üç senedir jüri seçiminde yapıyorum, filmleri de değerlendirirken kaç kadın yönetmen var diye bakıyoruz. Bu yıl yarışacak on iki filmin altısının kadın, üçünün çocuk karakterlere, seçkinin tamamının aile ilişkilerine odaklanması erkek merkezli sinemamızda tematik açıdan çeşitliliği sağlıyor.
O zaman Antalya Film Festivali kadınların üzerine inşaa edilmiş durumda diyebilir miyiz?
Diyebiliriz, dediler de. Özellikle ilk sene festival ile ilgili bir röportaj fotoğrafında - Hülya Açansu, Alin Taşçıyan, Zeynep Atakan ve ben vardık - şöyle bir başlık attılar: “Kadınların Portakalı.”
Bu yoğun tempo ile nasıl baş ediyorsun?
Bu yoğunluğun geçici olduğunu biliyorum. Bizim işlerimiz süreçlerden oluşuyor. Yoğun tempo 1-2 ay sürüyor, sonra 1 ay dinlendiğim bir süre olabiliyor. Gençlik yıllarımdan beri böyle olduğu için vücut biliyor ki o dönemin sonunda bir dinlenme gelecek. Bizim işin doğasında çok yönlülük var; tek işe konsantre olsam daha çok yorulurum çünkü üretimi zamana yayılan bir şey olur. Birden çok nihayete ermesi gereken iş olunca, adrenalin oluşuyor, o ayakta tutuyor. Benim bir şansım, beynimi kompartımanlara ayırabilmem. Birini açıp birini kapatabiliyorum. Konuların içinde rahatlıkla dolaşabiliyorum. Bazıları bunu yapamaz ama onlar da işin derinlerine iner. Ben inemiyorum. Bence önemli de bir yönetici özelliği bu. Derinleşme noktasında da ekip devreye giriyor.
Nasıl bir ekip var EDGE’de peki?
Çok iyi. Hepsi çok uyumlu. Benim için bu çok önemli. Çok tecrübeli bir ekibimiz var. Tecrübeli ve daha az tecrübeli arkadaşların, uyumla bir ekibin parçası olarak bir arada olmasını tercih ediyorum. Uyumlu bir ekip iş ile de uyumlanır ve işler yürür. Tecrübeli ekip uyumsuzsa, salt tecrübe faydasız kalır, iş yürümez.
“BUGÜN ELİMDEN HER ŞEYİ ALIN, BEN YENİDEN BAŞLARIM”
İş dışında neresindesin hayatın?
Şu anda hiçbir yerinde!
Bu soruyu atlama lütfen. Çok yönlü bir kadınsın, hep farklı işlerle hatta magazinel tarafınla anılıyorsun ve yaptığın işler sıklıkla o anda hayatında olan adamlarla anılıyor.
Bu adama yormalardan artık çok yoruldum. Hadi bir işi yordun, iki işi yordun, eh be kardeşim, bu kadar adam desteği ile bir yere gelen kişi, bir noktada çuvallar. Hadi diyelim birilerinin desteği ile geldim, işi beceremezsen, istediği kadar destek olsun ne fayda? Gazeteci oldum, “Ercan Arıklı babasının arkadaşıydı” denildi. Eh hadi oldum, 6 ay içinde kim yazı işleri müdürü oluyor, kim dergi satışlarını arttırdı diye dünya ödülü alıyor? Üstelik daha 24 yaşımdaydım. Hayatımda kimse yokken, arkamda bir patron yokken, kaza geçirdiğimde yattığım yerden Netbul’u kurdum. Bunlar hep kişisel başarı isteyen işler. Benim arkamda önce ben varım ve benim kaybedecek hiç bir şeyim yok. Ne bakacağım bir çocuğum var ne de bakmakla yükümlü olduğum bir aile. Bugün elimden her şeyi alın, ben yeniden başlarım. Çünkü yeniden başlayacak malzemenin tümü benim içimde.
Antalya Film Festivali için hedefin ve motivasyonun nedir?
Her işimde tek motivasyon kaynağım, elime aldığım meseledir. Antalya Film Festivali için de durum böyle. İki sene içinde dünyada konuşulan ve Türkiye sinemasını dünya ile buluşturarak ülkenin temsil değeri en yüksek uluslararası festival etkinliği olmasını hedefliyorum. On film yerine yirmi film getirmek, uluslararası üç meşhur ismi kırmızı halıda yürütmek, havalı beş de workshop yapmak, festival yapmak demek değildir. Sektörü nasıl çağırdığınızı, sektörün festivalden nasıl bir kazançla ayrıldığını, festivalin yaptığınız şehre nasıl bir değer kattığını ve uluslararası markalaşmasına faydasını düşünmek ve planlamak gerekiyor. Ancak bu başarıldığı takdirde iki sene içerisinde festivali konumlandırabilirsin. Sıfırdan bir marka için konuşuyorum tabi. Algısı oturmuş bir festivali, baştan imajlamak ise çok daha zor. İlk sene, Alin Taşçıyan ve Zeynep Atakan’la birlikte kapı kapı dünyadaki bütün festivallere gittik; kendi ilişkilerimizi de kullanarak Antalya Film Festivalinin başındaki ismin –ki belediye başkanı olması zaten yadırganan bir durumdu, ne yapmak istediğini anlattık. Antalya Büyükşehir Belediyesi Başkanı ve Festival Başkanımız Menderes Türel’in de sonsuz desteği ve katkısıyla altı ay içinde, festivali tamamen başka bir yere taşıdık. Antalya Film Festivali ve Altın Portakal ismini dünyadaki diğer örneklerinde olduğu gibi, ayrıştırdık. Festivalin ismi Antalya oldu, ödülün ismi ise Altın Portakal. Bu sayede, ödülün prestijini arttırdık. Geçen sene dünyanın saygı duyduğu Jeremy Irons ve Vanessa Redgrave gibi isimlerin Antalya’ya geldiğini göstermek için çok uğraştık. Ben bu işi bıraktığımda, aradan zaman geçtiğinde, “Bak, o zaman atılan tohumlar Türkiye sinema sektörüne nasıl da faydalı oldu? O zaman ki dönemin uluslararası markasının bize ne kadar da faydası oluyor” deniliyorsa işte o beni mutlu edecek.
“ELLİLİ YAŞLARI HEYECAN İLE BEKLİYORUM”
Sorumuza geri dönelim hayatın neresindesin? İş ve magazini çıkaralım, Elif üstüne yoğunlaşalım.
Otuz yaşına girdiğimde Hürriyet’te köşe yazıyordum. Yazımın yayın tarihi tam doğum günüme denk geldi. Bir yazı yazdım, "Otuz hoş geldin! Seni heyecanla bekliyordum" diye. Coşkuyla sarıldım otuzlara. Kırklara kadar bir insanın yaşayabileceği en olağanüstü hayatı yaşadım. Kırka aynı coşkuyla sarılmadım, çünkü dört rakamıyla aram yok. Belki bu yüzden, kırk bana küstü bilemiyorum. Kırktan sonra bir şey oldu, sanki etrafımda bir koruma kalkanı varmış da, allah bana kırklarda bu kalkanı açalım biraz dedi. Bebeğimi kaybettim, sağlığım gitti, maddi olarak iki iflas yaşadım, ilişki olarak olumsuz bir dönem geçirdim. Yokluklar, kayıplar, ölümler, ihanetler, acılar girdi hayatıma. Bu olumsuzluklar öyle bir tecrübe sahibi yaptı ki beni, bu sebeple bunlara da şükrediyorum, iyi ki kırklarda olmuş tüm olumsuzluklar, allah beterinden saklasın tabi. Şimdi elliyi de otuzlar için duyduğum heyecan ile bekliyorum. Hayatımın çok güzel bir dönemini yaşayacağımı düşünüyorum. Bence insanlar yaşlanmaya karar verdikleri noktada yaşlanmaya başlıyorlar. Eğer yaşlanmıyorsam, elliler, enerjinin devam ettiği ve insanların sana farklı bir saygı ile bakmaya başladıkları yaşlar olacak diye düşünüyorum. En azından ellide de arkasında bir adam var demeyeceklerdir diye umuyorum.
Yapımcısı olduğun ‘İftarlık Gazoz’ için Oscar aday adaylığı bekliyordun. Aday olmayacağını öğrendin, ne düşünüyorsun?
Seçilen film ‘Kalandar Soğuğu’ geçen sene Antalya Film Festivalinde hem ulusal hem uluslararası yarışacak kadar çok beğendiğimiz ve Türkiye’yi çok iyi temsil edecek bir film. Dört ödül aldı geçen yıl Antalya’dan. Ancak maalesef sadece filmin iyi olması yetmiyor. Hiç mütevazı olmayacağım, daha önce Oscar’da esememiz okunmazken ‘Dondurmam Gaymak’ filmi ile aday olduk ve bu süreçleri çok iyi biliyoruz. Oscar’ın birkaç derdi var. Oscar’a ortalama yüz ülke başvuruyor. Puanlama sistemi bu filmlerin dikkat çekmesi ve seyredilmesi ile alakalı. Bu yüz film de kendi ülkelerinin en iyileri. Orada ayrışmak diye bir dert var. Oscar iki nedenle yabancı film kategorisi koyuyor; bir, birileri gelip bizim ülkemizde para harcasın; iki, biz yeni isimler ve yetenekler keşfedelim diye. Yapımcı ve stratejik iletişim nosyonu, filmin iyi olması kadar önemli ve iletişime ciddi bir kaynak ayırmak gerekli. Benim gittiğim sene İspanya 2,5 milyon USD ayırdı. Biz ayıracak mıyız? Oscar tuzaklarla dolu. Orada iletişim ile ilgili kiminle çalışılacak iyi karar vermek gerek. Binlerce adam var, kim iyi ayırt etmek gerekiyor. İyi dedikleri adam, bir bakıyorsun, sektörün uzağında kalmış, anlayana kadar paralar yanıyor. Lobi çok önemli ve zaman çok kısa. Yolları açık olsun.
Sektörde böyle bir dayanışma var mı? Senin kapını çalıp biz bu sene Oscar’a gidiyoruz, ne yapabiliriz deniliyor mu?
Tabiki var. Bizden önce Mine Vargı gitmişti, bana çok yol gösterdi. Bizden sonra Zeynep Atakan, Baran Seyhan gitti; Mine Hanım’la birlikte onlara çok destek olduk. Orada Türkiye sinemasının adının anılmasının hepimize faydası var.
İyi filmin kokusunu nasıl alıyorsun?
Senaryoyu iyi okuduğumu düşünüyorum. Sırf yapımcı değil, ‘yaratıcı yapımcı’yım aslında. Filmin sadece teknik tarafında değil senaryo ve casting için de yönetmenle bir arada çalışıyorum. Yönetmenle ya çok iyi anlaşmak gerekir ya da yönetmeni çok iyi okumak, psikolojisini anlamak gerekir. Yönetmen filmin gözü. İçinde aşk yoksa aşk çekemez bir yönetmen. Ya da sakin mizaçlıysa aksiyon çekmesini yanlış bulurum.
Yönetmenlik yapmayı düşünüyor musun?
Ortak direktörlük yapabileceğimi düşünüyorum. Senaryo yazmıştım on yıl önce. Kadını doğru anlatan kadına değen bir film yapmak var kafamda.
Yaptığın işler ve girişimlerinle birçok konuda ilklere imza atarak hep önden gittin. Antalya Film Festivali’ndeki konumunla ilk defa tam zamanında bir iş yaptığını düşünüyor musun?
Artık ‘ilk’ olmakla değil ‘en’ olmakla ilgileniyorum. İlk olunca evet yolu açıyorsun ama ekmeğini yiyemiyorsun. Müthiş de enerji harcıyorsun. Artık, mesela festival sırasında, önüme gelen projelerde bunun için daha erken diyebiliyorum.
“ULUSLARARASI ANTALYA FİLM FESTİVALİ, SOSYAL SORUMLULUK PROJELERİYLE DİKKAT ÇEKECEK”
Bu yıl yeni neler var Antalya Film Festivali’nde?
Festival seçkisinden bağımsız olarak sitemizde açıkladığımız yönetmelik koşullarına uygun tüm tamamlanmış filmlere açık olan FILM TMR (Film Talent Marketing Rounds) var. Amacı dağıtımcılar, televizyon alıcıları, online film dağıtımcıları, uluslararası festivaller gibi tüm alıcıların, Türkiye’de Ocak 2015’ten sonra çekilmiş filmleri seyretmelerini ve bir araya gelebilmelerini sağlamak. Kısa ve uzun vadede özellikle ticari anlamda sinemamızda kazanımlarını göreceğimize inandığımız bir bölüm. Festival bu yıl, Cam Piramit’le Antalya Kültür Merkezi arasındaki Kral Yolunu Festival Yoluna dönüştürüyor. Bu yıldan itibaren Cam Piramit, her festival döneminde sektör için devasa bir festival merkezine dönüştürülecek. Festival Yolunda ise konuklar her gün başka eğlenceli süprizlerle karşılaşacak. Söyleşiler, yerli ve yabancı yıldızlarla imza saatleri, müzik dinletileri, atölyeler, sergiler, ürün satış noktalarının da bulunduğu alan, sinema salonlarıyla birlikte festivalin en hareketli buluşma noktalarından birisi olacak. Uluslararası Antalya Film Festivali, sosyal sorumluluk projeleriyle de herkesin dikkatini, insanlığın ortak sorunları üzerine çekmeyi ve farkındalık yaratmayı hedefliyor. Bu yıl, Türkiye’nin dünyada en güçlü ve pozitif duruşu sergilediği alanlardan birisi olan mülteciler konusunu ‘Hiçbir Yerin İnsanları’ başlığıyla beyazperdeden tüm misafirlere, film seckisiyle anlatacak. Korteje katılan sanatçılar, yerli ve yabancı konuklar mülteciler için bir araya gelirken, festival boyunca, bilinmeze doğru göç etmek zorunda kalan mülteciler ve mülteci olma hali, workshoplar, yan etkinliklerle de desteklenerek bir kez daha gözler önüne serilecek. Bir de tabi, 15 Temmuz’da yaşadığımız korkunç olaylar var, bir daha yaşanmasın istediğimiz. Ülkece bir demokrasi zaferi kazandık. Darbe olsaydı ne olurduyu Türkiye’den ve dünyadan film seçkisiyle anlatacağız.