• “Hangi soydan gelirlerse gelsinler, hangi dinden olurlarsa olsunlar, kendilerini Türk ulusunun birer ferdi sayan insanlara, bu imkânların, daha geniş ölçüde de ve askerlik hizmeti dışında da verilmesi için, benim yapmış olduğum sadece bir yazı yazmaktan, bir dilekte bulunmaktan ibaretti. Ama sadece böyle bir yazı yazılması, böyle bir dilekte bulunulması bile, bir Yahudi asıllı Türk’ün gözlerini yaşartmağa, onu çölde bir tas su içmiş gibi sevindirmeğe yetiyordu. Bir tek yazı üzerine bu yurttaştım, “Dünyayı pembe görmemek için insanın kör olması lâzım” diyecek kadar umutlara kapılabiliyordu. Dilerim ki dileğim kâğıt üstünde kalmasın!” BÜLENT ECEVİT – (SERDAR KORUCU- www.avlaremoz.com)
Ecevit 2 Ocak’taki bu yazısından yaklaşık bir hafta sonra, 10 Ocak’ta, iki okuyucusunun gönderdiği mektubu köşesinde yayınlayacaktı.
“Yılın ilk iş günü sabahında beni ve benim gibi nice insanları nasıl mes’ut ettiğinizi tasavvur edemezsiniz,” diyor, bu yazı üzerine Ankara’dan mektup gönderen Yahudi asıllı bir yurttaşım.
Yazıdaki dileğimin, kendisine, “Çölde susayan insana verilen bir tas su gibi” geldiğini, artık dünyayı pembe gördüğünü söylüyor.
“Bütün vatandaşlar memlekette bir pota içinde yuğrulmuş, kaynaşmış tek bir halita halinde olsun. Böylelikle hakikaten her bakımdan vatanımıza lâyık vatandaşlar olalım!” diye dua ediyor.
Aynı yazı üzerine bir Anadolu şehrindeki bir arkadaşımdan da mektup aldım. Davut Kohen adında Yahudi asıllı bir Yedeksubay öğretmenin hikâyesini anlatıyor mektubunda… “Hayatımın ilk büyük acısını çektim” diyormuş Davut…
Yedeksubay öğretmen Davut, hayatının ilk büyük acısını, bir Doğu ilinin köylerinden birinde iki aylık hizmetten sonra, başka bir yere atanarak ayrılışında duymuş. Köyden ayrılırken öğrenciler etrafına toplanıp, “bizi bırakıp gitme” diye ağlamışlar.
Şimdi, bana mektup yazan arkadaşımın bulunduğu uzak şehre kadar o köyden insanlar geliyor,
—Köyümüze Davut adında bir öğretmen geldi, bize çalışmanın kıymetini öğretti, artık yerimizde duramaz olduk, diyorlarmış.
Yeni iş alanları bulup daha çok çalışabilmek, yaşayışlarını daha çok değerlendirebilmek için imkânlar arıyorlarmış.
Vasil Harizanos adında bir Türk eri, 3 Türk erini ölümden kurtarmış, dördüncüsünü kurtarmak için atıldığı alevlerin içinde can vermişti.
Davut Kohen adında bir Türk yedeksubayı, bir Doğu Anadolu köyünde yaşıyan insanları, emeklerini gereği gibi değerlendirmeksizin ve yaşamanın tadına varmaksızın yaşama alışkanlığından kurtarmıştı.
Aslında ikisi de belki yalnız ödevlerini yapmışlardı. Fakat yapmalarına imkân verildiği için yapmışlar, yapabilmişlerdi.
Hangi soydan gelirlerse gelsinler, hangi dinden olurlarsa olsunlar, kendilerini Türk ulusunun birer ferdi sayan insanlara, bu imkânların, daha geniş ölçüde de ve askerlik hizmeti dışında da verilmesi için, benim yapmış olduğum sadece bir yazı yazmaktan, bir dilekte bulunmaktan ibaretti. Ama sadece böyle bir yazı yazılması, böyle bir dilekte bulunulması bile, bir Yahudi asıllı Türk’ün gözlerini yaşartmağa, onu çölde bir tas su içmiş gibi sevindirmeğe yetiyordu. Bir tek yazı üzerine bu yurttaştım,
“Dünyayı pembe görmemek için insanın kör olması lâzım” diyecek kadar umutlara kapılabiliyordu.
Dilerim ki dileğim kâğıt üstünde kalmasın!
Dilerim ki bana mektup yazan yurttaşım, boşuna sevinç gözyaşı dökmemiş, dünyayı boşuna pembe görmemiş olsun!
Dilerim ki Davut’un bu vatana, bir Ahmet, bir Mehmet gibi hizmet edebilme imkânı, sırtındaki yedeksubay üniformasını çıkarmasiyle sona ermiş olmasın!
Dilerim ki Vasil Harizanos boşuna ölmüş olmasın!
Ordunun onlara askerlikte açtığı hizmet imkanlarını; bu vatan çocukları için çalışabilmek, gerekirse hayatlarını seve seve feda edebilmek imkânını, dilerim ki Devrim idaresi başka bütün alanlarda da açsın!”
Serdar Korucu
Kimliklerinin gizli kalması kaydıyla Al-Monitor’a ayrı ayrı bilgi veren İsrailli ve Türk diplomatlara göre normalleşme mutabakatından iki hafta sonra meydana gelen 15 Temmuz darbe girişimine İsrail’in verdiği tepki Erdoğan’ı en az ABD ve AB ülkelerinin tepkisi kadar kızdırdı. İsrail hükümeti darbe girişimini kınamakta oldukça gecikti. Netanyahu konu hakkında ancak iki gün sonra 17 Temmuz’daki hükümet toplantısında konuştu. Kibirli bir açıklama yapan Netanyahu, Erdoğan’a destek beyan etmekten kaçındı ve “hafta sonundaki olaylar” diye nitelediği darbe girişiminin normalleşme sürecini etkilememesini temenni etti.
Erdoğan dişlerini sıkıyordu. Ancak ABD ve AB ülkelerine sert tepki gösterirken İsrail’e gelince öfkesini tuttu. Anlaşmanın imzalanmasından günler sonra İsrail aleyhine konuşması onu Türk kamuoyu karşısında gülünç duruma düşürecek, Netanyahu’yla uzlaşma kararının hata olduğu izlenimini verecekti. Dolayısıyla Erdoğan fazla hevesli olmasa da normalleşme sürecinde kendi üzerine düşeni yapmaya devam etti. Anlaşma gerektiği gibi Türk parlamentosunda onaylandı. Ancak bu onay işlemi meclis tatile çıkmadan gece yarısı son dakikada yapıldı. Erdoğan bunun ardından birkaç gün uzun uzun bekledi ve nihayet anlaşmayı yasalaştıran kanuna imza attı. Sıra İsrail’in Mavi Marmara mağdurları ve aileleri için oluşturulan fona 20 milyon dolarlık tazminatı aktarmasına gelmişti. Türkiye’nin banka hesap bilgilerini bildirmekte yavaş davranması da İsrail Dışişleri Bakanlığı yetkililerini rahatsız etti.
Bu karşılıklı adımlarda İsrail de Türkiye de hassas davranıyor. İki taraf da anlaşmanın hükümlerine bağlı olduklarını vurguluyor ancak Netanyahu ve Erdoğan, bunları hayata geçirirken kendi iç siyasi gereksinimlerine göre hareket edecek kadar rahat hissediyor. İki lider de normalleşme anlaşmasına zincirlenmiş durumda ve onu uygulamaktan başka seçenekleri yok. Yine de son gelişmelere bakılırsa İsrail-Türkiye normalleşmesinin soğuk bir normalleşme olması her ikisinin de işine geliyor.
Arad Nir
Hayatımız farklı orda (Burgazada). Tekneciler tekneleriyle geziyorlar. Daha orta kararlar kanastasını oynuyor. Benim arkadaşlarım var oynayan annelerinden görüyor. E napıcaklar anam başka hayatları yok ki (gülerek)… Cumartesi öğlen toplanılır, börekler filan yenir ve kanasta oynanır. 1980’lerde annemlerin yaptığı gibi. Ada’da ben başka bir gruba geçtim 14 yaşında, alternatif tiplerin olduğu işte dövme yaptıran, rock müzik dinleyen, kaykay yapanlar toplanırdık beraber. 15 yaşında özerkliğini ilan ediyorsun ve kimliğini oluşturuyorsun Ada’da. Çaktırmadan biralar içerdik. Ada’da benim hayatım değişti, bir de Robert’de (Kolej). (Yahudi, yaş:32, Kadın)
(…)
Adalı olmak küçükken farklıydı şimdi farklı. Biz hep Büyükada’daydık. Küçükken adaya gelirdin Cuma akşamı iskele kaynardı bizim bütün çevre burda olurdu. “Jewish meeting point”ti (gülerek). Bence o müthişti. Şimdi ise daha huzurlu bir yer, aileni görüyorsun filan. Bir de insanlar evlenip çocukları olunca Ada’ya geri dönüş başladı. Ben Pazar İstanbul’a indiğimde “ah tatilim ne güzel geçti” diye inerdim. Ada tatil benim için. Azınlık asla hissetmezdik burada. İnşallah böyle devam eder. Bence buranın sahibi biziz. Adada kalmak “privilege” (özellik, üstünlük) benim için. (Yahudi, yaş:29, Kadın)
(…)
Ada’lar ile aralarında kuvvetli bir duygusal bağ olduğu, farklı ve köklü bir aidiyet bağı kurdukları birçok Yahudi görüşmeci tarafından dile getirilmiştir. Ada’nın eskisi, yerlisi olmak, tanıdığı, bildiği, “aynı dili konuştuğu” insanlar içinde yıllardır yaşıyor olmak, Ada’nın kapalılığı ve izole olması kişilere büyük bir güven duygusu sağlamaktadır. “Adalı olmak” sadece Yahudi toplumu içinde ve kendi sınıfından kişilerle bir arada olmak değil, “Adalı olmak” anakaradan uzak kalmak, Adalıların birbirleriyle yalnızlıklarını paylaşması, farklı sınıftan dinden etnisiteden insanlarla bir ada kültürü üretmek demektir. Adalı olmak Yahudisi, Hıristiyanı, Müslümanı birbirine yabancılaşmadan ortak bir kültür üreterek yaşamak demektir.
Özgür Kaymak
http://www.avlaremoz.com/2016/11/07/yahudiler-icin-adalar-ada-en-ozel-yer-ozgur-kaymak/
Netten okumalar
http://www.haberekspres.com.tr/ad-insana-vurulan-ilk-damga-roportaj,213.html
http://www.yeniduzen.com/Yazarlar/eralp-adanir/yahudi-muacirler-7/9649
http://ahmetcigsar.com/selahattin-ulkumen/