Medeniyetin başkenti Stockholm

İsveç, başında kralın olduğu, parlamenter monarşi ile yönetilen bir ülke. Buna rağmen dünyanın en demokratik ülkesi… Gelin bu ülkenin başkentine ve Yahudi tarihine kısa bir yolculuk yapalım.

Seyahat
13 Ekim 2016 Perşembe

Işıl Amanoel



‘Tell Ye Your Children… / Çocuklarınıza anlatın…’

Bu kitap İsveç hükümeti tarafından tüm okul ve evlere gönderilen bilinçlendirme amaçlı bir şaheser. Kitabın tüm ülke tarafından okunmasının hedeflenmesindeki sebep ise demokratik değerlerin bir ideoloji tarafından tahrip edilip hoşgörüsüzlük, nefret ve şiddeti savunan değerlerle değiştirildiğinde insanın insana yapabileceklerini anlatmak. Kitap, Holokost hakkında gerçekleri sunuyor ve hayal dahi edilemeyecek soykırım kurgusunun nasıl gerçekleştiğini anlatıyor. Bu kitabın hükümet tarafından tüm vatandaşlara dağıtıldığını öğrendiğimdeki şaşkınlığımı unutamıyorum…

Kuzey Avrupa’da, İskandinavya Yarımadasında yer alan Stockholm’ü düşünmeniz için sizlerin bir saniyesini istesem, zihninizde ilk ne canlanır? Bir saniyeniz geçti ve halen belleğiniz görüntü bulmaya mı çalışıyor? Birçok şehirden bahsedildiğinde hemen aklımıza o şehire ait sembolik bir görüntü gelir. Tıpkı Paris’in Eyfel Kulesi’ni, Roma’nın Kolezyum’u, Barselona’nın Sagrada Familia Katedrali’ni akla getirmesi gibi. Bunlar klasik sembollerdir. Stockholm’e gitmeden önce benim aklımda ilk beliren şey ise Vikingler ve sarışın güzel kızlarından başka bir şey değildi.

İsveç parlamenter monarşi ile yönetilen bir ülke. Kral ülkenin başında olmasına rağmen, resmi olarak fazla yetkiye sahip değil. Ülkenin monarşik yönetiminden dolayı İsveç’i demokratik olarak sınıflandırmak zor olsa da, yapılan araştırmalara göre 167 ülke içinde en demokratik ülke olarak tanımlanmış. Ben de tabii ki bu medeniyet ülkesinin başkenti Stockholm’deki Yahudi yaşamının hangi koşullarda oluştuğunu ve devam ettiğini merak ettim.

İSVEÇ’TE YAHUDİ TARİHİ

İsveç’e Yahudilerin geliş tarihi net olarak bilinmese de 16. yüzyılda Kral Gustav Vasa’nın doktorunun bir Yahudi olduğu kayıtlarda mevcut. İsveç’te yasal olarak ilk Yahudi yerleşimi Aaron Isaac ile başlamış. Aaron Isaac Alman asıllı mühür oymacılığı yapan bir tüccardı. 18. yüzyıl ortalarında İsveç’te mühür oymacılığı olmadığından dolayı İsveç’e yerleşme talebi Kral Gustav III tarafından hoşgörüyle karşılanmış ancak sizi şaşırtmayacak bir koşul karşılığında tabii ki. Bu koşul Hristiyanlığı kabul etmesiydi. Aaron’un vermiş olduğu cevap ise “Dünyadaki tüm altınları önüme serseler yine de dinimi değiştirmem ancak size dinimin esaslarını anlatabilirim” olmuş ve kendi ile birlikte 10 Yahudi ailenin İsveç’te yaşama iznini almış. Bu sayı da ‘minyan’ın (Yahudilik’te bir dini törenin icra edilebilmesi için 13 yaşını doldurmuş 10 erkeğin toplanması şartı) toplanması için yeterliydi. Böylelikle İsveç’te yasal olarak ilk Yahudi yaşamı 1774 yılında başlamış oldu.

Özellikle 1850 – 1920 tarihleri arasında Rusya ve Polonya’daki pogromdan kaçan Yahudilerin göçleriyle Yahudi nüfusunda ciddi bir artış görüldü. Bu göçleri 1. Dünya Savaşı ve savaş sonrası dönemi takip etmiş. 2. Dünya Savaşında tarafsızlığını açıklayan İsveç birçok Yahudi için güven arz etmişti. Norveçli Yahudilerin göçüne izin verilmiş; 8 binden fazla Danimarkalı Yahudiye, küçük balıkçı tekneleri ile İsveç’e gelip sığınma hakkı verilmişti.

 

 

RAOUL WALLENBERG

Bir önceki Budapeşte yazımda hümanist kahraman Raoul Wallenberg’in binlerce Budapeşteli Macar Yahudisinin hayatını nasıl kurtardığından bahsetmiştim. Geçtiğimiz günlerde ise bu kahramanlık öyküsünün Wallenberg’in hayatına nasıl mal olduğu ortaya çıktı. Moskova’da KGB eski direktörünün yıllar sonra bulunan Sovyet dönemine ait günlükleri, Wallenberg’in idam edildiğini ortaya çıkardı. Stockholm’deyken birçok Yahudinin hayatını kurtarmış olan başka bir İsveçli kahraman, Folke Bernadotte’nin varlığını öğrendim. Folke Bernadotte de toplama kamplarında ve kamp dışında olan Yahudileri ve Yahudi olmayan hedef kitleleri kurtarmış. Wallenberg adı Stockholm’de Great Synagogue of Stockholm’un önündeki meydana verildi.

Çok uzun süre Almanya’yı örnek alan İsveç’in 2. Dünya Savaşı sırasında oluşan bloklara karşı tarafsızlığı bir bakıma ilginç. İsveç savaşmayacağını bildirerek bir takım ticari ayrıcalıklara sahip olmuş. İsveç özellikle savaş sırasında Almanya’ya çelik ve makine taşımasıyla bilindi. Bugün dünyadaki birçok dev firmanın belki de bu kadar büyümesinin çıkış noktası bu işbirliğiydi. İsveç’in en zengin adamı olan, bugün hepimizin evinde giren IKEA mobilyalarının kurucusu Gvar Kamprad da bu ticari ayrıcalıklardan faydalanarak şirketini büyütenlerden. Şirketini büyütmek için Nazilerle işbirliği yaptığı yakın zamanda kanıtlanmış olan Kamprad’ın bu konuda açıklama yapıp özür dilediği çoğumuz tarafından bilinmekte. Bu işbirliklerinin ardındaki kirli hikâyelerin sonu gelmez ancak ben bugün İsveç’te devamlılığını sürdüren Yahudi kültürü ile ilgilenmeyi tercih ettim.

Bugün İsveç’te 10 bin Yahudi yaşıyor. Bu sayının büyük kısmı Stockholm’de. Diğer çoğunluk ise Malmö ve Göteburg’a dağılmış durumda. Stockholm’de Yahudi müzesinden, kütüphanesinden, okulundan tutun da kaşer şarküterilerine kadar birçok Yahudi kuruluşu bulmanız mümkün ancak Stockholm’de birçok Avrupa şehrinde olduğu gibi belli bir Yahudi mahallesi mevcut değil. Belki de bu durum, bu topraklarda hiçbir zaman gettolaşmanın olmadığının bir kanıtıdır. Bana göre birçok azınlık, içinde yaşadıkları toplum tarafından ‘farklı’ sayılmalarından dolayı kendilerini güvensiz hissetmiş, gerek korkuları gerek topluma tam olarak karışamamalarından dolayı hep iç içe yaşamışlardır. Ne kadar güzeldir ki bunu İsveç’te görmedim. Geçmişte varlıklı Yahudilerin Stockholm’un kuzeyinde daha fakir olanların ise güney bölgesinde yaşadıklarını öğrendim. Bu durum 1970’lerden sonra değişmiş. Bugün halen İsveç’in kuzeyi zengin bölgeyi temsil ediyor, güney tarafı ise Stockholm’un alternatif bölgesi olarak biliniyor.

 

STOCKHOLM BÜYÜK SİNAGOGU

Şehirde üç adet sinagog mevcut. İkisi kuzey bölgesinde, biri güneyde yer alıyor. Bunlardan en büyüğü ve benim ziyaret etmiş olduğum ise ‘Great Synagogue of Stockholm / Stockholm Büyük Sinagogu’. Sinagog, Kungsträdgården’daki Wallenberg Anıtının çapraz köşesindeki sokakta. Sinagog Mimar Fredrik Wilhelm Scholander tarafından 1862 yılında yapılmış, yapılan doğu motifleri, antik Suriye şekilleri ile dekorasyonu ise 1867-1870 yılları arasında tamamlanmış. Sinagogun önünde sizi bronz bir heykel karşılıyor. Bu heykel elinde Tora taşıyan bir kadın figürü. Bahçesinde ise 8 bin kişinin adının yazılı olduğu Holokost Anıtı bulunuyor. Holokost’tan kaçmayı başaranlar bu anıtı kendi aileleri için yaptırmış. Anıtın tam karşısında ise kocaman bir ‘menora’ var. Benim dışımda rehberi bekleyen esmer, çocuklu bir hanımefendi daha vardı. Kendisi ile konuşmaya başladığımda Göteborglu olduğunu öğrendim. Açıkçası o kadar sarışının arasında Yahudiler kendilerini fark ettiriyorlardı. Rehberimiz Eva sinagogu gezdirmenin yanı sıra bize İsveç Yahudi tarihi hakkında bilgiler de verdi. Sinagogun pencereleri ve tavanı Viking stilinde yapılmış, içi ise oryantal motiflerle süslü. Bu motifler içinde en dikkat çekeni sıkça kullanılmış lotus çiçeğiydi. Sinagogun duvarında Beyaz Saray tarfından verilmiş bir takdir sertifikası bulunuyor. Bu sertifika sinagogu ziyareti sırasında Amerikan Başkanı Barack Obama tarafından verilmiş.

İSVEÇ’TE DİNİ KİMLİK ÜZERİNE BİR DENEY

 Bu kadar medeni bir ülkede bir Yahudi olarak yaşamanın nasıl olduğunu sorduğumda ise çok enteresan bir cevap aldım. Bana Malmö’de yapılmış bir sosyal deneyden bahsettiler. Deney, Malmö şehrinde dini inancını görünür şekilde belli eden bir Yahudinin ne kadar güvende olabileceğini sorguluyor. Bunu anlayabilmek için Malmölü bir Hıristiyan, kafasına kipa takarak gündelik hayatını her zamanki gibi yaşamaya koyuluyor ve ilk olarak şehirde her zaman gittiği pazara gidiyor. Tanıdık pazar satıcıları bu sefer ikram yapmıyorlar; diğer satıcılar ise dostluk göstermek için normalden fazla çaba sarf ediyorlar. Kafede oturan yerli halkın bakışlarından rahatsızlık duyuyor, akabinde ise tacizkar tavırlarla karşılaşıyor. Günün sonunda kipayı cebine koyduğunda ise kendini daha güvende hissediyor. Dini kimliğini belli etmenin bu medeniyet ülkesinde dahi kaygıya yol açması sizce de şaşırtıcı değil mi?

Bu deneyin bende oluşturduğu şaşkınlığı Eva’nın verdiği kitap bastırdı. Yukarıda da bahsettiğim bu kitap, 1997 yılında eski İsveç Başbakanı Göran Persson tarafından başlatılan Holokost hakkındaki kapsamlı bir bilgilendirme kampanyası olan ‘Living History / Yaşayan Tarih’ kapsamında basılmış ve okullardan başlanarak tüm evlere kadar gönderilmiş. Kitabın adının ‘Çocuklarınıza Anlatın’ olmasının sebebi hedef kitlenin gençler olması. Yani kitap gelecek nesilleri bilgilendirmenin ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. Holokost’tan sorumlu olmayan bir ülkenin bu konuda gösterdiği hassasiyet sizi de beni şaşırttığı kadar şaşırtabilir. Fakat bu bilgilendirme projesi, Yahudilere yapılmış bir soykırım gerçeğinden daha öte bir noktayı vurguluyor. Din, dil, ırk ayırmaksızın insanoğlunun ne kadar canavarlaşabileceği üzerinde duruyor ve bundan tekrar din, dil, ırk ayırmaksızın herkesin ders alması için çabalıyor. Albert Einstein’ın bir lafı çok hoşuma gider. “The world is too dangerous to live in – not because of the people who do evil, but because of the people who stand by and let them. / Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer, ama kötü insanlar yüzünden değil, bununla ilgili hiçbir şey yapmayıp onlara izin veren insanlar yüzünden.” Keşke biz de bu bilinci bizden sonraki nesillere aktarabilsek…