• Antisemitlerin antisemitizmi Yahudilerle yaşanan somut deneyimlerden türemez. Antisemitizm seçilmiş bir tavırdır, bir tür tercihtir. Bu bağlamda kullanılan “tarihsel” argümanların tarihle bir ilgisi yoktur. Sartre bu noktada “Yahudilere dair üretilen fikirler tarihi belirler, tarihsel olaylar fikirleri değil” der. Yani, antisemitin kafasındaki “Yahudi” resmini antisemitin kendisi çizer. Bunun somut Yahudilerle bir ilgisi yoktur. Sartre, Yahudi’yi kuran antisemitin bakışı (fikri) olduğunu anlatır. Başkasının bakışına maruz kalmanın yabancı bir dünyada insanı bir gölge gibi izleyen bir bakışa mıhlanıp kalmak, o bakışı içselleştirmek anlamına geldiğini söyler. “Kendimi görürüm, çünkü biri beni görüyordur. Sırrımı ele geçirmiş, beni düşman bir dünyanın orta yerinde savunmasız, incinebilir, çırılçıplak bırakmıştır.” NİYAZİ KIZILYÜREK – www.yeniduzen.com
İki buçuk ay süren alan araştırmasında görüştüğüm kadınların hiçbiri kendilerini dinî bir topluluk olarak tanımlamıyordu. Çocuklarını yetiştirirken, onların ifadesiyle, “dini az geleneği fazla” tuttuklarını belirtiyorlardı. Değişen çağa ayak uyduran bu kadınlar erken yaşta çalışmaya başlamışlardı ve hemen hepsi de hala çalışmaktaydı. Kamusal alanda görünürlüklerinin artmasının bir sonucu olarak, hane içindeki dinî ve geleneksel uygulamalar azalmıştı. Modernleşmeyle birlikte ortaya çıkan “cinsiyetler arası eşitlik” fikirlerini benimsemiş görünen görüşmecilerim, kocaları gibi çalışarak ev ekonomisine katkıda bulunduklarını, dolayısıyla ev işleri ve çocuk bakımında kocalarının da desteğini beklediklerini belirtiyorlardı. Hane içinde aileyi ilgilendiren ve/veya kişisel olarak alınan kararlarda kadınlar, “artık eskisi gibi kocadan izin almıyoruz, haber veriyoruz” demekteydi. Okuduğum kaynaklarda ve alanda karşıma çıkan bir başka olgu ise drahomaydı. Drahoma, kadının kocası üzerinde sahip olduğu pek sözü edilmeyen ve zaman zaman da görmezden gelinen ekonomik bir güç olarak karşıma çıkmıştı.
Kocaların (erkek görüşmecilerimin) “Kadın çalışıyorsa ondan ev işi olarak pek bir şey beklememek lazım” demelerine; hemen hepsi kocaları gibi çalışan kadınların ise cinsiyetler arası eşitlik fikirlerini benimsediklerini söylemelerine rağmen gördüm ki, günün sonunda çamaşırları yıkayan yine evin kadınıydı. Cuma günü işten yorgun argın evine dönen kadın, Şabat sofrasını onun kurması gerektiği beklentisiyle karşı karşıya kalıyordu. Yaptığım alan araştırması bana, günümüz modern toplumunun çizilen tablosunda ev-iş-annelik üçgenine sıkışan kadınları işaret etti. Yaşadığımız dünyanın ataerkilliği alanda nereye baksam kendini gösteriyordu. Modernleşme etkisiyle kamusal alanda kendilerini gösteren, ev ekonomisine katkıda bulunan ve kocalarının ev içi desteğini bekleyen görüşmecilerimin büyük çoğunluğunun bu beklentisi karşılıksız kalmaktaydı. Demin bahsettiğim drahoma olgusunu incelerken fark ettiğim, kadının babasından yani bir erkekten ekonomik olarak aldıklarıyla güçlü olma durumuydu.
Sonuçta bu alan araştırmasının izinde İstanbul’daki Yahudi toplumunda kadınların kamusal alanda aktif oluşuyla beraber hane içi dinî uygulamalarda azalma meydana geldiğine tanık oldum. Modernleşme etkisiyle yavaş yavaş baba evinden koca evine gelin gitme durumunda meydana gelen değişiklikleri gördüm. Sayıları henüz az da olsa kimi kadınlar artık evlilik öncesi dönemde çalışmakta ve aileleri karşı çıksa bile tek başlarına yaşamaya başlamaktalar. Alanda kadın ve erkek görüşmecilerimden aldığım bilgilere göre cemaat içinde kadına atfedilen rol, erkek soyunun devamını esas alan evlilik kurumunun devamlılığını sağlaması ve bu kurumun kutsallığının korunması doğrultusunda. Çalışan, dolayısıyla ailesiyle değil de kendisiyle ilgilenen, az sayıda çocuk yapan, evinin hanımı olmayan kadın makbul kabul edilmemekte. Aile büyüklerinin aksine bu düşünceyi benimsemeyen kadın görüşmecilerimin hemen hepsi kadına atfedilen bu rolden şikâyetçi olduklarını belirtti. Genç kuşağı oluşturan bu kadınlar cemaatteki geleneksel kadın algısına adeta meydan okumakta. Dolayısıyla akla gelen ilk soru şu; bugünün cemaatinde birbiriyle çelişen ve çekişen iki ayrı kadın algısı mı bulunmakta?
Derya Keresteci
Biz öncelikle Türk-Yahudi Toplumu için gazete çıkaran bir basın topluluğuyuz. Çünkü Türk-Yahudi Toplumu’nun kendisini ilgilendiren konularla ilgili duyuruları, haberleri, etkinlikleri ve yazıları okuyabileceği başka bir yayın yok. Dolayısıyla varlık nedenimiz öncelikle bu. Ama bunun yanında vizyonumuzda yer alan başka konular da var elbette. ‘Geniş Toplum’ dediğimiz, Yahudiler dışındaki topluma Yahudileri tanıtmak, Yahudi kültürünü ve tarihini anlatmak gibi bir hedefimiz de var tabii ki. Bunu da özellikle internet sitesi üzerinden yapabiliyoruz. İnternet sitemiz şu anda gazetenin birebir içeriğini yansıtıyor. Tamamen ücretsiz, herkese açık ve bir abonelik sistemi de yok. Hatta internet sitemizde basılı gazeteden fazlası var, çünkü her gün güncelleyebiliyoruz. Gazetenin ve internet sitesinin vizyonu bu doğrultuda biraz farklılaşmış oluyor kendiliğinden. El Amaneser dışında aylık olarak yayınladığımız bir kültür-sanat dergimiz de bulunuyor. Bu dergide Türk Yahudileri ana ekseni oluşturmuyor. Tamamen bir kültür-sanat dergisi… Bu açıdan bakıldığında Şalom’un Türk- Yahudi toplumunun dışa açılan penceresi olduğunu söyleyebilirim rahatlıkla.
(…) Şikayetlerinizi dile getirmeye başladığınızda bir farkındalık da oluşuyor. Görüyoruz ki bazı kişiler, bazı söylemleri farkında olmadan kullanıyorlar. Farkındalık yarattığınızda bunun geri dönüşü de çok olumlu oluyor. Devlet nezdinde gelişmeler çok hissedilir hale geldi. Edirne Sinagogu’nun açılması, geçen sene Ortaköy’de kutladığımız bayram. Bunlar önemli şeyler. Çok değil 3-5 sene önce bunların olacağını söyleseydiniz, olmaz derdik. Halka açık bir şekilde dini bir kutlama yapılması ve büyük bir kalabalığın ilgi göstererek katılması, olumlu tepki vermesi çok önemli bir şeydi.
Virna Banastey (Sinan Dirlik röportajı)
http://reportare.com/toplum/salom/unutulan-bir-dil-kuculen-bir-cemaat-yahudiler
Sorun Avrupa’da siyaset alanına da yansımış durumda. Salı akşamı İngiltere Parlamentosu’nun Lordlar Kamarası’nda düzenlenen bir panelde konuşulanlar İsrail’in diplomatik karşı-atağına yol açtı.
Liberal Demokrat Parti’yi (LDP) Lordlar Kamarası’nda temsil eden Barones Jenny Tonge etkinlikten iki gün sonra partisi tarafından ihraç edildi. ‘Anti-Semitik’ sözler sarf ettiği için… Etkinlik Yahudilere ‘kendilerine ait bir yurt’ sözünün verildiği Balfour Deklarasyonu’nun 99. yıldönümü vesilesiyle yapılıyordu ve Barones Tonge, katılanlara, o deklarasyon ve sebep olduğu sonraki gelişmeler yüzünden özür dilediğini açıklamıştı… Holokost’tan da Yahudileri sorumlu tutarak…‘Denial’ (‘İnkâr’) fiminin gösterime girdiği şu günlerde Holokost’u inkâr anlamına gelen sözleri tahammül edilemez bulmuş olmalı İsrail…
Barones Tonge’un partisinden ihraç edildiği gün, Strasburg’ta faaliyet gösteren Avrupa Parlamentosu da en yaşlı üyesi Jean-Marie Le Pen’in dokunulmazlığını, ‘anti-Semitizm’ kokulu bir açıklamasından ötürü özür dilemediği için, kaldırdı.
Le Pen 88 yaşında. Aynı parlamento tarafından dokunulmazlığı bununla dördüncü kez kaldırılmış oluyor…
İki yıl önce, Musevi asıllı Fransız şarkıcı Patrick Bruel için “Dosdoğru fırına verilmeli” demişti Le Pen… Nazilerin ‘gazlı fırınları’ ile Yahudileri yok ettiğine telmih olarak… Bu onun cezası…
İlk dokunulmazlığı, 1998’de, aynı gazlı fırınların Naziler tarafından kullanıldığı konusunun ‘tarihin küçük bir ayrıntısı’ olduğunu söylediği için kaldırılmıştı…
Tahmin edileceği gibi, 2014 sarf edilen görüşün peşine düşen arkalarında İsrail’in de bulunduğu Musevi örgütleri, sonunda yeniden dokunulmazlıksız bıraktılar Fransa’nın ‘ırkçı’ politikacısını… Kudüs üzerine bir tartışmanın da tarafı İsrail.
Birleşmiş Milletler’in eğitim, kültür ve bilim örgütü UNESCO’ya bağlı Dünya Medeniyet Mirası Komitesi (‘World Heritage Committee’, WHC), çarşamba günü, iki hafta önceki bir oylamayı tersine çevirmeyi amaçlayan bir seçime sahne oldu.
WHC, iki hafta önce, Kudüs’te Mescid-i Aksa ile Kubbet-üs Sahra’nın bulunduğu alanın yalnızca İslâm’ın kutsiyet atfettiği bir alan olduğunu oylayarak karara bağlamıştı. İsrail “Orada Museviler ile Hıristiyanların da hakkı var” kampanyası eşliğinde yeni bir oylamayı zorladı.
Çarşamba günü yapıldı oylama ve İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu yeni bir hayal kırıklığına uğradı. Daha önce İsrail-karşıtı oy kullanmış ülkelerden yalnızca ikisi (Hırvatistan ve Tanzanya) tavır değiştirmişti; diğerleri yine bildikleri gibi davrandılar… Netanyahu yine de sevinçliymiş… O iki oyu değiştirmeyi başardıkları için… “Uluslararası örgütlerde İsrail’e karşı soğuk hava hafif tertip ısınıyor” dediğini okudum Jerusalem Post’ta…
Fehmi Koru
http://fehmikoru.com/bolge-ile-ilgili-hesaplarda-unutulan-bir-ulke-var-israil/
Sartre, “Yahudi Sorunu Üzerine Gözlemler” başlıklı makalesinde, Fransa’da Yahudilere karşı duyulan nefreti anlatırken, bazı erkeklerin sevgililerinin Yahudi olduğunu öğrenince ereksiyon sorunu yaşamaya başladıklarını, oysa kadınların Yahudi olduğunu bilmeden önce o kadınlara aşık olabildiklerini yazar. Bundan da şu sonucu çıkarır: Yahudilere karşı duyulan iğrenme duygusu “organik” değil. Öyle olsaydı Yahudi olduğunu bilmeden önce aşık oldukları kadınlardan rahatsızlık duymaları gerekirdi oysa Yahudi olduğunu öğrendikten sonra fiziksel bir rahatsızlık duyuyorlar. Sartre’a göre, bu iğrenme hali, histeri gibi, ruhtan/akıldan girip vücuda kök salacak kadar güçlü bir duygudur ve Yahudilerle yaşanan somut deneyimlerle hiç bir ilgisi yoktur. Tam tersine somut deneyimleri çarpıtan bir olgudur.
Kısacası, antisemitlerin antisemitizmi Yahudilerle yaşanan somut deneyimlerden türemez. Antisemitizm seçilmiş bir tavırdır, bir tür tercihtir. Bu bağlamda kullanılan “tarihsel” argümanların tarihle bir ilgisi yoktur. Sartre bu noktada “Yahudilere dair üretilen fikirler tarihi belirler, tarihsel olaylar fikirleri değil” der. Yani, antisemitin kafasındaki “Yahudi” resmini antisemitin kendisi çizer. Bunun somut Yahudilerle bir ilgisi yoktur. Sartre, Yahudi’yi kuran antisemitin bakışı (fikri) olduğunu anlatır. Başkasının bakışına maruz kalmanın yabancı bir dünyada insanı bir gölge gibi izleyen bir bakışa mıhlanıp kalmak, o bakışı içselleştirmek anlamına geldiğini söyler. “Kendimi görürüm, çünkü biri beni görüyordur. Sırrımı ele geçirmiş, beni düşman bir dünyanın orta yerinde savunmasız, incinebilir, çırılçıplak bırakmıştır.”
İnsanın kendisine giden yolun başkalarından geçtiği bilinen bir gerçektir. İnsan, başkaları olmadan “kendisi” olamaz. Bu yaklaşım, insanın başkaları tarafından tanınmaya/onanmaya gereksinim duyduğunu, başka türlü var olamayacağı anlayışından hareketle, insanın sürekli olarak tanınma arayışı içinde olduğuna işaret eder. Böyle olunca da başkalarının ne düşündüğü, nasıl bakıp ne gördüğü varoluşsal bir boyut kazanır. Jean Paul Sartre tam da bu noktadan hareket ederek başkalarının “nesneleştiren bakışından” söz eder. “Özne-Öteki”nin bakışının “Nesne-Ben” yarattığını belirten Sartre, “Ben”i belirleyenin “Öteki”nin bakışı olduğunu ileri sürer. “Yahudi’nin antisemitlerin nesneleştiren bakışıyla kurgulandığını” ve “bu kurgudan başka bir ‘köke’ sahip olmadığını” belirtir.
Niyazi Kızılyürek
http://www.yeniduzen.com/Ekler/gaile/391/irkcilik-ve-bakisin-gucu/3820
Mehmet Bey anlatıyordu: “Akşamüzeri dairenin kapanmasına yakın karşımızdaki Yahudi evinin balkonunda bir hareketlilik gözlemlerdik. Evin hanımı yemek masasını özenle hazırlar, ortadaki vazoya mutlaka mevsim çiçeklerinden koyardı. Sonra tertemiz elbiselerini giyip kocasını beklerdi. Biz bunlara herhalde misafir gelecek, bu hazırlıklar o yüzden, derken beyi dükkânını kapayıp gelir, ikisi baş başa yemek yerlerdi.”
Burada ben bir saplama yapmak istiyorum. O saatte dükkân kapanır mı diye düşünebilirsiniz. Bunun iki sebebi var. Birincisi dükkanlar çok erken açılırdı. Köy minibüsleri, köyden güneş doğmasıyla çıkarlar. Edirne’ye erken gelip alışverişini yapan köylü saat 09-10 gibi köyüne geri dönüp tarlasına giderdi. İkinci sebebi de Yahudiler korkarak karanlığa kalmak istemezlerdi. Nitekim o yıllarda böyle bir soygun olmuş ve failleri yakalanmıştı.
Dönelim Mehmet Özkıvanç’ın anlatısına: “Aynı akşam biz eve gideriz. Hanım leğende çamaşır yıkamış, belli başı ağrıyor. Başına yemeniyle sıkmış, surat bir karış. Üzerinde eski bir elbise veya şalvar, bir taraftan koşuşturan, yaramazlık yapan kızanlar. Velhasıl iç karartıcı manzaralar. Kıyaslarsak yaşamak kültür meselesi. O vazoya misafir yokken de konan çiçek insanın kendisine duyduğu saygının ifadesi.
Özetle Yahudiler Pazar ünleri ailece piknik yaparlardı.
Bizler pikniği yeni yeni öğreniyoruz ve onu mangal yapmakla özdeşleştiriyoruz.
Ercan Kerman
http://www.edirneyenigun.com/yazar/2833/ve-de-yledr.html
Netten okumalar
http://www.canakkaledemokrat.com/haberdetay/Hollywood-Hahami-Canakkkaleli-Izak-Varan/14342
http://kirmizitilki.com/2016/10/29/kuduste-buyuk-isyandan-kalma-bir-savas-meydani-bulundu/
http://milasyahudileri.blogspot.com.tr/2016/10/milasli-gad-franco-yazisi.html
http://artfanzin.com/buyuk-markalarin-arsivlerinden-cikan-nazi-gecmisi/