Holokost (Şoa), Nazilerin, 2. Dünya Savaşı öncesi ve sırasında sistemli bir şekilde gerçekleştirdiği Yahudi katliamına verilen isimdir. Bu katliamda 6 milyon Yahudi öldürüldü. Bu haftadan itibaren, siz değerli okuyucularıma, Holokost döneminde geçen, gerçek yaşam öyküleri anlatmak arzusundayım. O günleri paylaşıp anmak, duygulanmak, yitip giden o insanlara, ödeyebileceğimiz bir gönül borcu olacak.
SAMMY İÇİN YAKILAN İKİ MUM*
Sammy Rosenbaum’un adını ilk defa 1965 yılında duymuştum. Rabka’da yaşayan Bayan Rawicz, Viyana’ya gelip merkezimize uğradığı zaman, ‘savaş suçluları tanıklığı’ yaptığında, savaş döneminde tanıdığı Sammy Rosenbaum’dan söz etmişti.
“Bu küçük oğlan narin, incecik ve soluk bir çehreye sahipti. İri, kapkara gözleri vardı. Aslında çocuk olduğundan daha büyük görünürdü. Çünkü yaşadıkları, diğer çocuklar gibi onu da çok erken olgunlaştırmıştı. Oysa Almanlar 1939 yılında, Rabka’ya girip, hayatlarını kâbusa çevirdiğinde, Sammy sadece 9 yaşındaydı.
Sammy’nin babası erkek terzisiydi. İki oda ve minik bir mutfaktan oluşan, küçük ve eski bir evde yaşarlardı. Aile mutlu, neşeli ve dindardı. Sammy her cuma akşamı babası ile birlikte sinagoga giderdi. Annesi ve kız kardeşi ise evde kalıp Şabat mumlarını yakarlardı.
1940 yılında SS Teşkilatı, Rabka’da bulunan polis merkezinin yakınlarında bir SS Polis Eğitim Merkezi kurmuşltu. Savaşın ilk dönemlerinde, Nazi SS’ler günde en az 100-150 Yahudi’yi kurşunlayarak katlederlerdi. Naziler, kadın ve çocukların dehşet dolu çığlıklarından hiç etkilenmez ve kan dökmekten büyük haz alırdı. Onların işi en kısa zamanda, çok miktarda can almaktı. Bu onlar için ‘Führerbefehl- Führer’in emriydi.
SS Eğitim Merkezinin Komutanı, Hamburg’lu Untersturmführer Wilhelm Rosenbaum’du. Her gün atına biner ve diğer atlı Nazilerle birlikte Rabka’da dolaşır, etrafına dehşet saçardı. Bizlere korku salmaya çalışırdı” diye anlatmıştı.
“1942 yılının başlarında SS komutanı Wilhelm Rosenbaum, Rabka’da yaşayan tüm Yahudilerin SS Polis Okulu’nun avlusunda toplanmalarını emretti. Amacı onları fişleyip ayıklamaktı. Yaşlı ve iş göremez olanları, ölüm kamplarına gönderecek, diğerlerini ise Alman Ordusu (Wehrmacht) için kullanacaktı. Okul avlusunda toplanan Yahudiler fişlenip sınıflanınca, SS Komutanı, Rosenbaum, yanında Herman Oder ve Walter Proch adlı iki yardımcısıyla ortadaki kayıt masasının yanına ilerledi. Masanın üstündeki isim listesini elini alıp göz gezdirirken, aniden yüzü değişti, elindeki copu şiddetle masanın üzerine vurdu” diyen Bayan Rawicz şöyle devam etmişti;
“Bizler korkudan soluklarımızı tutmuş, sessizce bekliyorduk. Führer Rosenbaum haykırmaya başlamıştı. ‘Bu ne demek oluyor? Rosenbaum? Yahudiler! Hangi iğrenç Yahudi (verdammte Juden) benim güzelim Alman soyadımı kullanabilir?’
Führer Rosenbaum elindeki isim listesini masaya fırlattıktan sonra, geriye doğru şiddetle döndü. Çok iyi biliyorduk ki, Rosenbaum’lar öldürüleceklerdi. Bu an meselesiydi. Yahudiler eğer Rosenberg soyadına yahut Hermann veya Adolf adına sahiplerse derhal tutuklanıp öldürülürlerdi.
Polis okulu mensupları, tutukladıkları Yahudileri ve Polonyalıları, okulun hemen yanındaki ormana götürüp katlederdi. SS öğrencileri gestapoların gözetiminde katliamları yaparlarken, Führer Rosenbaum onların davranışlarına dikkat ederdi. Eğer öğrencilerin arasında bu konuda tereddüt veya duygusallaşma gözlemlerse derhal o öğrenciyi ayırıp, cepheye savaşa gönderirdi.”
Bu fişleme ve ayıklanma gününde Bayan Rawicz ‘görevli kadın’ olarak atandı.
“Ben, ormanda insanları öldürdükten sonra, polis okuluna dönen SS’lerin çizmelerine bulaşan kanları temizlemekle görevliydim. 1942 yılının haziran ayının bir cuma sabahı, okul bahçesinin kapısı açıldı. İki SS askeri, yanlarında Yahudi Rosenbaum, karısı ve kızları Paula ile birlikte içeriye girdiler. Arkalarından Führer Rosenbaum geliyordu. Anne ve kız okuldan içeriye sokuldular. Az sonra içeriden silah sesleri duyuldu. İkisini de öldürmüşlerdi. Alman Rosenbaum, Yahudi Rosenbaum’a copla darbeler vuruyor ve bağırıyordu: ‘Pis Yahudiler, size benim soyadımı kullanmak ne demekmiş, göstereceğim şimdi!’ diyordu. Sonra belinden tabancasını çekti ve Terzi Rosenbaum’un kafasına 2-3 el ateş etti. Adam cansız yere yığıldı. Sonra, silahsız olan Yahudi Kapo’ya gidip Sammy’yi bulmasını emretti. Kapo ve iki SS Polisi, atlı arabaya binerek, Zakryty’ye gitti. Meydana geldiğinde uzaktan Sammy Rosenbaum’u gördü ve yanına gelmesi için işaret etti. Meydanda herkes durmuş onlara bakıyordu. Çocuk elindeki taşı yere atarak kapoya doğru yaklaştı. Kapoya, ‘Neredeler?’ diye sordu. ‘Annem, babam ve Paula neredeler?’ diye bağırıyordu. Kapo başını önüne eğerek susuyordu. Sammy anlamıştı, ‘Onlar öldüler!’ Bizim soyadımız Rosenbaum, sıra bana geldi sen onun için buradasın!’ dedi. Bir atlayışta arabaya bindi. Kapo çocuğun ağlayacağını, direneceğini sanıyordu. Veya çocuk kaçabilirdi. Ormana kaçarsa, Polonyalı direnişçilere sığınır ve hayatı kurtulabilirdi. Hâlbuki artık çok geçti. Yanındaki SS’ler onlara dikkat ve merakla bakıyorlardı. Kapo, Sammy’ye sabah olanları anlattı. Sammy kapoya bakarak 1-2 dakikalığına evine gitmek için izin istedi. Kapoyla birlikte eve doğru yöneldiler, çocuk kapıyı ardında açık bırakarak odaya girdi. Masanın üstünde yarım kalmış kahvaltı ve çay fincanları vardı. Saate baktı. Saat 15.30’du. Anne, baba ve Paula artık gömülmüş olmalıydılar. Onlar için kimse mum yakmamıştı. Yavaşça masadakileri kaldırdı. Etrafı düzene soktu. Masaya şamdanları yerleştirdi. Dolaptan altı tane mum aldı ve haznelere yerleştirdi. Anne, baba ve ablası için ikişer mum yaktı. Sonra dua etti. Çocuğun dudakları kıpırdıyordu. Ölüler için söylenen Kadiş duasını okuyordu. Baba Rosebaum, ölü aile büyükleri için her zaman Kadiş duası söylerdi. Oğluna da bu duayı öğretmişti. Aileden geriye bir tek o kalmıştı. Dua bitince durdu ve uzun uzun mumları izledi. Sonra Sammy başını salladı, dolaptan iki tane mum daha aldı ve onları da yaktı, yine Kadiş okudu, ölmek üzere olduğunu biliyordu. Bu yüzden kendisi için de dua etmişti. Sammy daha sonra, dışarı çıktığında, kapo kapı ağzında onu ağlayarak bekliyordu. Çocuk hiç ağlamadı ama kaponun gözyaşları durmak bilmiyordu. Sammy, tek kelime etmeden, onun koluna şefkatle dokundu ve teselli etmeye çalıştı. Sanki onu götürdüğü için kapoyu bağışlamıştı. Arabaya bindiler ve ormana doğru gittiler. SS Führer Rosenbaum ve öğrenci polisler orada çocuğu bekliyorlardı. SS Führer bağırdı; ‘ŞİMDİ!”
Hiçbir mezar taşında Sammy Rosenbaum’un adı yok. Rabka’dan gelen kadın eğer ofisime gelip ondan bahsetmeseydi, onu hiç kimse anmayacaktı. Ama şimdi ben her sene haziran ayının bir gününde iki mum yakıp Sammy Rosenbaum’un ruhu için Kadiş duasını okuyorum.
*Simon Wiesenthal’in 'Anılar' adlı kitabından alınmıştır.
Simon Wiesenthal (1908-2005) Avusturya-Macaristan İmparatorluğunda doğmuş bir Avusturya Yahudi’si olup, savaş sonrasında kendini Nazi Avcılığına adamıştır. Wiesenthal, Holokost’tan kurtulduktan sonra, yaşamını kaçak Nazileri yakalatıp, yargıya çıkartmaya hasretmiştir.
1945 yılından itibaren 3 bine yakın savaş suçlusunun peşine düşmüş, önemli pozisyondakiler dâhil, birçoğunun yakalanmasına, gizlice İsrail’e götürülerek yargılanmasına ve idam edilmesine ön ayak olmuştur. Simon Wiesenthal’in, dünyadaki Nazi savaş suçlularının izini süren, kendi adıyla kurulmuş merkezi, bugün hâlâ çalışmalarına devam ediyor.
Aynı zamanda yazar olan ve 2005 yılında hayata veda eden büyük araştırmacı, ailesinden 89 kişinin Nazi zulmünde can veren bu önemli kişi, adına yaptırılan müzeler sayesinde sonsuza kadar yaşayacak.