Romantizm akımı felsefede, edebiyatta, müzikte, resimde, mimaride duyguları açığa vuran ürünleri nedeniyle aklın ve ruhun özgürleşmesinde çok önemli bir eşiktir. Bu akımın öncülerinden, İspanyol Francisco Goya da sıra dışı bir dönemin ve yaşam öyküsünün izlerini sanatına aktaran bir isim oldu.
Esra Carus
Savaş çıkarsa ne olur? Herkesin bir planı var mutlaka; başka bir ülkeye göçmek, savaşmak veya olduğu yerde kalıp yaşamaya devam etmek, ta ki sıra kendisine gelene kadar. Ya da bir kuytuda gazabın bitmesini beklemek...
Tıpkı İspanyol sanatçı Francisco Goya gibi… Romantik akımın öncülerinden ressam Goya, sıra dışı bir dönemin ve yaşam öyküsünün izlerini sanatına aktarmış, her resmine huşu içinde baktığım bir dahi benim için. Romantizm felsefede, edebiyatta, müzikte, resimde, mimaride duyguları açığa vuran ürünleri nedeniyle aklın ve ruhun özgürleşmesinde çok önemli bir eşiktir.
Bu dönemden Goya’nın ‘Satürn’ün Çocuklarını Yemesi’ adlı yapıtı, bir şiddet – iktidar alegorisi olarak beni her zaman çok etkilemiştir. Sanatçının hem iç hem de dış gerçekliğinin azametli biçimde örtüştüğü bu iş, bir kaos halini özetler.
Yapıt, Goya’nın ileri yaşlarında dört yılını geçirdiği Madrid yakınlarındaki Quinta del Sordo’da1 yaptığı on dört duvar resminden biridir. Ölümünden sonra tabloya aktarılmıştır. Napolyon’un İspanya’yı işgal ettiği dönemdeki zorlu yılları, burada iç dünyasına çekilerek ve duygularını evinin ikinci katındaki duvarlara yansıtarak geçirmiştir. Pinturas Negras (Kara Resimler) adını verdiği bu duvar resimleri, sanatçının o dönemde yaşadığı çöküntünün dışavurumudur.
Roma’da Satürn olarak geçen Zaman Tanrısı’nın adı Yunan Mitolojisinde Kronos’tur. Zamanı kontrol eder, düzeni ve kuralları belirler, mutlak iktidardır. Yakından tanıdığımız Zeus’un babasıdır.
Satürn’e oğullarından birinin kendisini tahtından edeceği kehaneti verilir. Babası Uranos’un yerine nasıl geçtiyse, aynı şeyin kendi başına geleceği korkusu içindedir. Zaman Tanrısı bunu engellemek için doğan çocuklarını yemektedir.
Resmin ayrıntısına girecek olursak, Satürn’ü elinde genç bir bedeni sıkıca yakalamış, ağzıyla kopardığı uzuvlarını yerken görüyoruz. Parmaklarını vücuduna geçirmiş şekilde bastırarak, adeta vahşi bir hayvanın avını yemesi gibi göstermektedir Goya. Gözü dönmüş bir öfkeyle izleyene korku salmaktadır. Patlamış gözlerinin beyazı kadar, anatomisinin ayrıntıları da siyah zemin içinde erimiş, sanki tüm gövdesi karanlık gölgenin içinde lime lime olmuştur. Sanatçı, yaşlanmakta olan vücudunu kasaplık etlere benzetmek istemiş olabilir; döneminin tanıklığında, artık ruhu paramparça, delirmiş bir insan olarak, bir insanın diğer bir insana neler yapabileceğini anlatmak istiyor adeta…
Kökensel ve yazgısal bir bağlamla ‘Babalık Yasası’na2 da gönderme yapıyor; “Seni var eden benim; öldürme hakkı da bana ait” diyerek, şiddeti tanrısal bir gazap ile özdeşleştiriyor.
Walter Benjamin3 kurucu ve koruyucu olmak üzere şiddeti ikiye ayırır ve bunları ‘yasal’ olarak tanımlar. Bunun dışında üçüncü bir şiddetten daha bahseder; bu sadece kızgınlığın ifadesi ‘saf’ bir şiddettir. Hukukun ve yasanın yıkımıdır; Benjamin bunu ‘ilahi şiddet’ olarak adlandırır. Bu üçüncü tür, kutsallığını ortaya koymak için her şeyi yıkabilir, yasayı yıktığı gibi hayatı da yok edebilir. Ötekinin canını almak doğal bir hak, görev, hatta sorumluluk haline gelebilir.
Eyüp Peygamber’den İbrahim’e, Musa’ya ve Yunan’daki Niobi Efsanesi’ne kadar geçmişin bilgisiyle bağdaştırdığı yaşamını, dışsal politik gerçekliğe örtük bir biçimde aktarması yapıtın anlamını da çoğaltmıştır…
Gerçek yaşamında da Goya altı çocuğundan beşini daha ergenlik çağına gelmeden kaybetmiştir. Eşinin ölümü, geçirdiği bir hastalık sonrasında sağır olması gibi acı olayların yanı sıra Napolyon’un ülkesini işgali, İspanya’nın sömürgelerini kaybetmesi, ABD’nin kuruluşu, Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi gibi uygarlık tarihinin önemli bir dönemecine de yaşarken tanık olmuştur.
Quintra del Sordo
Goya, savaş ve devrimlerle gençlerini yiyen yönetimlere dair bu güçlü eleştiri ile kutsal- kurban çağrışımlarını harekete geçirerek, iktidarın daha çok kan dökenin elinde kaldığını gözümüze sokuyor. Ülkenin kendi insanlarına karşı uyguladığı şiddetin, yaşanan acımasız olayların, Goya’nın gözünden güce tapan bir babanın kendi oğluna vahşeti olarak duvara yansıtıldığı düşünülmektedir.
Zaman Tanrısı demişken zamanda bir yolculuk yaparak günümüze gelelim ve 19. yüzyılın iç duvarlarından, yani Goya’nın evinin en mahrem duvarlarından, 21. yüzyılın dış duvarlarına; özelden, kamusala bir geçiş yapalım şimdi.
Street Art (Sokak Sanatı) sanatçısı Blu’nun işlerini pek çoğumuz biliriz. Sanatçının ‘Leviathan’ adlı işi Berlin Kreuzberg’de bir binanın yan cephesindedir; konusu itibariyle Goya’nın resminin bir günümüz uyarlamasıdır.
Blu takma adıyla kimliğini gizli tutarak, duvarlar, terk edilmiş bina cepheleri, reklam panoları ve tüketimin hizmetine terkedilmiş yüzeyler üzerinde çalışıyor sanatçı. Kentin yönetimi ve sermayeye muhalif olarak alan kapma yarışı içinde bir müdahaleci, bir tür sanat gerillası.
Goya da Blu gibi sipariş üzerine yapmamıştı işini, bir isyan ve başkaldırı haliyle hür iradesini dışa vurmuştu.
Goya’nın sömürge imparatorluğunun saray sanatından, Blu’nun sömürgecilik sonrası haşmetli kentlerinin sanatına kadar iki yüzyılda ne değişmiş? Zihinlerimizin duvarlarını yıkmadıkça, üzerine resim yapılacak duvarlar da bitmeyecek. Bugün yaşadıklarımız geçmiş mağduriyetlerin ürünü. Ümit etmek istiyorum ki yarının sanatçısı bu geleneği devam ettirmek zorunda kalmasın.
Yeni bir romantik döneme girdik galiba.
Karamsar mıyım? Hayır, bir gün büyüyeceğiz mutlaka ve şiddetin bir doğa olayı olmayıp sadece seçim olduğunu idrak edeceğiz.
Deneye yanıla, kırıla döküle…
1 Sağırın Beşi veya Sağırın Evi: Goya 46 yaşında yani burayı almadan önce, geçirdiği bir hastalık sonrasında sağır olmuştur, ama evi aldığı kişi de işitme engellidir.
2 Babalık Yasası: Öldüren, yani ‘hayatı alan’ erkeğin, kadın üzerinde egemenliğini kurması, spermin gücüne atfedilen değerlerle gelişir ve hayat verme iktidarı da erkekler tarafına geçer. Bundan sonra egemenin alanında yer alan ‘yaşatma ve öldürme’ hakkı üzerine kurulduğundan, bütün dinlerde de, egemenin yani tanrıların icra alanındadır. ‘Baba Yasası’, kent yasasından daha da önemlidir. Babalar, oğullarını yutarak (Uranos ve Chronos mitinde olduğu gibi) ayrışmayı önlerler”.
– Ebedi Kutsal, Ezeli Kurban/ Saime Tuğrul
3 Şiddetin Eleştirisi/ Walter Benjamin
Francisco Goya, Satürn’ün Çocuklarını Yemesi, Prado Müzesi, Madrid
Blu, “Leviathan”, Berlin (Street Art in Berlin)