Geçen yaz 20. Tiyatro Festivali’nin açılışını yapan, Şahika Tekand’ın ışık ve ses tasarımını da üstlenerek yönettiği, Absürd Tiyatro’nun başyapıtlarından ‘Godot’yu Beklerken’, son yıllarda tiyatro adına yapılmış en ön müthiş çalışmalardan biriydi.
İrlandalı Samuel Beckett,Eugene Ionesco ile birlikte, Absürd Tiyatro’nun babası kabul edilir. Absürd Tiyatro, saçmalığın ve anlamsızlığın tiyatrosu değil, izleyiciyi, klasik mantığın ve anlam kavramının, bildik dünya görüşünün dışına çıkarak, olaylara ya da nesnelere farklı, değişik, kimi zaman ters anlamlı olarak bakmaya çağıran, zorlayıcı, ama bir o kadar da heyecan verici bir tiyatrodur.
Beckett’in, 1949’da Fransızca, ‘En Attendant Godot’ adıyla yazdığı, 1954’de bazı değişikliklerle İngilizceye çevirdiği Godot’yu Beklerken, belli olmayan bir zaman ve mekânda ıssız bir arazideki çıplak bir ağacın altında / yanında geçer.
Oyunun iki ana karakteri, Vladimir ve Estragon, Godot’yu beklemektedirler. Godot gelmez. Bir ara, sonradan arazinin sahibi olduğunu söyleyen Pozzo ile pazarda satmak niyetinde olduğu gönüllü kölesi Lucky gelip geçerler. Akşama doğru bir çocuk gelerek Godot’nun bu gün değil ama yarın mutlaka geleceğini söyler. Akşam olur.
Vladimir hariç kimsenin bir önceki günkü olayları hatırlamadığı ertesi gün, her şey sil baştan, kimi farklı ayrıntılarla tekrarlanır. Pozzo bu kez kördür ve Lucky’ye bağımlıdır. Akşama doğru çocuk yine gelerek Godot’nun gelmeyeceğini söyler. Akşam olur…
Godot’yu Beklerken’in 65 yıl sonra güncel ve taptaze kalmasının sebebi, karakterler arasındaki sıradan, gereksiz ve saçma olarak nitelendirilebilecek konuşmaların asla anlamsız olmayışları, izleyicinin bu muğlak sözlerden istediği anlamı çıkarabilmesidir. Tabii ki, modern dünyanın varoluşsal kötü durumunu, insanlığın anlamlı bir şeyleri bekleyişini, ama bu şeyin ne zaman geleceğini, gelip gelmeyeceğini veya onun ne olduğunun bilinmeyişini ele almasıyla Godot’yu Beklerken’in ‘absürd’ kavramını aşan gerçekçi bir oyun olduğu da söylenebilir.
1990’da Samuel Beckett’le başladıkları serüvenlerini, 2016’da, yazarın bu en önemli tiyatro metinlerinden biri ile sürdüren Studio Oyuncuları’nın web sitesinde, Şahika Tekand’ın bu son olağanüstü yorumuyla ilgili açıklamalar şöyle:
“Yönetmen, Performatif Sahneleme ve Oyunculuk Yöntemi ile sahneye koyduğu oyunda beklemek eylemi ve beklenti, umut etmek ve umutsuzluk, var olma arzusu ve var olmaya mahkumiyet kavramlarını, doğuşla vadedilen geleceğin sonluluğunun yarattığı akıldışılık ve bunu akla uygun kılmak üzere verilen çaresiz uğraşı ifade eden bir ‘oyun /game’ düzeni kuruyor.
Metinsel ve performatif olanın çelişkisinin yarattığı dinamizmden yola çıkan Tekand, yönetmen/yazar, oyuncu/oyun, aktör / rol kişisi, sahne / soyut mekan ikiliklerinin süperpoze şekilde varolabilecekleri ve Beckett’in metninde varolan durağanlık, hareketsizlik ve monotoni unsurlarını birer performatif neden ve zorunluluk haline getiren bir tasarımla teatral gösteriyi bu ‘oyun’ üzerine oturtuyor.
Tekrarlar, organik ve organik olmayan hareket düzenlerinin çelişmesiyle ortaya çıkan aritmi, oyunda şimdiki zamanın akışkanlığını ve değişkenliğini fiilen işitilir, görülür ve fark edilir kılıyor.
Dilin müziğinin hareketin müziğini, hareketin müziğinin de dilin müziğini yarattığı, oyun alanı, oyun süresi, oyun ışığı, oyun zili gibi sahne unsurlarının da tıpkı oyuncu, konuşma düzeni gibi doğrudan hem oyun düzenine hem de teatral anlatıma katıldığı, sahne üzerinde olup biten her şeyi şimdiki zamanda var, mümkün, gerçek ve zorunlu kılan eğlenceli bir oyun ve seyir süreci yaratmayı amaçlıyor.”
Özgün metinden bir tek sözcüğe bile dokunmaksızın, oyuna müthiş güncel ve modern bir yorum getiren Şahika Tekand, Cem Bender, Sedat Kalkavan, Yiğit Özşener, Onur Berk Arslanoğlu, Mehmet Okuroğlu’dan oluşan kadrosundan, çok hızlı konuşulan repliklerde bile tek bir sözcüğün kaybolmadığı, ses, beden ve hareket düzeninin soluk soluğa izlendiği müthiş bir takım oyunculuğu elde ediyor. Kusursuz ve dengeli oyunculuklarda kimse öne çıkmasa da, İş Oyuncuları’nın ‘12. Gece’ ve ‘Bahar Noktası’nda beni çok etkilemiş olan Onur Berk Arslanoğlu’nun, Festivalin açılış gecesi oyun sırasında, ‘düşünce eylemi’nin ardından, performansı bir süre durduran gerçekten hak edilmiş uzun bir alkış aldığını hatırlatmak isterim.
Godot’yu Beklerken, 7 Kasım’dan itibaren iki haftada bir Pazartesi 20.30’da, sezon boyunca 29 Mayıs’a kadar Zorlu PSM Drama Sahnesinde. Yılın, son yılların en önemli tiyatro olaylarından biri. Sakın kaçırmayın.
GalataPerform’dan ‘Yaşlı Çocuk’
“Yaşlı Çocuk, Suriye’den kaçarken, Bodrum üzerinden Kanada’ya gitme çabası ölümle sonuçlanan ve cesedi Ege sahiline vuran üç yaşındaki Alan Kurdî, Gazze’deki Al-Shati kampındaki çocuk parkına düşen bombayla ölen sekiz çocuktan sekiz yaşındaki Jamal Salih I’lyan, Cizre’de çatışma sırasında evinin önünde kurşunlara maruz kalan ve sokağa çıkma yasağından dolayı cesedi derin dondurucuda saklanan on yaşındaki Cemile Çağırga ve Ankara’daki barış mitingi sırasındaki bombalamada babasıyla hayatını kaybeden dokuz yaşındaki Veysel Deniz Atılgan’ın hayatlarından yola çıkarak hayal edilmiş ve yazılmıştır. Oyun; Alan, Cemal, Cemile ve Veysel nezdinde farklı coğrafyalarda farklı sebeplerle hayatını kaybetmiş; savaşa, şiddete ve haksızlığa maruz kalmış tüm çocuklara ithaf edilmiştir. Onlar oyunda tüm çocuklar için bir ütopyayı ‘yaşar’lar…” Galataperform
‘Yaşlı Çocuk’, Yeşim Özsoy’un, erken yaşlanmak zorunda kalan çocukların dünyası Ortadoğu’da, hayatlarının henüz başında hayata veda eden çocukların geride bıraktıklarından esinlenerek yazdığı son oyunu.
Özsoy, Filistin’den İngiltere’ye, Yunanistan’dan Türkiye’ye dört farklı coğrafyada, yaşamlarını sürdürmeye çalışan dört gölgenin paralel kurguyla anlattığı hikâyeleri üzerinden, yakın dönemde hayata veda etmiş olan dört çocuğun yaşamlarını, yarım kaldıkları yerden devam ettiriyor.
Bu çocuklara yeniden hayat vererek, içimizi acıttığı için unutmaya yatkın olduğumuz, en doğal haklarıyken yitirmiş olduklarına ışık tutan yapmadıklarının, yapamadıklarının şiirsel öyküsü, tabiî ki o müthiş dokunaklı finalde sona erecek, Yeşim’in onlara vermeye çalıştığı yaşam, ancak bir oyun boyunca sürerek ölümün gerçeğine dönüşecektir…
Yönetmenliğini Yeşim Özsoy’un, dramaturjisini Ferdi Çetin’in, yardımcı yönetmenliğini Ahmet Sami Özbudak’ın yüklendiği oyunun etkileyici sahnelenişine, kilit roldeki video tasarımıyla Melisa Önel’in, sahne tasarımıyla Başak Özdoğan’ın, ses ve müzik tasarımıyla Çağrı Beklen’in katkısı büyük.
Özsoy, aslında son derecede sert olan öyküsünü, bağırıp çağırmadan, alçak sesle anlatıyor. Bir yap-boz gibi sahnelediği oyununda, iç içe geçirdiği hikâyeler birbirini açıp, tamamlayıp ortak bir trajik tabloya dönüşürken de, tokat gibi finaline ulaşırken de yine aynı dingin tonlamayla, izleyicinin yüreğini dağlayan hüzünlü bir şarkı olarak yönetiyor.
Akant Çetin (Deniz), Hümay Güldağ (Nezahat, Deniz’in annesi), Ceren Demirel (Cemile), Emre Yetim (Serhat, Cemile’nin eşi), Bertan Dirikolu (Cemal), Enginay Gültekin (Victoria, Cemal’in eşi), Ümit Erlim (Allen) ve Metin Belgin’den (Abdullah, Allen’in babası / video) oluşan kadronun bir toplu performansı müthiş etkileyici.
Çok iyi sahnelenmiş, çok iyi oynanmış, sadece mantığın değil, yüreğin de gözüyle de izlenecek, etkileyici bir çalışma. 1 ve 15 Kasım’da Garaj İstanbul’da. Mutlaka görülmeli. Hepinize iyi seyirler.