Vertigo

Bir renk cümbüşü üzerinden kendine bakmak

Dalia MAYA Sanat
13 Ekim 2016 Perşembe

Yaşadığı vertigo hastalığından yola çıkan Ressam Süzet Haklı’nın, tuvaline yansıttıkları 13 Ekim’de sanatseverlerle buluşuyor.

  Kimi resimde bir volkanik patlama, kimi resimde bir parçalanmışlık, kimi resimde ise bir dağılmışlık betimleyen Süzet Haklı, Nişantaşı Art 212 Galeri’de.

 

Yaprakların sarıdan turuncuya, turuncudan kırmızıya döndüğü yağmur sonrası bir sonbahar günü… Narların kızardığı, biraz daha uzakta ayvaların yavaş yavaş olgunlaşmaya başladığı bir gün. İleride Boğaz. Serin rüzgarda denizin dalgaları, yaprakların sallantısına karışıyor. Doğanın bin bir rengi, toprak tonlarının, suyun yeşiline, göğün mavisine karışması… Giderek bir gün batımının kıpkızıl patlaması… İnsanın, özellikle de kadının önce ailesinde,  sonra yaşadığı toplumda konumlandığı yerde kendine bakışındaki parçalanma, farklı görev ve sorumlulukların getirdiği ayrışma. Görevlerin isteklerle çakışması. Sonuç: Vertigo!

Ben geldim” diyor Süzet Haklı. Gelen bendim ama onun ağzından dökülüyor sözler: “Ben geldim”. 
Daha önce hayvanlar serisini yazmıştım. Evinin içine misafir ettiği hayvanlar. İnsan gözleri ile insanın yaşam alanındaki duruşlarını, ruh hallerini, umutlarını ve yaşam paylaşımlarını sergiliyorlardı. Şimdi aynı canlı renkler, aynı doğa tonları ve hareketler. Bir şekilde doğa gibi, doğadan ve bir o kadar doğa üzeri. Her tabloda birçok kadın portresi… Merkezden çerçevenin dışına doğru atılan mızraklar, merkezkaç kuvvetinin etkisinde gibi görünen dönüşler ve kadın portreleri. Dış çerçevenin cilalı yüzeyine karşılık, içerinin cila istemez, -net ve dürüst- mat ruh halleri. Karmaşık, girift, renklerin düşünceler ve duygular gibi birbirine karıştığı doğa hallerine karşılık net, güzel, bakımlı kadın portreleri... Dışarı bakarken içerdekini gören keskin bakışlar.  İçindeki bir değil, bir sürü farklı kadının varlığını önce fark eden, sonra kabul eden… Mükemmel ya da mükemmele yakın eş, fedakâr anne, başarılı aşçı, her an dinlemeye hazır arkadaş ya da ….. Noktaların yerini siz dolduracaksınız resimleri izledikçe.

Her şey serginin de ismini aldığı Vertigo hastalığı ile başlıyor. Fiziksel hastalıkların düşünsel sebepleri ve hastalıkları aşmanın metafiziksel yöntemleri üzerine çalışan Louise L. Hay güç noktasının anda olduğunu söylüyor kitaplarında: “Tam bu anda, tam beynimiz ve düşüncemizin olduğu yerde.”  Öyle bir güç noktası ki, bir sabah, Süzet Haklı, yataktan kalkamıyor. “Üç sene önce, vertigo geçirdiğimde üç ay yataktan kalkamadım. Dengemi bulamadım. Uzun süre dinlenmem gerekti. Dinlenme süreci aslında kendimi dinleme süreci oldu. Kendi parçalanmışlıklarımın içinde kendimi bulmama neden oldu. Çünkü annelik bir tarafta, eşlik bir tarafta, arkadaşlık bir tarafta çok dağıldım; kendimi kaybettiğimi hissettim ve dağılan parçalarımı toparlamak istedim. Dolayısıyla bu sergide ben varım, yaşanmışlıklarım var. Ama aslında benim üzerimden tüm kadınlar var.”

Ufak atölyede döne döne bakıyoruz resimlere. Birini kaldırıp diğerini asıyoruz. Bir merkezden dışarı doğru açılan bir dünya. Ressamın beyninden, içinde yıllarca biriktirdiği tüm mızraklarını fırlatıp atarcasına dışa doğru bir volkanik patlama. Kimi resimde bir hapislik hali... Kendi düşünceleri içinde parçalanmışlık, dağılmışlık ve bin bir surat hali...

Bir sabah yataktan kalktım. Tavan yerde. Nereye basacağımı bilemedim. Kendimi dinledikçe ne yapmak istediğimi, nereye varmak istediğimi ve aslında kim olmak istediğimi gördüm.”  Bir tür mozaikti sanatçı o anda... “Bir sürü portreden oluşan bir mozaik, yangınlar, yaşadığımız kötü olaylar, güzel olaylar, mutluluklar, çevre faktörleri... Bunları yadsıyamayız, yok sayamayız. Bunlar var ama bizi tamamen şekillendirmesine izin vermemek, kendin olabilmek döngüsü de var.  İçimizde kaç portre var. Dağılmalar, deformasyonlar, bir şeyi yaparken kendinden çıkma halleri,  memnun olmasan da görev icabı yapmak zorunda olduğun vazifelerin...”

Louise Hay kitabında vertigonun kökeninde ‘korkulu düşünceler ve bakmayı reddediş’ olduğunu yazıyor. Bakmayı reddediş! Bir sanatçı için, hele bir ressam için ne kadar da zorlu bir durum. Ama hastalığın kökeni, şifa bulmak isteyene, iyileşmenin tedavisini de sunuyor beraberinde: Bakmak zorunda kalıyor ressam.  Ormana özellikle... Çünkü deniz tehlikeli. Deniz değişken, su kaygan. “Toprağa bastığın zamanki emniyette hissetme hali yoktur suya bastığında. Nereye bastığını bilemezsin. Suyun içinde sallanırsın ama ormanda, toprakta yürürken ayağın sağlam basar.”

Hastalık ve şifalanma bir süreç. Bir serginin hazırlanması da öyle. Hastalık dönemi eskizlerinin renklerle canlanışı Vertigo sergisi. Ateş, yangın ve doğa halleri... Derken karanlık. “Siyah beyaz gerilimler… Mutlaka dönüşler… Parçalanmalar ama sonra parçaların bir araya toplanması. Arketiplerimizden ayrışıp artık kendimiz olabilme deneyimi.  Şikâyet etmekten vazgeçip, düzeltmeye başlama dönemi.” 

Portrelerin kafalarından çıkan enerjiler dikkatimi çekiyor.  “Aslında çok büyük bir potansiyele sahibiz” diye devam ediyor Süzet Haklı. “Kırmızılar, siyahlar, güneşin ışıkları, gün batımının kırmızılıkları... Yine o döngünün içinde… yine o deforme kadınlar… Binlerce düşünceler…” 

Düşüncelerin etkisinde Vertigo ile döngülerde savrulup dağılacak mısın yoksa o düşüncelerin hâkimi olarak kendi isteklerin ve tercihlerin yönünde şekillendirecek misin yaşamını? Asıl soru bu sanırım. Süzet Haklı’nın yaptığı gibi, tam yukarıdan bakabilmek kendine. Yukarıdan bakarak bin bir suratın herbirinin çekim ya da itiminde kalmadan bütünü görebilmek. Çünkü ancak bütünü gördüğünde insan, kendinden özgürleşebiliyor. Yukarıdan bakıp da bütünü görebildiğinde, o bin bir suratın aslında tek bir surat olduğunu, bir yerlerde hep var olsalar da, onlara rağmen ya da onlarla birlikte, karadeliklerin içinde kaybolmak yerine, toplumun da etkileri ile kendimize çizdiğimiz çerçeveyi büyüterek, çerçevenin dışına taşarak yaşamı ve kendini gerçekleştirmek mümkün. Tıpkı Süzet Haklı’nın resimlerini sözleri ile tamamlaması gibi; “aslında sen içinde olduğunu sandığın küçük dünyadan çok daha büyük bir şeysin ve çerçevenden taşmaya başlıyorsun.

Çerçeveden taştığında  geldiğin dünya öncekinden çok başka bir dünya. Kara delikler yine var. Ancak renkler barışta, “deniz ve sallantı artık korkutmuyor.”  Reddetmeyi kesip, bakmayı seçtiğinde, “sınırsızlık, kabullenme ve bilme haline geliyorsun. Artık biliyorsun. Nasıl yaşayacağını, ne yapacağını biliyorsun. Burada toprak ve denizle barışmak aslında kendinle barışmak. Çünkü ne olduğunu bildiğin zaman rahatlıyorsun.”

Güç noktası andadır demiştik Louise Hay’den alıntılayıp. Süzet Haklı ile tamamlayalım sözü: “O an kelebekler fışkırdı içimden.

Süzet Haklı’nın ‘Vertigo’ sergisi kısacık bir süre, sadece bir hafta Nişantaşı Art 212’de. Bir renk cümbüşü üzerinden kendinize bakmayı deneyimlemek için, güzel bir fırsat, kaçırmayın derim.