15 Kasım 2003 tarihinde Neve Şalom ve Şişli Beth İsrael Sinagoglarına eş zamanlı olarak yapılan bombalı terör saldırılarında yaşamlarını kaybedenler, 20 Kasım Pazar günü Neve Şalom Sinagogu’nda, unutmamanın bir Yahudi için ne demek olduğunun bilinciyle hep birlikte anıldı.
15 Kasım 2003, Tanrı’nın özellikle kutsadığı Şabat günü, Tanrı’ya güven ve inançla ibadet etmek için Neve Şalom ve Şişli Sinagoglarına gelen Yahudilerin ve bu kutsal mekânların etrafında ‘tesadüfen’ bulunmuş olan kişilerin hayatlarını ellerinden alan bu bombalı saldırıların acısı, anlamı, düşüncesi, etkileri, tüm Yahudilerin yüreğine kazındı, farkında olmasalar da genlerine kadar işledi.
Yahudi takvimine göre 20 Heşvan 5764 (15 Kasım 2003) tarihindeki hain terör saldırılarında hayatlarını kaybedenler, 20 Heşvan’ın denk geldiği takvim gününde, tüm cemaat ile birlikte anıldı.
Bu yıl 20 Kasım Pazar gününe gelen tören, sosyal medyada ve sinagoglarda şöyle duyuruldu: “İki ayrı sinagogumuzdan yükselen dumanlar ve duyulan patlama sesleri belleklerimize acı ile kazındı. Çocuklarımızı, yakınlarımızı, sevdiklerimizi kaybettiğimiz o menfur saldırının üstünden tam 13 yıl geçti. Kaybettiğimiz dindaşlarımızı anmak, yaşanılanları unutmamak, unutturmamak adına, BURADAYIZ demek için...”
Kaybettiğimiz dindaşlarımızı anmak, yaşanılanları unutmamak, unutturmamak adına, BURADAYIZ demek için...
Yaşanan olayların herkesi etkilediğinin, başkalarının başına gelen bir şey diye düşünülmediğinin, çanların aslında kendimiz için çaldığının artan bilinci, törende yer alanların artan sayısında fark edildi.
Sinagogda girişte dağıtılan ‘BURADAYIM’ bilekliklerinin bu yılki rengi turuncu idi ve üzerinde anmanın yılı olan 13 sayısı da belirtilmişti. Yine girişte tam ortada büyük bir masa üzerinde çiçekler, taşlar, mumlar, isimler göze çarpıyordu. Dağıtılan beyaz taşlara isteyen ismini, isteyen bu katliamlarda hayatını kaybedenlere olan mesajlarını yazıp çiçeklerin arasına bırakıyordu. Bu sergide kullanılan sembollerin anlamını, sergiyi düzenleyen mimarlar Esen Maçoro ve Ceki Duşi’ye sorduk:
“Bu seneki taş ve ağaç kabuklarından oluşan sergi konseptinin çıkış noktası Rozi Abla’nın ‘Gençler Yoeliko’nun Korusundaki anıtına hep taş bırakır’ sözü oldu. Yoel Kohen Ülçer Fon Toplantısında konuşurken gençlerin de destek verdiği taş üstüne yazı yazma fikri üzerine gittik. Büyük bir siyah kutu kullandık. Kutunun iki yanına sarı karanfiller dizdik ve bu karanfillerle beklenmeyen bir anda yaşanan üzüntü ve saygıyı betimlemek istedik.
Toplumumuz üyelerinden, bu olaylar bütününde kaybettiklerimizin isimlerini, kutunun üst ve alt kısmına büyük harflerle yazdık ve aydınlanmasını sağladık. Bu şekilde kaybettiklerimizin birbirimize kenetlenme yolunda üzerimize tuttuğu ışığı simgelemeyi hedefledik.
Siyah kumaşla kaplı arka fonun önünde kullandığımız siyah tabletlerde yazılı isimleri yazarak o gün yaşamlarını yitiren tüm insanların anısını yaşatacağımızı belirttik.
Siyah kutunun içini gri çakıl taşlarıyla doldurup üzerlerine ağaç kabuklarıyla ‘BURADAYIM’ yazısını yerleştirdik. Ziyaretçilerimizden de kendilerine dair mesajları veya en azından burada olduklarını belirtmek için isimlerini büyük beyaz taşlar üzerine yazmalarını rica ettik. Bu interaktif düzenle beraber zaten anma süresince mekânda güçlü bir şekilde hissedilen birlik beraberlik duygusunu arttırmayı amaçladık.
Ağaç kabukları ve taş konseptine gelince, ağaç kabukları rüzgârda ya savrulur ya da toprağa karışır, kolayca yok olur. Taş ise masiftir, ağırdır ve kolayca yerinden, varlığından vazgeçmez. Ağaç kabuklarıyla ‘BURADAYIM’ konseptinin içinde barındırdığı manevi bütünleşmeyi imgelemek istedik. Bu imge, üzerindeki beyaz taşlarla birleşince bize bir bütünün parçaları olduğumuzu tekrar hatırlatıyor. Bu taşlar ayrıca ‘BURADAYIM’ sloganının toplumumuz için ağırlığını, kalıcılığını, yani yüreklerimize nasıl işlediğini temsil ediyor.
Sergiyi, keman ve piyano eşliğinde günün anlamına uygun melodiler süsledi. Bu şekilde hem göze hem de kulağa hitap ederek paylaşımla çoğalan ruha dokunuş mesajını daha da derinleştirmek istedik. Aramızdan ayrılanları duyularımızla anmak ve hatırlamak...
Serginin devamı ve tamamlayıcı unsuru olarak başlattığımız proje doğrultusunda, üzerinde ziyaretçilerin yazdığı yazılar ve isimler olan taşlar, cemaatimiz gençleri ve Yoel Kohen Ülçer Fonu eşliğinde Aşkenaz Mezarlığındaki anıtın altına yerleştirilecek.”
Mesaj taşı yazılıp yerine konulduktan sonra salona girildiğinde, tören Arvit duası ile başladı. Arvit duası sonrasında konuşmaların gençler tarafından yapılması oldukça anlamlıydı. İlker Avimelek ve Betsy Penso’nun konuşmaları, kalplere dokunurken, aynı zamanda düşündürücüydü.
İlker Avimelek konuşmasında şunları söyledi
“(...) Benden burada bu konuşmayı yapmamı rica ettiklerinden beri çok düşünüyorum. Neler söyleyebilirim, mesajımı nasıl iletebilirim? Peki benim mesajım ne?
15 Kasım 2003 günü şüphesiz Türk Yahudi Cemaati ve belki de Türkiye Cumhuriyetinde yaşanmış en şiddetli ve nefret dolu saldırılardan birine tanık oldu.
Yaşadığımız acılar tarifsiz. Ben sadece 14 yaşındaydım. Eli kanlı teröristlerin, bomba yüklü araçları Şişli ve Neve Şalom Sinagoglarının önünde patlattıkları haberini televizyonu açtığımda öğrendim. Sonra farklı görüntüler geldi; olayın büyüklüğünü, önemini, aslında bizler için neyi ifade ettiğini kavrayabilmem uzun zaman aldı. Bu konuşmayı yaparken hâlâ algılamaya çalışıyorum, sırf Yahudi olduğumuz için Tanrı’ya dua ederken yaşadığımız, evimiz dediğimiz yerde bize yapılan bu saldırının ne olduğunu ve neden yapıldığını...
Aslında bize karşı sırf Yahudi olduğumuz için yapılan saldırılar yüz yıllardır dünyanın her yerinde devam ediyor. Jonathan Sack bir makalesinde antisemitizmi evrimleşerek hayatta kalan bir virüs olarak tanımlamış.
Orta çağlarda Yahudilerden dinleri sebebi ile nefret edilirdi, 19-20. yüzyıllarda ırkımızdan dolayı, bugün de İsrail ile birlikte nefret devam ediyor. Bu nefret tutarlı inanışlardan oluşmuyor, aksine çelişkilerden oluşuyor. Çünkü fakir olduğumuz için de nefret edildik, zengin olduğumuz için, komünist olduğumuz için de nefret edildik kapitalist olduğumuz için de, kendimizi geri planda tutup kapalı yaşadığımız için de nefret edildik her yere gizlice müdahale ettiğimiz suçlaması ile de.
Aslında bu cümleler tek bir ortak paydada buluşuyor ve tek bir anlama geliyor. Her ne kadar farklı sebepler öne sürülse, devir değişse de sadece Yahudi olduğumuz için saldırıya uğruyoruz.
Anna Frank yazdığı günlükte nereye gidersek gidelim, hangi ülkede yaşarsak yaşayalım, hangi ülkenin vatandaşı olursak olalım her zaman Yahudi kimliğimizi taşıyacağımızı vurgular. Dolayısı ile Yahudilik bizim ayrılmaz bir parçamız, kimliğimiz ve sırf bu kimliğimizden dolayı sebebi değişse de saldırıya maruz kalabiliriz.
Dünyada ve Türkiye’de antisemitizm 2. Dünya Savaşı’ndan sonra çıkarılan yasa ve verilen eğitime karşın tekrar yükselişte. Geçtiğimiz yıl Arjantin’de, Polonya’da, Amerika’da ve Türkiye’de hem toplum hem de devlet yönetimi seviyesinde ciddi antisemit açıklamalar ve nefret söylemleri ile karşılaştık.
Özellikle internetin, sosyal medyanın yaygınlaşması ile dünyada ve Türkiye’de antisemit yazılar, videolar resimler, her yaştan, her toplumdan insana kolayca ve hızlıca ulaşabiliyor. Teknoloji antisemitizmin yayılmasında aktif bir şekilde rol alıyor, bir araç olarak kullanılıyor.
Evet, biz her zaman Yahudi kalacak ve antisemitizm her zaman olacaksa bizim bu nefrete karşı ne yapacağımız benim için önem taşıyan bir soru. Bu sorunun iki cevabı var: Sessiz kalır, yaşananları hep sineye çeker ve içimizde yaşarız.Ya da bu suça karşı beraber olur, karşı çıkar ve direniriz.
İnanıyorum ki bir arada olduğumuz ve bu suça karşı birlikte direndiğimiz sürece her zaman güçlü kalacağız.
Bugünün gençleri olarak bizler gelecekten sorumluyuz. Teknolojiyi anlayan ve yöneten bizleriz. Önce kendimizi eğitmeli, geliştirmeli sonra etrafımızdakileri bilinçlendirmeli, aydınlatmalı ve bu suça karşı ortak direnmeliyiz. Benliğimizi, nereye ait olduğumuzu unutmamalıyız.
Bugün de işte burada yaptığımız bunun bir parçası. Güçlü olduğumuzu, bir arada olduğumuzu göstermek.
Hatırlamak ve unutmamak…
Bugün bu anmaya büyük katkı sağlayan Yoel Ülçer Fonu ve gönüllüleri, birlikte olduğumuzu bu sene de hatırlattınız bize…
İnanıyorum ki bir arada olduğumuz ve bu suça karşı birlikte direndiğimiz sürece her zaman güçlü kalacağız. Yüksek cennetlerinde barışı yapan tanrım hepimize huzur ver. Amen”
Betsy Penso ise konuşmasında şu ifadelere yer verdi:
“Hafta başı hepimizin kalbi sosyal medyada şahit olduğumuz bir olay sebebiyle paramparça oldu. Cemaat başkanımız bir anneye “Ne giyiyordu?” sorusunu soralı 13 sene olmuş, “Yılları sayana” dedi… Bir anne ise, oğlunun o gün yandan düğmeli bej kazak giydiğini söyledi… Nasıl unutabilir ki…
Her hikâyenin kendine özgü birer rengi, birer kokusu, birer şekli, birkaç kelimesi var. Biri henüz bir çocuk, pespembe hayalleri; önünde upuzun bir ömür, arkasında bir ailesi, daha yüzleşeceği onlarca sorun, yaşayacağı binlerce duygu, göreceği çok sayıda yer ve tanıyacağı sonsuz insan… Biri, dopdolu, buram buram anneanne kokuyor; torununa geleneklerini öğretmeyi hedefliyor. Biri ailesini tamamlama heyecanıyla, karnındaki bebeğini kucağına almayı, anne sütü kokulu günleri bekliyor. Birinin bir kızı bir oğlu sımsıcak bir ailesi var. Birinin iki oğlu var ve her daim yasemin çiçeği kokuyor. Biri dalında henüz olgunlaşan cesur genç bir üniversite öğrencisi.
Tüm bu hikâyeler birbirinden bağımsız seyrederken, 15 Kasım 2003 günü hepsinin hikâyeleri aniden kesişir. Bu kadar farklı yaşlarda, kariyerlerde, yaşantılarda olan insanın hikâyesi aynı gün bir terör saldırısının kurbanı olmakta kesişir. Çünkü hepsinin ortak bir noktası var, Yahudi olarak dünyaya gelmiş olmaları. 13 sene önce ve günümüzde hala Yahudi olarak doğmuş olmak, bu şekilde yetiştirilmek ve hayata Yahudi olarak devam etmek bir kesim gözünde öldürülme sebebi olarak değerlendirilebiliyor.
Dahası bu ne ilk, ne de son. İçinde bulunduğumuz sinagog birden fazla saldırıya maruz kaldı. Her gün birçoğumuz, sosyal medya üzerinden sadece Yahudi olduğumuz için veya sadece bir görüşü savunduğumuz için tehditler almaya devam ediyoruz. Aslında burada bulunan herkesin de hikâyesi belki de bu şekilde kesişiyor.”
Konuşmaların ardından yapılan duadan sonra, saldırılarda hayatlarını kaybedenler ve Ağustos 2003’te muayenehanesinde uğradığı antisemit saldırı sonucu hayatı elinden alınan Diş Doktoru Yasef Yahya anısına mumlar yakınları tarafından yakıldı. Mumlar yakılırken, ekranlarda kaybettiklerimizin resimlerinin görüntülenmesi ve onlar hakkında bilgi verilmesi, onların tek tek var olmalarını, hissedilmelerini sağladı.
Hayat dolu, zeki, yetenekli ve kocaman yüreği olan Annette Rubinstein, 15 Kasım 2003 günü hayatını kaybettiğinde 8 yaşındaydı. Annette o gün Beth İsrael Sinagoguna Talmud Tora’da eğitim almak için gitmişti.
Her zaman kendinden önce başkalarını düşünen, fedakâr, sevgi dolu, güler yüzlü, ailesine ve arkadaşlarına çok düşkün olan İsrael Yoel Ülçer, 15 Kasım 2003 günü hayatını kaybettiğinde 19 yaşındaydı. O gün Beth İsrael Sinagoguna gözetim görevlilerine yardım etmek için gitmişti.
Anne olmaya hazırlanan Berta Özdoğan 28, eşi Ahmet Özdoğan ise 32 yaşındaydı. Birbirlerine olan saygı ve hoşgörüleri çevresindekileri kendilerine hayran bırakan çift, 15 Kasım 2003 günü Neve Şalom Sinagoguna, Bar-mitzva törenine katılmak için gitmişlerdi.
Her zaman dürüst, kendine dikkat eden, fedakâr aile babası Avraam Varol, 15 Kasım 2003 günü hayatını kaybettiğinde 50 yaşındaydı. O gün her zaman olduğu gibi dini ibadetini yerine getirmek için Beth İsrael sinagoguna gitmişti.
Ailesine çok düşkün olan, yardımsever, paylaşımcı ve herkes tarafından sevilen Yona Romano, 15 Kasım 2003 günü hayatını kaybettiğinde 58 yaşındaydı. O gün Beth İsrael Sinagoguna dini görevini yerine getirmek için gitmişti.
Sevgi, saygı, geleneklere bağlılık, dostluk, cesaret ve alçak gönüllük değerlerinin hepsini bünyesinde barındıran Anna Rubinstein, 15 Kasım 2003 günü hayatını kaybettiğinde 85 yaşındaydı. O gün Beth İsrael Sinagoguna torunu Annette’i Talmud Tora’ya eğitim alması için getirmişti.
Hayata hep gülen gözlerle bakan, iyimser, herkesle iyi ilişkiler içinde olan sıcak, samimi ve güven veren Yasef Yahya, 21 Ağustos 2003 günü hayatını kaybettiğinde 39 yaşındaydı. O gün her zaman olduğu gibi diş hekimi olarak çalıştığı muayenehanesindeydi.
Anma töreninde, 15 Kasım 2003 saldırılarında yaşamını yitiren sadece Yahudiler için değil, bu saldırılarda kaybettiğimiz herkes için dua edildi ve isimleri okunarak anıldı.
Anette RUBİNSTEİN TALU, Anna RUBİNSTEİN, Avram VAROL, Bülent BOSTANOĞLU, Fasıl SÜSLÜ, Hakan YÜKSEL, İsrael Yoel ÜLÇER, Kaya KAYA, Mehmet ATEŞ, Mesut GÜROL, Binyamin ERESKENAZİ
Mustafa YENİER, Naşit GÜREL, Nurettin AYDIN, Oğuz KIZILIRMAK, Ömer YAZAR, Saadet GÜNEŞ, Yona ROMANO, Ahmet ÖZDOĞAN, Berta ÖZDOĞAN, Emin T. YAKUPOĞLU, Murat ŞAHİN, Serkan BALCI