Bir dünya düşünün; içinde kitaplardan, yerli-yabancı yazarlardan, çevirmenlerden, yayınevlerinden, fuarlardan, edebiyat festivallerden oluşan bir ilişkiler ağı olsun… Zor, çekişmeli ama bir o kadar da renkli ve entelektüel bir dünya. Kalem Ajans ve İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali’nin kurucusu Nermin Mollaoğlu, genç yaşına rağmen ömrüne birkaç hayat sığdırmış, hasbelkader girdiği bu meslekte son derece başarılı olmuş bir isim. O kadar ilginç şeyler anlattı ki, sohbetimiz hiç bitmesin istedim.
Tünel’de kapısında Kalem Agency yazan şahane bir ofis. Doğal olarak her tarafı kitap dolu. İçimden “Daha genç olsaydım bu ofiste çalışmayı ne kadar isterdim” diye geçiriverdim.
Bir edebiyat ajanı olarak Nermin Mollaoğlu’nun en önemli misyonu, Türk yazar ve yayınevlerin kitaplarını yurt dışındaki piyasaya, yabancıları da Türkiye’ye kazandırmak. Dünyadan 300’den fazla yayınevi ve ajansın Türkiye temsilciliğini yapıyor Kalem Ajans olarak.
Çalışacağınız yazar ile yollarınız nasıl kesişiyor? İşin hangi aşamasında işbirliğiniz başlıyor?
Çoğunlukla bizim temsil etmek istediğimiz yazara başvurmamız ve onun kabul etmesinden sonra çalışmaya başlıyoruz. Bu yeni kitabının çıkışında da olabilir, henüz yazamaya başlamadan da olabilir.
Edebiyat ajanı, yazar menajeri ve yazar koçu... Hepsi aynı işi mi yapar?
Kurgu dışı kitapların ajanslığını da yapsak ben edebiyat ajansı demeyi tercih ediyorum. Yazar menajeri tanımlamasını seven aynı işi yaptığımız arkadaşlarımız da var. Yazar koçu bizden biraz farklı; onlar metin oluşturma sürecinde daha aktifler.
Bir edebiyat ajanı yazarına taktik verir mi ya da onun kariyer planlamasını yapar mı?
Taktik verme şeklinde değil ama genelde bir yazar kitabını yazarken çevresindekilerle onun hakkında konuşur. Bu evdeki partneri de olabilir, akademisyen biri ya da yayıncılık sektörünün içinden, ona farklı bir gözle yardım etmeye çalışan edebiyat ajansı da olur. Bunun ne kadar ve nasıl olacağı tamamen yazara bağlıdır. Kitabını basılmadan hiç okumadığım yazarlarım da var, her bölümde gönderip fikrimi almak isteyen de. Yazar, ajansıyla nasıl iletişim geliştirmek isterse, ajans onu vermeye çalışır.
Kariyer planlaması konusuna gelince, evet etkili olduğumuz durumlar var. Fakat bu da fikir alışverişi şeklinde gerçekleşir. Yazarın istemediği hiçbiri şeyi edebiyat ajansı ona yaptıramaz. Yazar istiyorsa yayınevi değiştirir, yazar istiyorsa ajansın “hayır bunu yayınlama” önerisini dinlemeden kitabını bastırır. Bu süreçte bizim görevimiz kararının olumlu olumsuz taraflarını yazara iyice anlatmak ve kararını ne olursa olsun desteklemek.
Bir kitap pazarlanırken konu mu yoksa yazarının tanınırlığı mı ön plandadır? Bazen edebiyat ajanının becerisi ile işinde pek de ehil olmayan bir yazarın eseri yayınlanabiliyor mu? Ya da çok tanınan bir edebiyatçının her yapıtı mutlaka basılmayabiliyor mu?
Kalem Ajans ilk kurulduğu zamanlarda bir röportajımda şöyle demiştim. Biz nasıl Fransa'nın, Amerika'nın hiç edebiyat değeri taşımayan kitaplarını hâlihazırda basıyorsak gönül ister ki, onlar da Türkçeden bu tür kitapları basacakları zamanlar gelsin. Buna hemen itiraz edenler olacaktır. “Edebiyatımızı yanlış tanıtma” diyeceklerdir. İşte bunu kim diyorsa Türkiye ve dünya yayıncılık sektöründen habersiz, milliyetçi duyguların yanlış yönlendirmesinde olan, ülke edebiyatına fayda yerine zarar veren beyinlerdir. Onlar Türkistan gibi bir ülke hayalindedirler. Yayıncılık sektörünü manipüle etmeye çalışabilirsiniz ama karşınızda dişlileri çok sivri ve sürekli dönen bir çark var. Siz, “girdim çarkın içindeyim, dönüyorum” derken bir bakmışsınız dişliler sizi bir daha birleşmeyecek şekilde parçalamış bile.
Ajanslık jargonunda her kitabın farklı bir türü var. Has edebiyatla ticari başarı şansı yüksek romanı aynı şekilde algılanmıyor. Dil üzerinde uğraşan bir yazarla sadece bir olayı yalın şekilde, kısa cümlelerle anlatan romanlar yazanları da aynı yayıncılar genelde basmıyor. Özelikle Almanca, Fransızca, İngilizce gibi olgunlaşmış pazarlarda bunun ayrımı oldukça nettir.
Bu yılın en sevdiğim romanlarından birinden bahsetmek istiyorum. Kitapçıda kapağını görüp meraklanıp almıştım. Yazarı daha önce tanımıyordum, romanlarını okumamıştım. Saygın Ersin'in Pir-i Lezzet isimli romanını okuduğumda mutlaka yabancı editörlerin ilgisini çekeceğinden emindim. Yılın en büyük telif hakları satışını bu kitapla Almancaya yaptık. Tavsiye ederim, severek okuyacağınıza eminim.
Bu yılın beni mutlu eden diğer bir başarı hikâyesi Özgür Mumcu'nun ilk romanı Barış Makinesi ile oldu. Çalışmaya başlayalı sadece birkaç ay oldu ama şimdiden Almanca, İngilizce, İspanyolca, İtalyancaya satıldı bile.
Bunların yanında kalemini çok sevdiğim, yeni bir roman yazsa da okusam dediğim yazarlarımız, hiç çeviri haklarını satamadığımız durumlar da var.
Çalışacağınız yazarlarla ilgili ne gibi kriterleriniz var? ‘Hayır’ dediğiniz bir edebiyatçı oldu mu ya da siz hiç reddedildiniz mi?
Elbette var ama bu ‘hayır’ın nedeni kitaplarının kötü olduğunu göstermez. Sadece içimden onlara faydalı olamayacağımı hissetmişimdir. Çalışmamızın verimli olmayacağına inandığım durumlarda, hiç yola çıkmamanın en iyisi olduğunu gördüm.
İki yıl önceydi; şu ana kadar iki kitabının satışı yarım milyonu bulmuş bir yazar ofisimize geldi. Romanlarını severek okumuştum. Fakat satılabileceğine inanmamıştım. Daha doğrusu onun beklentisi kadar satılması mümkün değildi. Çalışmak istemediğimi söyledim. Bana çok kızdı, hâlâ neden böyle dediğimi anlamamıştır. Başka bir ajansla çalışmaya başladı. Takip ediyorum, sadece bir çevirisi olmuş. O da komşu ülkelerimizden, Türk nüfusunun çok olduğu bir ülke.
Ayrıca şöyle bir gerçek de var, burada çok ünlü olan yazar, sınırlarımız ötesinde kimsenin bilmediği yeni bir yazar… Her ülkede yeni bir kariyer geliştirmesi gerekiyor.
Çok sayıda yazar tanıyorsunuz; edebiyatçıların ortak ruh ya da karakter özellikleri var mıdır? Egolarla nasıl baş ediyorsunuz?
11 yıldır şahane bir kocayla evliyim. Mehmet Demirtaş klasik müzik bestecisi. Üretenin, sanatçı ruhu ile dünyaya gelenlerin paketlerinin içinden ego da çıkıyor. Bununla yaşamayı evde öğrendim. Dolayısıyla yaratıcılık ego ile el ele; bazıları sadece bunu iyi idare edebiliyorlar, gizleyebiliyorlar, bazıları gizleyemiyor.
Beni ağlatan, neden böyle yapıyor diye isyan ettiğim durumlar elbette oldu, oluyor, olacak. Önemli olan o nedeni anlamaya çalışmak ve gülümseyerek devam edebilmek.
Mesleğinizin en zor ve renkli yanları nelerdir? İlginç bir anınız var mı bu âlemden aktarabileceğiniz?
Mesleğimizin en zor tarafı bence ruh durumunuzun çok hızlı değişebiliyor olması. Ofiste oturup e-maillerinize bakıyorsunuz; mesela Polonya'nın iyi bir yayıncısı telif göndermiş, bir yazarınızın iki kitabını birden basmak istiyor. Gülücükler geliyor yüzünüze... Bir sonraki e-mail’de ise yıllardır satmaya çalıştığınız, çok umutlu olduğunuz, çevirisi için çok para yatırılmış bir yazarınızın kitabına Fransa'dan bir yayıncı “bize uygun değil” diye kısa bir e-mail göndermiş. İşte o zaman o yüzünüzdeki gülümseme soluyor bir anda... 30 saniye sonra telefonunuz çaldı ve yazarınız editörü ile ilgili şikâyetlerini söylemeye başladı... İşte bu durumda yardımıma ofiste yemeklerimizi yapan Cennet yetişiyor. Elinde şekerli bir Türk kahvesi getiriyor yüzünde tatlı bir gülümsemeyle. İçimdeki fırtınalardan habersiz, tatlı bir gülümseme yetiyor devam etmeye.
Sanırım 6-7 yıl oluyor... Cep telefonumun sesini kapattım. Hiç açmıyorum. Bir yemekte, bir toplantıda gelecek kötü bir haberin o anki tılsımı bozmasını istemiyorum. Her zaman geri ararım. Yakınlarım, yazarlarım önceleri bu duruma alışamadı, zorlandılar ama şu an bir sorun yok. Biliyorlar, Nermin işi bitince mutlaka arar. Ararım. Bana gelen her e-maili cevaplarım, hatta mümkünse o gün içinde cevaplamaya çalışırım. Her arayanı da geri ararım mutlaka.
İzlanda'dan ilk çeviri teklifimizi Hakan Günday'ın son romanı DAHA için almıştık. Günday'ı oldukça geç bir akşam saatinde arayıp İzlanda'nın başkenti neresi diye sormuştum. Elbette bilmişti ve İzlanda en çok gitmek istediği ülkelerden biriymiş. Gelecek bahar Reykjavik Edebiyat Festivaline beraber gideceğiz. Birlikte o telefonumu hatırlayıp güleceğiz eminim.
Kalem Ajans öncesinde YKY'de telif hakları koordinatörü olarak çalışıyordum. Oraya başladığımda telif hakları nedir vs. hiçbir şey bilmiyordum. İlk günlerimdi; o dönem YKY'de danışman olan frankafon olan bir gelip ne yaptığımı sormuştu. “Gallimard'a e-mail yazıyorum” demiştim ama yayınevinin ismindeki ‘d’ harfini de telaffuz etmiştim. Benimle dalga geçip “‘Galimar’ şeklinde okumayı bilmiyor musun?” demişti. Asla asla unutmadım. Çok bozulmuştum. Aradan yıllar geçti ve o son harfi okunmayan Gallimard Yayınevi'ne Burhan Sönmez'in ‘İstanbul İstanbul’ romanının çeviri haklarını satmış olmak beni gerçekten çok mutlu ediyor. Gelecek sonbahar ‘İstanbul İstanbul’ Fransızca yayımlandığında o kitapla birlikte instagram’da tatlı bir fotoğraf paylaşacağım ve o kişinin isminden de bahsedeceğim. Bir edebiyat ajansının kini de, hırsı da böyle bir şey işte...
Hemen hemen her sene İTEF’ye İsrailli bir yazar geliyor. İsrail edebiyatı ve edebiyatçıları ile ilgili neler söylersiniz?
İsrail edebiyat fonunun Türkiye temsilcisiyiz. Edebiyatın en politik sanat dalı olduğuna inanıyorum. İsrailli yazarları temsil ederken iki ülke arasındaki politik gelişmeler beni ilgilendirmiyor. Derdim, nasıl ki bu topraklarda Türkçe yazılan bir romanın İbranice okuyanlarla buluşması için uğraşıyorsam, İbranice yazılan romanların da Türkçe okuyanlara sunulması. Edgar Keret'i iki kez İTEF'te ağırladık. Ne mutlu onun dünya edebiyat arenasında yükseldiğini, geniş kitlelerce okunduğunu görmek. Beni özellikle Keret gibi genç, üretken, farklı yazarlar heyecanlandırıyor. Keşke İbraniceden Türkçeye çeviri yapacak çevirmenlerin sayısı artsa... Çevirmen konusu bizim elimizi kolumuzu bağlıyor.
Genelde işinizdeki başarıdan memnun musunuz?
Türkçeden 46 farklı dile 1500’ün üstünde çeviri hakkı satmışız. Birçok çevirmene yayıncılık alanına girmesi ve daha çok çeviri yapması, telif geliri kazanması için yardım etmişiz. Dünya edebiyatını Türkiye'de tanıtmak için tüm ekibimle gönülden çalışmışız. Şimdi Maslow'un beşinci aşamasındayım diye düşünüyorum.
Maslow Teorisi nedir?
Maslow Teorisi veya ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisi, ABD'li psikolog Abraham Maslow tarafından 1943 yılında yayınlanmış bir çalışmada ortaya atılmış ve sonrasında geliştirilmiş bir insan psikolojisi teorisidir.
Maslow teorisi, insanların belirli kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamalarıyla, kendi içlerinde bir hiyerarşi oluşturan daha üst ihtiyaçları tatmin etme arayışına girdiklerini ve bireyin kişilik gelişiminin, o an için baskın olan ihtiyaç kategorisinin niteliği tarafından belirlendiğini söz konusu eder. Maslow'un kişilik kategorileri kendi aralarında bir dizilim oluştururlar ve her ihtiyaç kategorisine bir kişilik gelişme düzeyi karşılık gelir. Birey, bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla kişilik gelişme düzeyine geçemez.
41 yaşındayım. Bugüne kadar olan hayatımı ondan feyiz alarak dörde ayırıyorum. İlk on yıl nefes aldım, ikinci on yıl vücudum için kavga ettim, okumayı öğrendim, üçüncü on yıl bir yerlere ait olmak için eğitim aldım, dördüncü on yıl ait olduğum ülke edebiyatını dünyaya tanıtmak, bir parçası olduğum, ekmeğini yediğim, maaş verdiğim sektörümün gelişmesi için mücadele ettim. Maslow'da beş kategori vardır. Önümüzdeki on yıl için dileğim kırmızı aşkın mutluluğu. Kırmızı, çünkü hayatı kırmızı besler. Edebiyat kırmızı bir aşktır.
Ülkemizde yaşadığımız dönem edebiyat dünyasını nasıl etkiliyor, yabancı kalemlerde, mesela İTEF’e konuk alma noktasında bir olumsuzluk yaşıyor musunuz, bu sene kimler geliyor belli oldu mu?
Yayıncılık sektörü ülkedeki ekonomik durumların, politik gelişmelerin aynası gibidir. Mutlaka etkilenir. İTEF sponsorluklarla ilerleyen Türkiye'nin ilk uluslararası edebiyat festivalidir. Bütçe sıkıntıları olduğunda ilk kesinti yapılan hep bu tür kültür sanat etkinlikleridir. 2009'dan beri her yıl yaptığımız İTEF'in yapılmama durumunu düşünemiyorum, düşünmek istemiyorum. Mutlaka İTEF'e destek olacak birileri çıkacaktır diye umutluyum, her yıl, yeniden, yine. Davetli listemiz belli olmaya başladı ama şimdiden açıklamayalım. Sonra benimle yeniden röportaj yapar mısın İTEF yaklaşınca?
İşinizle ilgili son zamanlarda sizi en çok ne mutlu etti? Yeni projeleriniz, hayalleriniz var mı?
En büyük hayalim dünyada benzer örneklerini hayranlıkla takip ettiğim yazar- çevirmen evi kurmak istiyorum. Dünyanın kalemleri gelip yeni romanlarını İstanbul'da, en sevdiğim şehirde yazsın istiyorum.
2017'de çeviri hakları sattığımız dil sayısının 50'yi bulmasını istiyorum.
Bu yıl üniversite sınavına girdim ve İstanbul Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü kazandım. 2017 sonunda Arapça aşk şiirleri okuyabilecek kadar bu dili öğrenmek istiyorum.
Bıkmadıysanız ben de o ünlü soruyu soracağım; ebe-hemşirelikten ajanlığa, hangi yollardan geçtiniz?
Ah Kalem Ajans'ın onuncu yılını şahane kırmızı bir parti ile Frankfurt Kitap Fuarı'nda kutladık bu yıl. O partide de, şimdi sizinle yaptığımız röportajda da aynı soru. Seviyorum, bıkmadım bu sorudan daha... Geçtiğim yollar hep kitaplıydı, hep şanslıydı, sevgi, özveri doluydu.
2016'da senin için en özel gün?
30 Temmuz'da 41 yaşıma âşık, rüyalı, hülyalı girdim. Ne güzeldi. Kırmızı, kırmızı...
İTEF’E KATILAN İSRAİLLİ YAZARLAR
Sarit Yishai Levi, Yishai Sarid, Alona Kimhi, Shifra Horn, Uri Orlev ve Etgar Keret, İTEF kapsamında ağırladığımız İsrailli yazarlardan birkaçı. Biz de her iki yılda bir şubat ayında gerçekleşen Kudüs Kitap Fuarı’nı takip ediyoruz. Ayrıca İsrail Edebiyat Fonu’nun başındaki Nili Cohen ile çok iyi bir işbirliğimiz var.