Bu sene Kipur günü Paris’in Yahudi Mahallesi olarak da bilinen Le Marais bölgesindeydim. Koskoca bir mahalle, ekim ayının güneşli fakat soğuk bir Çarşamba gününde, telaşsız, sakin bir atmosfer içinde bu özel günü yaşıyordu. Mahallenin birçok sokaklarında dükkânlar camlarına “Fermeture exeptionelle” yani ‘özel nedenle kapalıyız’ duyurusunu yapıştırmıştı. Paris’teyken kendimi Kudüs’te hissettiren sokaklar, falafelciler, kasaplar, kitapçılar, sessizliğe bürünmüştü.
Paris’in bilinen Yahudi mahallesi Le Marais, senelerdir Alman kökenli ülkelerden Paris’e gelen Yahudilerin yerleşim bölgesi. Bölge, son senelerde turistik açıdan da popüler olmaya başladı. Ana caddenin ilk girişlerinden biri olan Rue de Pavée’ye doğru ilerledim. Bu sokakta yer alan ‘La Synagogue de la Rue Pavée’ 1914’ten bu yana Polonya-Rus Yahudileri Birliği’nin katkısıyla, Fransa’ya gelen göçmen Yahudilerin sinagogu olmuş. Diğer ismiyle Agoudat Hakehilot, l’Art Nouveau ustası Mimar Hector Guimard tarafından inşa edilmiş. Ortodoks Rusların mimarisini yansıtan bu bina, şaşırtıcı sayılan bir gerçek olmakla beraber, bugün dışarıdan belli etmeden bütün zengin mimarisiyle hâlâ yerinde duruyor.
Oldukça kalabalık bir insan topluluğu, sinagog ve tam karşısında yer alan yeşiva’nın önünde, başlarında beyaz kipalarla, dua arası bir nefes almak için dışarı çıkmış kaldırımda geziniyordu. Dua sesleri dışarıdan da duyuluyordu. Sinagogun kapısı açıldı ve sessizce içeriye süzüldüm. Kadınlara ayrılan ikinci kattan ehal’in tam karşısında boşalan bir iskemleden aşağıyı incelemeye koyuldum. Aşkenaz ezgileri yükselen koskoca sinagog; hazan arada bir sessizlik olsun diye kürsüye vuruyor ve duaya devam ediyor. Beyaz talitleriyle dua eden erkekleri seyrederken içimden kendi duamı yapıyorum. Kipur’da Yahudi olmak ve bunu hissedebilmek... Bu mabet oldukça dindar meyilli bir mabet olduğu için resim çekmeye cesaret etmedim ayrıca onlara olan saygım da buna müsaade etmiyor. “Rahamim, hatanu, salahlanu / Rahmet eyle, hatalarımız, affet bizi” kelimeleri tekrar tekrar kullanılıyor. Bu lisanı anladığım için kendimi şanslı hissediyorum; manasını anlayınca kelimeler sizi çok daha fazla etkiliyor. Birlikte duayı dinlediğimiz bayanlar çevredeki sinagogların çoğunluğu Aşkenaz ağırlıklı olduğunu, alışageldiğimiz buluşmalarda olduğu gibi yine merdivenlerde konuşuyor, çocuklar etrafta koşuşturuyordu. Demek ki merdivenlerde sohbet, şehirlerle ilgisi bir şey değil, dinimizden bir parçaydı. Paris veya İstanbul’da, havrada çocuk olmak, Yahudi olmak, Kipur günü aileyle duaya gelmek, mahalleyle bütünleşebilmek...
Bu sene, 91yaşındaki halamla bayramı geçirmek için geldiğim Paris’te, Kipur gününde geleneklerimi anıyorum. Paris biraz ikinci evimiz; bu şehirde yaşadık ve oğlumuz burada doğdu. Dindar olmayan bir aile olmakla beraber Kipur her zaman büyükbabamı ve Caddebostan’da geçirdiğimiz yaz günlerimizi hatırlatır. Mahallemizdeki o güne has heyecanı, oruç hazırlığını, komşular ve aileyle geçen birliktelik ve aidiyet hissini hatırlatır bana. Balkon veya pencereden, şofarın okunmasının ardından sinagogdan dönenleri bekleyen büyüklerimizi, oruç bozmak için ocakta hazırlanan tavuk çorbasının eve yayılan kokusunu, yağa ve sonra şekere batırılmış ekmeklerin lezzetini hep hatırlıyorum. Paris’te yine o geleneklerden bir şeyler anmak ister gibi dolaştım. Hayat defterlerimizin açıldığı bu dönemlerde hepimize dualar ve mühürler dileklerimle…