Antisemitizmin bliinen birçok sebebinin yanında pek sözü edilmeyen bir faktör daha vardır.
Musa Albukrek
Hıristiyanlığın Batı’ya doğru ilerlemesi ile Anadolu ve Yunan Yarımadasında hüküm süren Romalı aristokrat ve aydınlar bu bölgeleri terk edip Avrupa’ya yerleşmişlerdi.
Doğudan batıya yayılan Hıristiyanlığın karşısında kendi inanç ve kültüründen vazgeçmek istemeyen aydınlar tıpkı komünist Rusya’dan ayrılan Beyaz Ruslar gibi yurtlarını terk ettiler ve Batı’ya doğru yöneldiler. En yakın uğrak yeri İtalya oldu. Oradan daha da batıya giderek bugünkü Fransa ve Almanya’ya yerleştiler. Kendi kültürlerini, sanat ve felsefelerini buradan yaymaya başladılar. Terk edilen Batı Anadolu’nun Roma sitelerinin ise; her ne kadar deprem ve sıtmadan boşaldığı var sayılırsa da, esas sebep kültür farkı ve monoteizmi benimseyen Hıristiyan ahalinin politeist mabet ve sitelerden uzaklaşmalarıydı. Terk edilen bu harika kentler ilgisizlikten ve faaliyet yokluğundan yavaş yavaş toprak ile örtüldüler.
Avrupalı hâlâ Roma devrinin özlemi ile yaşamaktadır ve Hıristiyan dini ile pek mutlu değildir. Roma’yı yıkan Hıristiyanlık, Hıristiyanlığın anası Yahudiliktir.
Hıristiyanlıkla izdivacını hazmedemeyen Avrupalı antisemit, nefretini eşini doğuran ‘ana’ya yani Yahudiliğe yöneltir.
Asırlar evvel Avrupalı, Greko-Romen kültür ile yaşamıştı. Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra daha evvelki serbest yaşantısı ve hayata olan iyimser bakışı sert bir disiplinle hayattan zevk almama gibi bir duruma dönüştü.
Bernard Shaw, “Hıristiyanlık Avrupalıya uymayan bir gömlektir” demiştir.
İvo Molinas’ın Nietzsche çalışmasında, düşünürün Yahudiliğe karşı değil de kiliseyi ve rahipleri hiçe sayarak Hıristiyanlığa karşı olduğu anlaşılıyor.
Avrupa’da hâlâ Roma hukuku, Roma mimarisi, mitolojik resim ve heykeller dini tasvirlerin önüne geçer. Rönesans bu özlemin patlama noktasıdır. Ortaçağ’da yok sayılan bu eski ve renkli medeniyet yerini karanlık bir taassuba bırakmıştı.
Yasak olan mitolojik resimler yerine Hıristiyanlık adına Gotik katedraller inşa edilmişti. Rönesans’tan sonra bu hız kesildi, eski tanrıların efsaneleri ve onu temsil eden sanat eserleri Gotik kiliselerin yerini aldı.
Avrupalıların çoğunluğu mitolojiyi teferruatı ile bilmekle beraber İncil’e olan ilgisi çok daha azdır. Rönesans’tan sonra eski Yunan edebiyatı ve felsefesi Avrupa kültüründe gündeme geldi.
Yasaklarla, pişmanlıklarla yaşanan Hıristiyan dini Avrupalının boğazını sıkmakta. Her ne kadar Şaul (St. Paul) ve Constantin Avrupalıları Hıristiyanlaştırmış ise de Hıristiyanların Romalılar tarafından ateşe atıldıkları ve aslanlara yedirildikleri göz önünde tutulursa bu yeni dinle adeta zoraki evliliğin gönül rahatlığı ile gerçekleşmediği anlaşılmakta. Böylece Avrupalı eski sevgilisi olan Greko-Romen yaşantıyı özlemekte ve bu yaşantıyı tam olarak gerçekleştiremediği için hâlihazırda eşine kin beslemekte; konumu dolayısı ile eşine saldıramadığı için bu dinin anası olan Yahudilikten hıncını almaktadır. (Tabir i caiz ise; gazetelerde okunan, ‘Karısına kızan koca kaynanasını bıçakladı’ haberi gibi.)
Yukarıda zikredildiği gibi Bernard Shaw Hıristiyan olmasına rağmen cesaretle bu dinin Avrupalıya yakışmadığını açıklamıştı.
Nietzsche ise Hıristiyanlığı aşırı kötülemekle ve antik politeizme olan hayranlığı ile Alman halkının ‘bilinçaltı’nda kendi dininden daha da soğumasına ve endirekt olarak bu huzursuzluğun kaynağı olan dinin orijinine halkı yöneltip Holokost’un oluşuna istemeyerek katkıda bulunmuştu.
Netice olarak antisemitizmin bilinen klasik sebeplerinin yanı sıra az bir etkisi olsa da Avrupa halkının (eski Romalıların) Hıristiyanlığı benimsememesi ve bu dinin orijini olan Yahudiliğe yönelen bilinçaltı nefretten söz edilebilir.