Osmanlı sarayında Yahudi kökenli bir başhekim Hayatizade Mustafa Feyzî efendi

Hekimbaşılık, ilk başlarda padişah ve ailesinin sağlıklarından sorumlu bir mevki iken, sonradan Osmanlılarda tıp sahasının en önemli makamı haline geldi.

Önder KAYA Perspektif
13 Ekim 2016 Perşembe

Hatta bir nevi günümüzdeki Sağlık Bakanı’na benzer sorumluluk alanlarına sahip oldu. Bu bağlamda tıp alanındaki tayinler, aziller, imtihanlar hep bu üst düzey bürokratın vazifeleri arasında yer aldı. Bu vazifedeki isimlerden olan Mustafa Feyzî Efendi, aslen Yahudi olup Müslümanlığa geçmeden önceki adı Moşe ben Rafael Abravanel idi.

 

Hekimbaşılık, padişaha en yakın makamlardan biri olup, doğal olarak oldukça nüfuzlu bir mevki idi. Ancak beraberinde ciddi tehlikeler de taşırdı. Mesela Fatih’in hekimbaşısı Yakup Çelebi, padişaha verdiği karışımla ölümüne sebep olmakla suçlanmış ve Sultan'ın ölümünün hemen ardından ordugâhtaki askerler tarafından parçalanarak feci şekilde can vermişti. 2. Bayezıd’ın hekimbaşısı Ahi Çelebi, bazı kaynaklara göre Yavuz Sultan Selim’le anlaşarak tahtı terk eden yaşlı padişahı zehirlemekle itham edilmiş, ancak görevinden azledilmekle kurtulmuştu.

Osmanlı’da gerek ulema ve gerekse de vüzera yani vezirlik yapanlar arasında güçlü ailelere sıklıkla tesadüf edilir. Ulema ailelerine örnek olarak Paşmakçızâdeler, Dürrizâdeler, Molla Fenarizâdeler, vüzera aileleri arasında da Köprülüler ilk akla gelenler. Hekimbaşılık sahasında da bu tarz ailelere rastlanır ki bunların önde gelenlerinden biri Hayatizâdeler’dir. Bu aileden dede ve torun aynı adı taşıyan Mustafa Feyzî Efendilerin yanı sıra Mehmet Emin Efendi ve onun kethüdası Mehmed Said Efendiler Hekimbaşılık makamında bulunmuşlardır.

Ailenin bu vazifedeki ilk ismi olan Mustafa Feyzî Efendi, aslen Yahudi olup Müslümanlığa geçmeden önceki adı Moşe ben Rafael Abravanel idi. Mustafa Feyzî Efendi’nin babası da döneminin ünlü hekimlerindendir. Medrese eğitimi yerine şifahanede yetişen Mustafa Feyzî Efendi, gerek babasından ve gerekse de babasının çevresinde yer alan hekimlerden mesleğin inceliklerini öğrenmişti. Öyle ki yaşadığı devirde Osmanlı ülkesinin en becerikli ve sahasına hâkim tıp adamı olarak bilinirdi. Sultan 4. Mehmed zamanında saray hekimlerinden biri iken, kaynakların belirttiğine göre özellikle padişah ve annesi Hatice Turhan Sultan’ın taleplerine kayıtsız kalamayarak İslamiyet’e geçer.

Feyzi Efendi’nin İslam’a geçmesi

Esasen Feyzî Efendi’nin İslam’a geçmesinde başka etkenler de söz konusu olsa gerek. Her şeyden önce dönem, Kadızâde hareketinin egemen olduğu bir devredir. Bu hareket İslam’da bidat olan yani sonradan giren bazı davranış kalıplarının terkini savunan, tutucu bir akımdı. Kadızâdeliğin 4. Mehmed zamanındaki en önemli temsilcisi ise padişahın vaizi ve hocası olan Vanî Mehmed Efendi idi. Kendisinden sonra öğrencisi olan ve Şeyhülislamlığa kadar yükselen Feyzullah Efendi bu akımın son güçlü temsilcisiydir. Dolayısıyla bu devre Yahudiliğe ve diğer dinlere pek de sıcak bakılmayan bir döneme denk gelir. Padişahın yakınında bulunan doktorlardan birinin Yahudi inancında ısrarcı olması ihtimal ki pek hoş karşılanmıyordu. Üstelik inanç konusu belki de o sıralarda henüz bir saray doktoru olan Moşe ben Rafael Abravanel’in yükselmesinin önünde de bir engel teşkil ediyordu. Nitekim kendisinden önce bu makamda bulunan Salih b. Nasrullah b. Sellum da bir mühtedi idi, yani sonradan İslam’ı kabul etmişti.

Osmanlı kroniklerinde Moşe Efendi’nin Müslüman olma gerekçesi padişahın hastalığı ile ilişkilendirilir. Sultan 4. Mehmed bir gün feci şekilde hastalanır, ateşler içinde yatmaktadır. Şifalı karışımlar hazırlama konusunda bilgisi ile tanınan Moşe Efendi’nin sultana yaklaşmasına Valide Hatice Turhan Sultan izin vermez. Gerekçe olarak da âlemin ışığı olan İslam’ın halifesine bir Yahudi elinin değmesinin doğru olmayacağını öne sürer. Esasen bu tutum 17. yüzyıldaki zihniyet değişiminin de açık habercisidir. Avrupa’daki ilerleyişi duraklama devresine girmiş olan Osmanlı Devleti’nin idarecileri, o vakte kadar sağlıklarını Yahudi hekimlere emanet etmekte bir sakınca görmezken, 17. yüzyılın son çeyreğinde bu tutumlarından vazgeçer olmuşlardır. Moşe Efendi ancak ihtida edip Mustafa Feyzî adını aldıktan sonradır ki hem padişahı muayene edebilmiş, hem de başhekimliğe yükselebilmişti. Hayatizâde Mustafa Efendi, Süheyl Ünver’in yayınladığı hekimbaşılara dair bir listeye göre 1669-1692 yılları arasında bu vazifede bulunmuştur ki söz konusu olan oldukça uzun bir zaman dilimidir.

Sabetay Sevi olayı

Mustafa Feyzî Efendi’nin tarih sahnesine çıktığı belki de en önemli olay mesihlik iddiasında buluna Sabetay Sevi’nin hadisesidir. Osmanlı Yahudi Cemaati içinde ciddi kırılmalara yol açan bu hadisesinin kısa hikâyesi şu şekildedir: 1665’te kendini mesih ilan eden Sabetay’ı ziyaret etmek için dünyanın pek çok farklı bölgesinden Yahudi, İzmir’e gelir. Sabetay’ın İzmir’deki Yahudi cemaat önderleri ile ciddi çatışmalar yaşandığı, gelen şikâyetler üzerine de Çanakkale Boğazı’ndaki kalelerden birine hapsedildiği biliniyor. Ancak buranın da ziyaretçi akınına uğraması üzerine yargılanmak amacıyla o sırada Edirne’de bulunan Sultan 4. Mehmed’in huzuruna çıkarılır. Yargılama sırasında Sabetay’ın çok iyi Türkçe bilmemesinden dolayı Ladino lisanına vakıf bir çevirmene ihtiyaç duyulmuştu. İhtimal ki Sabetay meramını anlatacak kadar Türkçeye vakıftı. Zira İzmir doğumlu idi. Ancak maksadını yeterince iyi anlatamaması, yargılamanın ve kendisi yaşamının seyrini derinden etkileyeceği için bir tercümandan destek alınmıştı. İşte bazı kaynaklar bu tercümanın Mustafa Feyzî Efendi olduğu şeklinde bilgiler verir. Hatta belki de Mustafa Feyzî Efendi daha yargılama başlamadan Sabetay ile görüşmüş, akıbetinin karanlık olduğunu, kendisini takip edenlerin onu ‘kral’ olarak nitelemesinin hayatına mal olabileceğini söylemişti. Oysa İslam inancını benimsemesi durumunda daha önceki yaşamındaki fiilleri affedilebilir ve bu sayede ihsanlara da nail olabilirdi. Kendisi de bu süreçten geçtiği için söylediklerinin Sabetay’ı etkilediği varsayılabilir.  

Yaşanan gelişmelerin de etkisiyle Sabetay Sevi,  şeyhülislam ve sadrazamın hazır bulunduğu yargılamada ihtida etme yoluna gitmişti. Bazı kaynaklarda yargılama sırasında padişahın da hazır bulunduğu belirtilse bile ihtimal ki Sultan, davayı bir perde arkasından izlemiş ya da bu işin takibini genelde yaptığı gibi sadrazamı Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa’ya havale etmişti. Yargılama sırasında Sabetay Sevi’ye ok atılmasına, okun tesir etmemesi durumunda mesihliğine inanılmasına karar verilir. Sevi’nin ihtimal ki Mustafa Feyzî Efendi’nin önerisiyle İslam’a geçmesiyle de dava düşer. Hatta Sultan ve sadrazam bu tutumdan o kadar memnun kalırlar ki, Sabetay Sevi’ye kapıcıbaşılık payesi ile birlikte bir miktar akçe ihsan edilir. Kendisine isim olarak da hem padişahın hem de hocası Vani Mehmed Efendi’nin ismi verilmiş ve resmi kaynaklarda Sabetay, Aziz Mehmed Efendi olarak anılır olmuştur. Esasen yaşanan gelişmeler tarihe “Avdetiler, Dönmeler, Selanikliler, Sabataycılar” gibi isimlerle geçecek olan hareketin de çıkış noktasını teşkil eder.

 Feyzi Efendi Hekimbaşılık mesleğini uzun süre devam ettirdi

Mustafa Feyzî Efendi’nin ihtida ettikten sonra da Yahudi cemaati ile bağını devam ettirdiği biliniyor. Bu arada hekimbaşılık mesleğini uzun bir süre ifa etmesi doğal olarak düşmanlarını da arttırmıştı. Gelgelelim mesleğindeki mahareti rakiplerinin harekete geçmesini engelliyordu. Feyzî Efendi, 4. Mehmed’in hekimbaşılığını yaptıktan sonra bu sultanın devrilmesi ile tahta geçen 2. Süleyman’ın da hekimbaşısı oldu. 1687-1691 yılları arasında tahtta kalan 2. Süleyman, eski dönemlerde istiska denilen siroz hastalığından ölünce, rakiplerinin eline aradıkları fırsat da geçmiş oldu. Bazı hekimler Hayatizâde’nin, sultana perhiz vererek onun ölümüne sebep olduğu dedikodusunu yaydılar. Bununla da yetinmeyerek hem şeyhülislam Feyzullah Efendi’ye hem de tahta çıkan 2. Ahmet’e hekimbaşının ilim meclislerine devam etmediğini, Yahudilerle düşüp kalktığını, namaz ve diğer ibadetleri terk ettiğini söylediler. Hakkındaki suçlamalar karşısında 2. Ahmet önce tahkikat açmayı düşündüyse de, gelen baskılar karşısında hekimbaşıyı azletti. Bununla da kalmayarak Yedikule’de hapsetme yoluna gitti. Kısa bir süre sonra da Ağustos-Eylül 1692’de bu kıymetli hekim vefat etti.

Mustafa Feyzî Efendi Ladino ve İbranicenin yanı sıra Türkçe, Latince gibi dilleri bilirdi. Tıptaki bilgisinden dolayı kendisine ‘Zamanın Hipokratı’ lakabı verilmişti. Cenazesi Edirnekapı dışına defnedilmiş ve yazımın başında da değindiğim üzere soyundan pek çok hekim gelmiştir.      

NOT: Süheyl Ünver’in bu konu hakkında kaleme aldığı bazı makalelerini temin etmeleri hasebiyle Selin Turan McCallum ve Ahmet Ulu’ya ayrıca müteşekkirim.

KAYNAKÇA

 Ali Haydar Bayat; Osmanlı Devleti’nde Hekimbaşılık Kurumu ve Hekimbaşılar, Ankara 1999

 Ali Haydar Bayat; “Tıp Tarihimizde Hekimbaşı Hayatizâdeler”, Tıp Tarihi Araştırmaları Dergisi, sayı: 6, İstanbul 1996, s. 109-120

 Mark David Baer; IV. Mehmet Döneminde Osmanlı Avrupası’nda İhtida ve Fetih (çev: Ahmet Fethi), İstanbul 2010

 Yaron Ben Naeh; Sultanlar Diyarında Yahudiler (çev: Nita Özkatalan), İstanbul 2009

 Defterdar Sarı Mehmed Paşa; Zübde-i Vekaiyât (Haz.: Abdülkadir Özcan), Ankara 1995, s. 398

 Cengiz Şişman; Suskunluğun Yükü (Çev.: Ahmet Demirhan), İstanbul 2016

 Süheyl Ünver; “Eski Hekimbaşılar Listesi (Hekim Hayrullah Efendiye göre)”, Türk Tıp Tarihi Arkivi, Sayı: 17 (1940), s. 1-8

 Süheyl Ünver; “Evrak Hazinesinde Türk Tıp Tarihine Ait Vesikalar II”, Tıp Dünyası, Sayı: 2, 1934, s. 2540-2544 

 Süheyl Ünver; “Tıp Tarihimizde Hayatizadeler”, Dirim, sayı:2, 1972, s. 90-91

 Süheyl Ünver;  Türk Farmakoloji Tarihi, I, Tenzu Kursları, İstanbul 1960

 Nuran Yıldırım; “Hayatizâde Mustafa Feyzî”, DİA., cilt: 17, İstanbul 1998, s. 16-17