Sarıyer Belediyesi, Zülfü Livaneli’nin 50. sanat yılı şerefine, ‘Barış ve Özgürlüğe Adanmış bir Yaşam’ başlıklı bir sempozyumla sanatçıyı onurlandırdı.
BİZ VARIZ,
BİZ ÇOKUZ,
ÜMİDİNİZİ YİTİRMEYİN…
Murat Meriç, SBB Şükrü Genç, Kim Phuc, Zülfü Livaneli, Zeynep Oral ve Henning Schmiedt
Sevilmek ve takdir edilmek müthiş bir duygu! Ama övgüleri samimi bir alçak gönüllülük ve dozunda bir mahcubiyetle karşılamak ise ancak Zülfü Livaneli gibi gerçek sanatçıların hasleti olabilir. Sarıyer Belediyesi, geçtiğimiz hafta, 50. sanat yılı şerefine düzenlediği ‘Barış ve Özgürlüğe Adanmış Bir Yaşam’ başlıklı sempozyum ve sergi ile usta sanatçıyı onurlandırdı. Büyük ilgi gören etkinlikte meslektaşları ve dostları, yüreklerindeki Livaneli’yi anlattılar.
Zülfü Livaneli çok yönlü bir sanatçı. Yönetmen, müzisyen, edebiyatçı ve iyi niyet elçisi kimlikleri heybesindeki sıfatlardan sadece birkaçı. 14 Aralık günü, adeta bir dostlar meclisine dönen The Grand Tarabya Oteli’nin toplantı salonunda, onun sadece uluslararası ünü olan bir kültür-sanat adamı değil, ülkesini çok seven vicdanlı bir yurttaş, vefalı bir dost, harika bir eş ve baba olduğunu da teyit ettik. Bence de o bütün bu övgüleri sonuna kadar hak ediyor.
Tuna Saylağ ve Zülfü Livaneli
Sempozyuma Şalom’u temsil etmek üzere Sarıyer Belediyesi tarafından davet edildim. Basının yoğun ilgi gösterdiği etkinlikte, edebiyat ve sanat dünyasından da tanınmış simalar vardı. Öğlen yemeği molasında, kalabalığın içinde, biraz algıda seçicilikten, biraz da uzun boyundan olsa gerek Sunay Akın’ı fark edince yanına gittim, kendimi tanıttım. Şalom’dan olduğumu duyunca gösterdiği samimiyet görülmeye değerdi. Ayaküstü ülkeyi ve son terör olaylarını konuştuk. Sonra beni tanıştırmak üzere Zülfü Livaneli’nin yanına götürdü. Livaneli kim olduğumu öğrenince hemen: “Hanuka yaklaşıyor; Yahudi dostlarımı tebrik edeceğim. Bu bayramınıza özel bir kutlama cümleniz var mıdır?” diye sordu. “Hag sameah Hanuka diyebilirsiniz” dedim. Çok memnun oldu. Ben de ödülümü kendisiyle fotoğraf çektirerek aldım.
Bir barış ve sevgi insanı
Gün boyu süren ve sunuculuğunu Büşra Sanay’ın üstlendiği sempozyum, üç farklı konu başlığına odaklanmıştı: Müzik, anılar/dostluklar ve edebiyat.
Sanay’ın giriş konuşmasından sonra ‘Bir Yudum İnsan’ belgesellerinden tanıdığımız Nebil Özgentürk’ün ‘Zülfü Livaneli Portre’ filmini izledik. Ekranda, bir yanda demokrasi, özgürlük ve insan hakları için mücadeleyle geçen bir hayatın izlerini sürerken diğer yanda özellikle notalar ve sözcüklerle yoğrulmuş son derece üretken bir sanat adamını seyrettik. Aralarında Mutluluk, Son Ada, Serenad, Arkadaşıma Veda gibi 30 dile çevrilmiş çok satan romanlar, dillere pelesenk olmuş sayısız beste ve birçok ülkede dünya devleriyle gerçekleştirilmiş konserler…
Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç, yaptığı açılış konuşmasında, Türkiye’nin çok zor zamanlardan geçtiğini vurgulayarak, “Barış, birlik ve beraberlik çağrısı yapmaktan asla vazgeçmeyeceğiz. Bu bağlamda barış için mücadele veren Zülfü Livaneli’yi konuşmak çok önemli” dedi. Ardından söz alan gazeteci-yazar Nazım Alpman ise Livaneli’nin müziğin Rodos Heykeli olduğunu, bu sempozyum ve serginin bir hak teslimi çabası olarak kabul edilmesi gerektiğini belirtti.
Livaneli’den umuda çağrı
“Ülkelerin ömrü tıpkı insanlarınki gibi inişli çıkışlıdır. Ve maalesef biz de de bugünlerde ülkemiz kötü zamanlar yaşıyor. Namık Kemal’in yüzyıl önce dediği gibi “Vatan mahzun ben mahzun”. Ne yazık ki yine polislerimizi, askerlerimizi, sivillerimizi kaybediyoruz. Onların anıları önünde saygıyla ve tüm yüreğimle eğiliyorum. Maalesef bir kardeş kavgası içindeyiz. Kardeş kavgası en korkuncudur. Kabil ile Habil’den beri süregelir. Mademki savaşlar insanın zihninde başlar o vakit biz de barış düşüncesini zihnimizde yeşertmeli ve barış kültürü eğitimi yapmalıyız. Sevgili dostum Kim ile UNESCO’da bu konu üzerinde çok çalıştık. Kim, dünyada barışın sembolü bir isimdir. Vietnam savaşının o unutulmaz fotoğrafı, bütün dünyanın vicdanına ve belleğine kazınmış, zulme başkaldırmanın en büyük simgesi olmuştur.
Deniyor ki, insanlık ya da ülkeler geriye gitmez. Şöyle bir cümle var: “Bugünün gençleri kaba ve cahil”. Bunu söyleyen Socrates. Yani Socrates zamanından beri hep kötüye gitseydik bugün dünya diye bir yer kalmazdı. İnsanlık hep ileriye gidiyor ama bu her zaman düz bir çizgide yani lineer bir şekilde gerçekleşmiyor. Zigzaglar çiziyor. Bir bakıyorsunuz bir dönemin güzel Almanya’sı bir anda 1930’ların, 40’ların karanlığına düşüyor. Ama sonradan tekrar düzeliyor. Umutsuz olmaya hiç hakkımız yok. Ülkemiz bugünleri aşacaktır, bundan en küçük bir kuşkum yok.”
Kim Phuc: Affetmeyi başardım
Sempozyumun iki önemli yabancı konuğundan biri, basının da büyük ilgi gösterdiği Vietnam Savaşı’nın simge ismi Kim Phuc’tu. Zülfü Livaneli ile birlikte bir dönem UNESCO iyi niyet elçisi olarak çalışan Kim Phuc, Vietnam Savaşı’nda Napalm bombası atıldığı sırada çekilen fotoğraftaki küçük çıplak kız.
Oldukça duygusal bir konuşma yapan Phuc, ‘özgürlük hikâyem’ olarak adlandırdığı yaşam öyküsünü anlatırken savaş sırasında çektiği acılardan, geçirdiği 17 ameliyattan ve Küba’dan Kanada’ya uzanan hayatından söz etti. Peşini bırakmayan o meşhur fotoğrafı bir sanat nesnesi haline getirirken, kendisine bu acıları yaşatanları nasıl affettiğini içtenlikle anlattı.
Zeynep Oral: 1982'de ‘Faşist Türkiye’ tezahüratı nasıl ‘Yaşasın Türkiye’ye dönüştü?’
Gazeteci-yazar Zeynep Oral sözlerine, “Öyle bir anı paylaşacağım ki, Zülfü’nün bütün niteliklerini ortaya koyacak” diyerek başladı. Livaneli’nin dostluğunu, müziğini, kişiliğini anlatan Oral, “Her birimiz seçtiğimiz müzik ile okuduğumuz kitap ile var olur, yolumuzu bizzat seçeriz. Zülfü’nün, yaşamı boyunca yaptığı seçimlere baktım, buna bağlı olarak da ne kadar doğru kararlar verdiğini izledim. Onu, Türkiye’ye birlikte türkü- şarkı söylemeyi öğreten bir insan olarak gördüm. Anıma gelince; 1982’de, Birinci Akdeniz Filmleri Festivali, Korsika Bastia’da gerçekleşmişti. Açılış konserini de Zülfü ile Maria Farandouri verecekti. Konserin başında ‘Zülfü Livaneli ve Türkiye’ anonsu duyulunca, salondan “Faşist Türkiye” çığlıkları yükseldi. Ancak Zülfü yumuşak bir üslupla “Yönetimlerle halkı birbirine karıştırmayın” deyince protesto nidaları “Yaşasın Türkiye”ye dönüştü.
Gözyaşı ve kahkahalar
İkinci oturumda Selahattin Duman, Sunay Akın ve Nebil Özgentürk dostluklar ve anılar üzerine bir söyleşi yaparak Livaneli’yi yaşanmış anekdotlarla anlattılar. Bu bölüm en eğlenceli, en mizah dolu kısmıydı sempozyumun. Her üç isim de çok başarılıydı. Duman, mizahi anlatımı ile davetlileri kahkahaya boğarken Akın, Livaneli ile ilgili bilmediğimiz ilginç bilgileri paylaştı. Sonuçta üç dosttan şöyle bir Livaneli portresi çıktı: mütevazı, mülayim, çalışkan, üretken, vefalı, kibar, romantik, eşi bulunmaz bir kişilik…
Programın sonunda Prof. Orhan Güvenel, Prof. Onur Bilge Kula, Zafer Köse, Feridun Andaç ve Yaşar Kemal’in eşi Ayşe Semiha Baban, sanatçının kitaplarını konuştular. Baban, ayrıca Zülfü Livaneli ile Yaşar Kemal’in dostluklarını anlattı.
‘Barışa ve Özgürlüğe Adanmış Bir Yaşam’ Sergisi
Etkinlik sonrasında Sarıyer Yaşar Kemal Kültür Merkezi’nde, Livaneli’nin kişisel eşya ve fotoğraflarından oluşan serginin açılışı yapıldı.
Türkiye’nin değerli aydınlarından Zülfü Livaneli’ye sanat dolu uzun yıllar diliyorum.
Henning Schmiedt ve Murat Meriç’ten Livaneli müziği
Zülfü Livaneli’nin müziği ile zenginleştiğini ve bu müziğin bir felsefesi olduğunu ifade eden ünlü Alman piyanist Henning Schmiedt, ‘Yiğidim Aslanım’ adlı parçasını çaldı. Müzik yazarı Murat Meriç ise kendi anılarından, Livaneli’nin albümlerinden, konserlerinden yola çıkarak sanatçının müzikal yolculuğundaki kilometre taşlarını kronolojik bir sırayla anlattı. “O halkı halka anlatan bir müzik yapıyor ve ben birçok ünlü edebiyatçıyı sayesinde tanıdım” dedi.