Almodovar ‘JULIETA’ da kızı tarafından terk edilen bir annenin yaşadığı dramı anlatıyor
Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Kanadalı bir kadın yazarın üç öyküsünü kendi dünyasına uyarladığı filmde, Almodovar kadın ruhunun inceliklerini iyi bildiğini kanıtlıyor. Aile sırları, kimlik sorunu, matem, suçluluk duygusu gibi sevdiği temalar eşliğinde, Almodovar acılarla olgunlaşan bir kadının hayatından, gençlikten yetişkinliğe uzanan bir kesit sunuyor. Hitchcock’a yakışan bir gizem ve belirsizlik atmosferi içinde, kızı tarafından terk edilmesinin sebebini bilmeyen bir annenin yaşadığı travmayı anlatıyor. Günümüzün hastalığı iletişimsizliği, modern hayatın bozduğu ilişki biçimlerini, teatral tatlar içeren, sıcak ve insancıl bir sinema diliyle izliyoruz.
‘JULİETA’
Sen ve Yön: Pedro Almodovar
Gör: Jean-Claude Larrieu
Müz: Alberto İnglesias
Kurgu: Jose Salcedo
Ses: Sergio Burman
Oyn: Emma Suarez- Adriana Ugarte- Daniel Grao- Rossy de Palma- İnma Cuesta- Dario Grandinetti- Michelle Jenner
Pedro Almodovar, ‘sinir krizi eşiğindeki kadınları’, ‘kendini bağlatan kadınları’, ‘annesi hakkında her şeyi’, ‘kadınlığı seçen travestileri’, ‘onunla konuşanı’, ‘içinde yaşadığı deriyi’, ‘kötü eğitim alan gençleri’ anlattı.
Şimdi de Almodovar, karanlık drama kalıpları içinde, terkedilme teması etrafında dönen konusuyla ve samimi yorumuyla, ‘Julieta’ ile yeni bir kadın portresi çiziyor.
2013 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, Kanadalı kadın yazar Alice Munro’nun üç öyküsünü kendi dünyasına uyarlayan Pedro Almodovar, ‘Julieta’da 30 yılı aşkın bir süreye yayılan bir melodrama imza atıyor.
Monro’nun öyküleri, Almodovar’a önceki filmlerinde ele aldığı temaları sunması yönünden çok önemli avantajlar sağlıyor. Nelerdi bu temalar: aile sırları, kimlik sorunu, matem, suçluluk duygusu ve en önemlisi kadınların dünyası.
Almodovar, ‘Konuş Onunla/Habla Con Ella’ (2002), ‘Dönüş/Volver’ (2006), ‘Annem Hakkında Her Şey/Todo Sobre Mi Madre’ (1999), ‘Sinir Eşiğindeki Kadınlar/Mujeres Al Bordo de un Ataque de Nervos’ (1988) gibi yapıtlarıyla, sinemada kadın ruhunun inceliklerini en iyi bilen yönetmenlerden biri olduğunu kanıtladı.
Emekli filoloji hocası Julieta’nın şahsında Almodovar, acılarla olgunlaşan bir kadının hayatından, gençlikten yetişkinliğe uzanan bir yolculuğa davet ediyor.
Film, Alfred Hitchcock’a yakışan bir gizem ve belirsizlik atmosferi içinde kızı tarafından terk edilmesinin sebebini bilmeyen bir annenin yaşadığı travmayı anlatıyor.
Almodovar sırları açık etmedeki ketumiyetini, yani Anita’nın annesi Julieta’yı hayatından silme sebebini, filmin finaline kadar korumayı başarıyor. Filmin finalinde taşlar yerine oturuyor.
‘Julieta’ her ne kadar Almodovar’ın önceki filmlerinden daha az gösterişli ve daha ağırbaşlı bir film olsa da, İspanyol usta ilginç kadın portreleri çizme geleneğini sürdürüyor.
Film, genç Julieta, darbe almış-yıkılmış orta yaşlı Julieta, gizemli kızı Anita, onun yakın arkadaşı Bea, evin kara kutusu hizmetçi Marian karakterleri ile renkli bir resmigeçit sunuyor.
‘Volver’ ve ‘Annem Hakkındaki Her Şey’de güçlü, dirençli kadınları anlatan Almodovar’ın, bu filmde anlattığı, kızı tarafından terk edilmesiyle kırılgan bir kadına dönüşen, acılar içinde kavranan Julieta onlar kadar güçlü değil.
İLGİNÇ VE RENKLİ KADIN PORTRELERİ
Günümüzün hastalığı iletişimsizliği, modern hayatın bozduğu ilişki biçimlerini anlatan filmde Almodovar, gücü ve güzelliği tartışılmaz, karmaşık bir sinemasal sohbeti andıran, teatral tatlar içeren, sıcak ve insancıl bir sinema dili kullanıyor.
Ancak sinemasının karakteristik özellikleri olan mizah duygusuna, kışkırtıcılığına ve barok atmosferine bu son filminde rastlamak mümkün değil.
Bundan önceki üç filmi, ‘Kırık Kucak/Los Abrazos Rotos’ (2009), ‘İçinde Yaşadığım Deri/La Piel que Habito’ (2011) ve ‘Aklımı Oynatacağım/ Los Amantes Pasajeros’ (2013) ile gerileme sürecine girdiği söylenen Almodovar, 20. uzun metrajlı filmi ‘Julieta’ ile olgunluk dönemine dönüş yapıyor.
Flashbackler üzerine kurulu anlatımıyla film, 50’li yaşlarındaki Julieta’nın hayat arkadaşıyla birlikte Madrid’den Portekiz’e taşınma planları yaparken başlıyor.
Yolda kızının çocukluk arkadaşı Bea’ya rastlayınca projesini askıya alır. Genç kadın Julieta’ya yıllardır izini kaybettiği kızı Anita’ya rastladığını anlatmasıyla dünyasını altüst eder ve böylece Julieta’nın geçmişine doğru bir yolculuğa çıkarız.
Anita’yı tekrar görebilme umudunu kaybetmek üzere iken, Julieta yıllardır gizlediği bir sırrı mektupla bildirmeye karar verir. Mektubunda suçluluk duygusundan, kaderden, kararsızlıkla mücadele eden bir annenin ıstırabından bahseden Julieta, kızı tarafından terk edilmenin gizemini sorgular.
Anita’nın evlenip üç çocuk sahibi olduğunu Bea’dan öğrenen Julieta’nın geçmişine yaptığımız yolculukta, Anita’nın babası, Galiçyalı yakışıklı denizci Xoan ile bir tren yolculuğu sırsında tanışmasını, çocukların doğumundan sonraki müşterek yaşantılarını, Xoan’ın bir deniz kazasında ölümünü, travma geçiren Julieta’nın depresyonunu, sebep göstermeksizin Anita’nın evi terk ettiğini öğreniriz.
Almodovar, Yunan tragedyalarını anımsatan karanlık bir dram atmosferi içinde, 13 yıldır kendini suçlayan, yazgısına lanet eden, hayatta sevdiği iki varlığı üst üste kaybettikten sonra yaşamını nasıl sürdürebileceğini bilemeyen bir kadının travmasını anlatıyor.
YÜREKLERE SESLENEN DRAMATİK FİLM
Almodovar, benzersiz renk paleti, kadın karakterleri yaratma ve anlatmadaki ustalığıyla hem duygusal, hem gizemli bir filme imza atıyor.
Kariyerinde ilk kez kullandığı, basit, gösterişsiz bir mizansen ile pişmanlık, empati kurma, sorumluluk temalarının hakkını veriyor. Almodovar, yüreklere hitap etmedeki becerisiyle, duyguları dile getirmedeki ustalığıyla ve 13 yıl arayla Julieta rolünü iki ayrı aktrise oynatmada sağladığı isabet ile takdirimizi kazanıyor.
Almodovar ile ilk kez çalışan, Julieta’nın gençliğini canlandıran (Julio Medem’in fetiş oyuncusu) Emma Suarez ile aynı karakterin olgunluk dönemini oynayan Adriana Ugarte birinci sınıf kompozisyonlar çiziyorlar.
Suarez ve Ugarte sadece aynı kadının farklı yaşlardaki hallerini oynamıyor, kadının kaderinin değiştiği bir sahnede, iki oyuncu, iki farklı karakter olarak da karşımıza çıkıyor.
Almodovar’ın ilk dönem filmlerinin değişmez oyuncusu, en sevdiğimiz Almodovar kadını Rosy de Palma ile uzun bir aradan sonra tekrar çalışmasının da tadını çıkarıyoruz. Anita’nın evi terk etmesine yol açan evin sadık hizmetçisi Marian rolünde, sinemanın en sevilen ‘çirkin’ kadını Rosy de Palma çok başarılı.
Bir başka Almodovar oyuncusu Dario Grandinetti, Julieta’nın sevgilisi Lorenzo rolünde, yakışıklı aktör Daniel Grao, zamansız ölen Xoan rolünde oyuncu kadrosunun başarısına ortak oluyorlar.
Kıpkırmızı bir sabahlık üzerine yazılan bir jenerikle başlayan filmde, parlak ve göz alıcı renkler perdeden eksilmiyor. Görüntü yönetmeni Jean-Claude Larrieu ve (aralarında ‘Volver’ ve ‘Konuş Onunla’nın da bulunduğu) sekiz filmde Almodovar ile birlikte çalışan Alberto Inglesias teknik yönden İspanyol ustanın mizansenine destek veriyorlar.
Almodovar, kendine has sinemasal evrenini yansıtan yaratıcılığıyla, incelikli, mükemmeliyetçi, olgunlaşmış ve doyumsuz güzellikteki anlatımıyla ‘Julieta’da geçer not alıyor. Ama ne yazık ki son 10 yılda yaptıkları, 90’lı yıllardaki başyapıtlarının seviyesinde değil.
Almodovar, Cannes Film Festivali’ndeki basın konferansında kadınların hayatı üzerindeki etkisinden, aşktan, tutkularından, bozulan sıhhatinden bahsederken, “Sırtımdan geçirdiğim ameliyat sonrası, son üç yılda fiziksel acılar yaşadım. 1991-94 arasında ağabeyimin de ortak olduğu, hiçbir ticari faaliyeti olmayan bir off shore şirketimle Panama Belgelerinde adımın geçmesinden dolayı sıkıntı yaşadım. O günlerde vizyona giren filmimin beklediğim ilgiyi görmemesi beni üzdü” dedi.
Kadın ve anne rolleri yazmayı sürdüreceğini Almodovar şöyle izah etmişti: “Ben 10 yaşıma kadar La Mancha’nın kırsal bir bölgesinde, kadınlarla dolu bir çevrede yaşadım. Aralarında yaptıkları dedikoduları, erkekleri çekiştirmelerini dinledim. Kadınlar filmlerimde ilgi odağı olmayı sürdürdü.”