Geçtiğimiz sene Mam’art Tiyatroyu kuran, bu yıl ikinci oyununu sahneleyen Feri Baycu ile her şeyden çok önemsediği anneliği, hiçbir zaman kopamayacağını düşündüğü turizm hayatı ve aşkla bağlı olduğu oyunculuk mesleği üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Meğer her şey Dostluk Derneğinde sahnelenen oyunlarla başlamış. Tam Türk filmi hikâyesi gibi. Bir gün onu Haldun Dormen izlemiş, işte o gün hayatında çok şey değişmiş. Amatör sahneler bir anda yerini konservatuar sınavlarına ve büyük hocalardan alınan derslere bırakmış. Sonra da yolu değerli sanatçılarla beraber aynı sahnelere ve setlere düşmüş.
Kendi tiyatrosunu kurabilmek için gereken maddi desteği de eşiyle beraber kurduğu turizm firması sayesinde kazanmış. İsmini kızının koyduğu Mam’Art onun gözbebeği.
Bu aralar çok yoğun; Kanal D’nin sevilen dizisi Altınsoylar’da ekrana çıkan Feri, aynı zamanda kendi tiyatrosunun hazırladığı ve Tuğrul Tülek’in yönettiği ‘Nereye Gitti Bütün Çiçekler’ adlı oyunda oynuyor.
Mülteci kampında yaşanan hayatın kadınların gözünden ele alındığı ve sahnelendiği bu oyun aslında insana, yaşama ve hayata dair ne varsa fazla gözyaşı döktürmeden aktarıyor, sade bir dille mesajı direk vererek anlatıyor. Müziğin hikayeyle iç içe geçtiği oyunda, oyuncuların enstrüman çalıp şarkı söylediklerine de şahit oluyoruz.
Her şeyden çok önemsediği anneliği, hiçbir zaman kopamayacağını düşündüğü turizm hayatı ve aşkla bağlı olduğu oyunculuk mesleği üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. İşte karşınızda, sevgili Feri Baycu.
Senin hikâyen nerede başladı, biraz dünyanı aralayalım mı?
Aslında her şey Dostluk Derneğinde müzikallerle başladı, taa 11-12 yaşlarına geri gitmek lazım. Bir gün oyunlarımızdan birini, yanlış hatırlamıyorsam ‘Moiz’in Broadway’ oyununu, Haldun Dormen izlemeye gelmişti. Sonra oyun çıkışında “Babaanneyi oynayan ne kadar iyi oynuyordu, bu işin okulunu okumalı” demiş ve telefon numaramı istemiş. O gece oyun çıkışı eve geldiğimde annem bana “Seni Haldun Dormen aradı” deyince çok şaşırdım. Neden, nasıl, kafamda bir sürü soru tabii. Derken Yosi (Mizrahi) aracılığıyla iletişime geçtik kendisiyle ve Dormen Tiyatrosuna gittim. Sonra beni Güneş Berberoğlu ve Şebnem Sönmez ile tanıştırdı. Bu isimlerle sınavlara hazırlanmaya başladım. 350 kişinin arasından on kişi seçildik, sıfır torpille okula kabul edildim ve hikâyem başladı.
Çok güzel bir başlangıç olmuş, tesadüflerle dolu, sürprizli ve hep iyiye doğru giden… Peki, sonra neler oldu?
Dört yıl konservatuar okudum ve mezun oldum. Yıldız Kenter, Haldun Dormen ve Mehmet Birkiye gibi ustalardan eğitim aldım. Okulu bitirmeden önceki sene Dormen Tiyatrosunda oynamaya başladım. Bu arada televizyon dizileri hep vardı hayatımda, onlar da bir yandan devam etti. Derken Dormen Tiyatrosu kapandı.
Yapma, oysa daha yeni başlıyorduk…
O dönem şarkıcılar, türkücüler ve mankenler dizi sektöründe çok aktif rol almaya başlamışlardı. Benim de açıkçası çalışmaya ihtiyacım vardı. O ortamda da kendimi çok iyi hissedememiştim, e tiyatro da kapanmıştı... Yabancı dile yatkınlığım vardı; İspanyolca, İngilizce derken yurtdışı rehberliği yapmaya başladım.
Bambaşka bir sektöre ani bir giriş mi oldu bu?
Yok, aslında öğrenciyken de yapıyordum ben bu işi ama o zaman daha aktif olmaya başladım. 12 sene yaptım bu iş, 70’e yakın ülke gezdim. Bu arada tiyatro ile ilgili bir sürü workshop yakalama fırsatım oldu; neler oluyor dünyada takip ettim. Kopmadım tiyatrodan, kopamadım. Arada Metin Akpınar’la on bölüm bir dizide oynadım, birkaç iş daha yaptım, arada devam ettirdim oyunculuğu. Sonra evlendim ve eşimle beraber turizm işi kurduk. Hâlâ da bu işi birlikte yürütüyoruz.
TİYATROYA DÖNÜŞ
Tiyatroya geri dönüş ne zaman ve nasıl oldu?
Bundan 3-4 sene önce bir tiyatro grubu bana bir oyun teklifinde bulundu. Kabul ettim, provalarımız üç ay sürdü ancak oyunu maddi manevi nedenlerden ötürü çıkaramadılar. Ve ben bu karar alındığında eve çok üzgün geldim çünkü emek vermiştim. “Nasıl olabilir bu?” sorusu bir türlü aklımdan çıkmıyordu. Eşim de bana “Hayalin kendi tiyatron değil miydi? Bu bir fırsat olsun işte, haydi!” dedi. Beni cesaretlendirdi ve Mam’art’ı kurdum. İsim fikri de kızımdan çıktı.
Çok güzelmiş ismi de, peki sahnelenen bir oyun oldu mu?
Evet, geçen sene ilk oyunumuz sahnelendi; ‘Özel Kadınlar Listesi’. Harbiye’de bir ofisimiz var, orada çalışıyoruz ama henüz bir sahnemiz yok. İnşallah bir gün o da olacak. Oyunumuz 48 kere sergilendi; Ankara’ya, İzmir’e gittik, çok güzeldi bizim için.
Bu sene neler var gündeminde?
Bu seneki oyunumuz daha sosyal sorumluluk konulu oldu. Oyun mültecilerle alakalı, son derece gerçek, son derece gündemimizde olan bir konu aslında. Amerikalı bir psikolog, bir travma danışmanıyla beraber mülteci kampında yaşayan kadınlarla görüşüyorlar ve hepsinin hikayeleri açılıyor. Kalbe dokunan ama ajitasyonu olmayan, salya sümük ağlatmayan bir oyun oldu. Bütün kış oynamaya devam edeceğiz. Ocak ayında da turneye de çıkıyoruz. Sekiz yaşındaki kızım da bu oyunu izledi; abartı bir dram yok.
“HER HAFTA DİZİ DEĞİL FİLM ÇEKİYORUZ ADETA”
Cumartesi akşamları da seni ekranlarda görüyoruz. Dizi başladı sanırım, hayırlı olsun diyelim.
Evet, Altınsoylar. O da yeni başladı. Türkan Derya’yla çalışmak çok istiyordum, benim için fırsat oldu. Sıcak bir aile dizisi, bizim için çok keyifli gidiyor. Güzel bir set adabı olan bir ekiple çalışıyorum. Dizimiz tutar mı tutmaz mı hiç böyle kaygılarımız yok. Herkes işini tiyatro adabıyla, sevecenlikle, saygıyla yapıyor.
Diziler aldı başını gidiyor. Sezon başında çok sayıda dizi başlıyor ve hemen hemen büyük bir kısmı eleniyor.
Bu kanalların tercihi, çünkü diziler 140 dakika olunca üreticilik azalıyor. Oysa yurt dışında diziler en fazla 40 dakika sürer ama biz her hafta adeta film çekiyoruz, dolayısıyla elenenler çok oluyor.
Sen dizi izler misin? İçerden bir göz olarak nasıl buluyorsun oyuncuları, senaryoları, gündemi?
İyi bir dizi izleyicisi değilim aslında. Sevdiğim ve takip ettiğim 3-5 dizi olmuştur bu zamana kadar, Avrupa Yakası, Canım Ailem… İçinde dram barındıran, vurdulu kırdılı, mafya hayatların, abartı dramların konu olduğu dizileri izleyemiyorum. Gündem yeterince karanlıkken bir de içimi karartmak istemiyorum. Ayrıca dramı oynayan oyuncuların da çok başarılı olduklarını düşünüyorum. Aslında ondan izlemiyorum çünkü ağlamak geliyor içimden; çok iyi oynuyorlar. Sağlam komedi dizi eksiğimiz var ama bu da dakika olayıyla alakalı. Hiçbir komedi dizisi haftada 140 dakika olamayacağına göre dram daha çok ilgi çekiyor.
Bu tempoya nasıl yetişiyorsun, bir de ufak bir kızın var değil mi?
Evet, her şeyden daha önemlisi de o benim için. Çok erken kalkıyorum, günümü planlıyorum, bölüyorum, her şeye yetişmeye gayret ediyorum. Kıstığım şeyler de var hayatımda, olmaz mı? Mesela çok sevdiğim arkadaşlarımla her hafta sonu görüşemem, ayda bir buluşurum. Saatlerce kuaförde oturamam, sürekli bakım yaptıramam, alışveriş için saatler harcayamam, internetten alışveriş yaparım. Boşa akacak vaktim hiç yok. Her boşluğu değerlendirmem lazım. Kızımı okula bırakırım, onunla ilgili ne aktivite varsa yetişmeye çalışırım. Bu arada turizmi de bırakmadım, o da benim ‘iyikim’. Turizmden para kazanmamış olsaydım tiyatro açacak param olmazdı. Herhalde o dönem Tanrı bana “Sen önce paranı kazan, sonra tiyatro yaparsın” dedi. İyi ki de öyle demiş.
Tiyatro seyircisini nasıl buluyorsun, sence yeterli kişi gidiyor mu tiyatrolara?
Tabii ki hayır, sayı çok daha yüksek olmalı. İnsanlar sinema biletine 25 TL verip, tiyatroya 50 TL vermek istemiyorlar. Hem de canlı performans… Çok iyi oyunlar var, çok güzel yatırımlar var ve düzgün kaliteli işler var. Ama nüfusa oranla tiyatro seyircisi sayısı çok az. Bunun artması gerektiğini düşünüyorum. Keşke daha çok sahiplensek, daha çok arkasında dursak, daha çok izlesek bu oyunları. Sadece bulvar komedilerine gitmekle olmuyor, daha açık fikirli olmak gerekir.
“POPÜLER KÜLTÜR DİYE BİR GERÇEK VAR”
Sosyal medyanın gücü tartışılamaz. Sen aktif misin, yakın mısın takipçilerinle?
Sosyal medyayı tiyatro için tercih ediyorum. Ama tiyatro kocaman kitlere hitap etmediği için takipçi sayında ona göre oluyor. Bir Kadir Doğulu, bir Cem Yılmaz gibi takipçimiz olmuyor, olamıyor; biz bazı gerçeklerle yaşamayı kabul ediyoruz artık. Popüler kültür diye bir gerçek var. Elinde telefonla yaşayan, bütün gün ne yaptığını kısa videolar halinde çekip paylaşan türlü türlü insanın içinde tiyatroyla ayakta kalmaya çalışmak çok kolay olmasa gerek. Çok büyük popülarite peşinde koşan bir insan olmadım. Bu benim karakterime çok uygun değil. İşim değil ama tavrım mütevazidir. “Benim oyunum var isterseniz gelin” der geçerim, ısrarcı olmam, emrivaki yapmam. İsteyen gelir izler. Birbirimize sahip çıkmamız lazım, bunun için popülerliğe, ısrarcılığa gerek yok ki.
Yıllar sana ne getirdi Feri? Beş yıl önce bugün yaşadığın günlerini hayal ediyor muydun?
Yaş sadece tek başına gelmiyor. Aile kuruluyor, anne-baba oluyorsun, yeni insanlarla tanışıyorsun. Düz yolda yürüyen insanlardan mı olmak istersin, patikalara girip çıkan mı? Bunları kendin tercih ediyorsun. Yıllar bana çok güzel deneyimler getirdi, çok güzel arkadaşlıklar getirdi, eşimi, kızımı getirdi, onlar en büyük değerlerim.
Ülke geneli karışık, hava pek karamsar, gündem hep ve hep sıkıcı… Sen neler düşünüyorsun?
Artık sorunlarımız dinsel değil toplumsal. Çok zor günlerden geçiyoruz. Bu cümle oyunumuzda da var: “Acılara karşı sağırlaşmak istemiyorum.” Kendimi bir tiyatro oyununun içinde hissediyorum, sanki birileri bizle piyon gibi oynuyor. Gelecekle ilgili çok beklentileri olan biri değilim, ben sadece sağlıklı ve ailemle birlikle olmayı istiyorum. Maddesel hayalim hiç yoktur, tiyatroyla ilgili tabii ki… Kendi sahnem olsa ne güzel olur diye düşünüyorum o kadar. Kendimi en mutlu hissettiğim yer kızımın, kocamın ve ailemin yanı. Onların olduğu her yerde yaşayabilirim.
Şalom okuyucularına ne söylemek istersin?
Oyunumuzu izlemeye gelsinler, çok seviniriz, tiyatroyu biraz daha sahiplensinler, yaşı olmayan bir sanat, genci, olgunu herkesin tiyatroyla biraz daha fazla ilgilenmesini diliyorum. Ne oyunlar çıkıyor, tiyatro bizi alıp nerelere götürebilir, bize neler katabilir bunları biraz daha fazla önemsemelerini, desteklemeleri bekliyorum ve Şalom’ da yayınlanacak ilk röportajım için de sana ayrıca teşekkür ediyorum.
Röportaj akıp gitti, hızlı hızlı konuşan, enerjik ve sürekli gülümseyen biriyle röportaj yapmak ne kadar keyifli bir bilseniz. Doğru söylüyorsun Feri, şimdi aklımdan tiyatroya yeterinden az gittiğim geçti, daha çok sahiplenmem, daha çok ilgilenmem gerektiğini düşündürttüğün için sana teşekkür ederim. Yeni oyununun yolu açık olsun, umarım bir sonraki röportajımıza kadar hayalini kurduğun kendi tiyatronun sahnesine ulaşmış olursun. Yine yeniden oturur konuşuruz ve seni daha uzun yıllar sahnede izleriz. Alkışlar sevgili Feri için…