Moda Sahnesinde sezonun açılış oyunu Thomas Jonigk’in 1994’de yazdığı, Sibel Arslan Yeşilay’ın Türkçeye kazandırdığı ‘Torun İstiyorum’ adlı güldürü.
1966 ’da Eckernförde’de doğan oyun, roman, radyo tiyatrosu, opera librettosu yazarı yönetmen Thomas Jonigk, 1995 yılında Theater Heute dergisi tarafından yılın genç oyun yazarı seçilmiş, 1997-1999 yılları arasında ‘Wiener Schauspielhaus’ta baş dramaturg olarak çalışmış.
Halen serbest yazar olarak Berlin’de yaşayan “Jonigk bütün oyunlarında ‘aile’yi konu alıyor. Keskin toplumsal eleştiri içeren bu oyunlarda aileyi dehşetin, vahşetin, her türlü toplumsal baskının hayata geçirildiği bir burjuva cehennemi olarak çiziyor. Kuşak çatışmaları, cinsel roller arasındaki iktidar savaşları gibi bilinen konuları farklı bir üslupla, en keskin eleştirileri bile son derece eğlenceli bir biçimde yansıtmayı başaran yazarın en önemli özelliği, oyunlarında kullandığı kendine özgü dil. Baştan aşağı kelime oyunları, ses uyumları, kafiyeli, tumturaklı sözlerle dolu oyunlarında kullandığı günlük yaşamda kullandığımız dilden uzak yapay dil, aynı zamanda ameliyat masasına yatırdığı burjuva toplumunu sarsma işlevi de üstleniyor.”
Torun İstiyorum’da, günümüz Alman toplumunda, kadının gücünün dişilik ve doğurganlıktan ibaret olduğu, erkek egemenliğinin tartışmasız her alanı ele geçirdiği, yozlaşmış din kurumların her dem güçlünün yanında yer aldığı, çocukların olanları gözü kapalı kabullendiği ya da paranın gücü yüzünden kabul etmek zorunda kaldığı yaşam biçimini, acımasızca hicveden bir oyun. Absürt ve komik bir öykünün atmosferinde Faşizmin kılık değiştirerek burjuva toplumunu nasıl yeniden oluşturduğunu anlatan tokat gibi sert bir metin.
Oyunu yöneten Kemal Aydoğan, orta oyunu ve meddahtan etkilenen, vodvil halk tiyatrosu arasında oyunlar sergileyen, Muammer Karaca ve Sururi’lerin İstanbul Tiyatrosu tarzını klasik Yeşilçam melodramlarının “nayır, nolamaz”lı diliyle zekice harmanlayarak grotesk ve çılgın bir güldürü temposu yeğlemiş. Aşırılıktan kaçınmak bir yana, anlatılanların absürt yönünü vurgulamak için dizginleri boşlayıp iyice aşırıya kaçmış. Küçük oğulun annesine cinsel kimliğini açıkladığı sahne, ağabeyin kardeşe verdiği cinsellik dersi, muhterem pederin velfecri okuyan gözleri, aslında erkekliğine güvenemeyen ‘maço’ ağabeyin, yerinde olduğundan emin olmak istercesine elinin devamlı ‘orasında’ olması gibi, böyle bir yorumun olmazsa olmazı, cinaslı diyaloglarla tadında müstehcenliği kullanmaktan da çekinmemiş.
Oyunun ilk dakikalarında, inanılmaz yapaylıkta bir dille konuşan, kendini yerden yere vuran anneye bakıp da “ne oluyoruz” diyen seyirci de, oyunla beraber ısınıp, bir yandan kahkahalarla gülerken bir yandan da düşünerek, irdeleyerek izlemeye başlıyor.
Bu beklenmedik yorumun bu kadar başarılı olmasını sağlayan ekibe gelince, önce mutfağın değişmez ikilisi, Işık tasarımında İrfan Vanlı ve Sahne tasarımında Bengi Günay kocaman birer tebrik hak ediyorlar. İrfan, olayların ve karakterlerin çiğliğinin, yapaylığının altını, devamlı üstlerine vuran çiğ bir beyaz ışıkla bir kez daha çizerken, hiç yoktan mekân var etmenin büyücüsü Bengi ise, bu kez (zorunlu) iki üç parça mobilya dışında dekorun tamamını duvara çizerek harikalar yaratıyor. Aile babasının portresi ise olağanüstü.
Kemal Aydoğan, her zamanki gibi oyuncu kadrosundan çok sağlam bir yorum alıyor:
Ödüllü sinema ve dizi oyuncusu Nazan Kesal, 1996-2004 arasında Diyarbakır, 2004-2010 arasında da Bursa Devlet Tiyatrosu’larında oyunculuk ve yönetmenlik yapmış, ilk kez sahneye çıktığı İstanbul’a, neredeyse 20 yıllık bir aradan sonra, oğlunun kanını alırken canı oğlununkinden çok yanan hemşire olarak ‘Iska’ da dönmüştü. Ama ne dönüş!
“O benim oğlumun kanı” dediğinde gözünden süzülen bir damla yaşın izleyicinin kalbini dağladığı, ölçülü ve derinlikli yorumunu hâlâ unutamadığım Nazan Kesal’ın “çılgın anne”si anlatılır gibi değil. Bütün ekip çok başarılıydı ama kanımca Nazan olmasa Torun İstiyorum, böyle olamazdı.
Oğulları canlandıran, gerçek yaşamda da kardeş olan Münircan ve Caner Cindoruk çok iyiler. Küçük fakat kilit suflöz rolünde Ahsen Özercan da öyle. Bülent Çolak, rahibin hem inançta hem cinsellikte iki arada bir derede kalışını başarıyla veriyor. Aslı Samat’ın, göreceli olarak en aklı başında karakter “şişko gelin” yorumunu da çok beğendim. 28 yıl Ankara Devlet Tiyatrosunda çalışmış olduğu için, ancak ‘Roberto Zucco’nun bütün annelerini canlandırdığında tanımış olduğum, ‘Özel Kadınlar Listesi’nde hayran olduğum Hülya Gülşen, seksi Norma’ya ‘cuk oturuyor.’
Aynen “En Kısa Gecenin Rüyası” gibi, birkaç sezon dolu dolu oynanacak, izlenmesi şart bir oyun.
Tiyatro sahne dışına taşmaya devam ediyor Altıdan Sonra Tiyatro Pera Palace’da ‘Pera’nın Zamanı’
Pera’da zaman her yöne akar…
Pera Palace otelinde yıllardır biriken anılar zamanda bir tür kırılmaya sebep olur. Konukların bazıları odalarında bir döngü içerisinde takılıp kalmışlardır. Bellboylar, seyircilerin de yardımıyla odalarda bahar temizliğine başlar. Konukların Pera Palace’tan ayrılma vakti gelmiştir…
Tiyatro, canlı oyuncu avantajı sayesinde, beki de Gösteri Sanatları arasında yaşamı en iyi yansıtanı. Son yıllarda tiyatromuzu salonlardan ve sahnelerden taşırarak aynası olduğu yaşamın mekânlarına götürmek için ciddi çabalar var. Önce, İtalyan Sahne’nin şeffaf dördüncü duvarını yıkarak, sahne kavramı yok edilmeye çalışılmış, in-yer-face theatre, oyuncularla aynı odada, neredeyse diz dize oturan izleyicinin olayın seyircisi değil, hissedeni olması, oyuncularla birlikte yaşaması amaçlamıştır.
Sonraki adım, doğal olarak tiyatroyu direkt olarak yaşamın mekânlarına taşımak olmuştur.
Tiyatro Pol, ‘Teklif’le izleyiciyi, Harbiye’de, üst orta sınıftan bir çiftin yaşadığı eve misafir ederek, seyircinin hiç farkında olmadan yaşamlarını sürdüren iki insanın, tutkulu sevişmelerine, konuşmalarına, tartışmalarına, kavgalarına, kısaca ‘mahremiyetlerine’ sokmuştur.
Altıdan Sonra Tiyatro bir süredir Teklif’teki, bir dereceye kadar ‘voyeurist’ deneyim yerine, izleyicinin katılımcı olduğu ‘interaktif’ bir tiyatro üzerinde çalışmakta. İlk olarak, Alman tiyatro topluluğu Lokstoff! ile birlikte gerçekleştirdikleri ‘Yokuş Aşağı Emanetler’de, izleyiciler, kentsel dönüşüm kapsamında yaşadıkları mekânlardan çıkarılanlarla özdeşleştirilmiş, Kumbaracı Yokuşunda başlayıp, yokuş aşağı yol alarak kumbaracı50 sahnesinde sona erecek yolculuk boyunca, hepsi de yaşanmış hikâyelerini, emanet olarak geridekilere bırakan karakterlerin anlatılarına tanık olmuşlardı.
Bu müthiş etkileyici ‘sokakta tiyatrodan’ iki yıl sonra, Lokstoff!’la yeni ortak yapımları ‘Sorunlu İnsan Kaynakları’, Aksanat’ın İstiklâl Caddesindeki binasının girişini, giriş katını, üst kata çıkan merdivenlerini ve üst kattaki sergi mekânında vahşi kapitalizmin iş dünyasına yansımasının çok sert eleştirisini, izleyicinin yüzünden gülümsemesini eksik etmeden, eğlendirerek, keyifle yapan bir çalışmaydı.
Yokuş Aşağı Emanetler’i ve Sorunlu İnsan Kaynakları’nı da yazan ve Lokstoff!’dan Wilhelm Schneck ile birlikte yönetmiş olan Yaman Ömer Erzurumlu bu kez tamamen bizden bir projeyi, Altıdan Sonra Tiyatro’nun yürütücülüğünü yaptığı, koordinasyonunu Can Erol ve Gülhan Kadim’in üstlendiği, farklı bölümlerini Gülhan Kadim (Tıkanmışlık Sendromu), Seda Özen Yürük (Lo Lo Lo), Selin Girit (Ölmek Sanatı), Selen Orcan (Son Şarkı), Yaman Ömer Erzurumlu’nun (Bellboy’lar) yazdığı, ‘Pera’nın Zamanı’ oyununu yönetiyor. Pera Palace’ın odalarında, balo salonunda ve genel alanlarında geçen bu interaktif çalışma, ilk ikisini bile aşan, etkileyici ve eşsiz bir deneyim.
Dört oda, dört öykü ve dört dörtlük bir oyuncu kadrosu: Aslı Can Kortan, Aziz Caner İnan, Erkan Kortan, Hakan Emre Ünal, İhsan Dehmen, Merve Öztoprak Kantarcı / Seda Yürük, Özer Arslan, Seyfi Erol ve yardımcı rollerde Doğa Uğurel, Eyüp Çelik, Güray Doğru, Ozan Talay, Can Erol.
Ve tabii ki başrolde, Agatha Christie, Greta Garbo, Ernest Hemingway ve Franz Joseph gibi ikonik misafirlerinin adlarını taşıyan odaları, hâlâ çalışan o güzeller güzeli antika asansörü ve onu çevreleyen anıtsal merdivenleriyle, ilk Cumhuriyet Balosu’na ev sahipliği yapmış Grand Pera Balo Salonu ile Pera Palace’ın kendisi var.
Yaman Ömer Erzurumlu’nun oyuncularını yönetmesinden bile büyük başarısı, mekânların olağanüstü kullanmasında. Evet öyküler ilginç, Lo Lo Lo da iki ayrı odanın birlikte kullanılması çok parlak bir fikir, benim terazim derinlemesine yorumuyla Hakan Emre Ünal’a doğru hafif kaysa da oyunculuklar çok iyi, Burçak Çöllü’nün şarkılarını olağanüstü sesiyle yorumlayan Aslı Can Kortan müthiş ama, asıl ‘Yaman’ iş Pera Palace’ın bu derecede doğru kullanımında.
Mevsimin olmazsa olmazı. 18 -19 Ekim ve sezon boyunca Pera Palace Hotel Jumeirah’da.