Küba’yı her zaman yüzleri gülen, para kazanma tasası olmayan mutlu insanların yaşadığı bir ülke olarak hayal etmiştim. Zenginlik hayallerinin yerine huzurun hâkim olduğu, rekabetin yerini dayanışmanın aldığı bir ülke… Peki, Küba’ya gidince neler gördüm? Küba’nın Yahudileri ile tanışınca neler hissettim?
KÜBA GERÇEKTEN ÖZGÜR MÜYDÜ?
Küba biletimi aldığım andan itibaren ‘Cuba Libre’ yani ‘Özgür Küba’ sloganı dilime dolanmıştı. 32 senenin hayaliydi benim için Küba’ya gitmek. Bunca zaman koskoca Amerika’ya kafa tutmuş bu küçük ada ülkesini zihnimde canlandırmıştım hep. Peki, nasıl mı? Yüzleri hep gülen, para kazanma tasası olmayan mutlu insanlar hayal etmiştim. Zenginlik hayallerinin yerine huzurun hâkim olduğu, rekabetin yerini dayanışmanın aldığı bir ülke… Lügatinde fakir ve zengin kelimelerini bulundurmayan, herkesin eşit eğitim ve sağlık hakkına sahip olduğu, kulağa gerçek dışı gelen bir ülkeydi benim için. Latin müziği ve salsa’nın her daim hayatın içinde olduğu, puronun ve romun diyarı Özgür Küba… Tahmin ediyorum ki birçoğunuz da zihninizde böyle canlandırmışsınızdır. Peki, hayalimde canlandırdığım ve devrimin getirdiğini bildiğim bu düzende neden kırk beş binden fazla Yahudi ülkelerinden göç etmişti? Davulun sesi kulağa uzaktan mı hoş geliyordu?
Havana Sokakları
KÜBA’DA YAHUDİLER
Yahudilerin adaya ilk göç etmelerinden başlayalım…
Adaya ilk Yahudi göçü, İspanya’nın Yahudileri ülkelerinden kovmaları ile başladı. İspanya’da Engizisyondan kaçan Yahudilerin ve Hıristiyanlığı seçmek zorunda bırakılmış Marranoların bir kısmı kendilerine ülke olabilecek sıcak iklimler arıyordu. O sırada Kolomb’un Amerika’yı keşfi ile insanlar yeni dünya hayalleri kurmaya başladılar. Küba’ya asıl büyük göç ise Amerika’nın kazandığı İspanyol-Amerikan Savaşı sonrasında oldu. 1920'li yıllarda ABD'ye göç sayışı çok arttığından dolayı Amerika göç kontenjanını sınırlandırmak istedi. Böylece Amerika’ya kapağı atmak için atılan ilk adım Küba’ya göç etmek oldu bazıları için. Belki şaşıracaksınız ama Küba’ya göçün en yoğun olduğu ülke Türkiye’ydi. Kimin aklına gelirdi ki ta Küba’ya yerleşmek… Başta Türkiye ve Doğu Avrupa’dan olmak üzere gelen Yahudiler adanın her yerine yerleşti. Türkiye’den gelenler genellikle aileleri ile göç ettiler. Bunların içinde benim şu anda Kanada’da yaşayan akrabam İsak Moşkatel’in, ismini aldığı dedesi İsak Moşkatel de bulunuyordu. İsak Moşkatel 1920’li yıllarda Küba’ya yerleşmiş ve Artemisa şehrinde yaşamıştı. Havana'daki yaşam kırsal kesimden daha pahalı olduğundan ve diğer şehirlerde ekonomik başarı için daha fazla fırsat mevcut olduğu için Sefarad etkisi ada genelinin hemen hemen her yerinde yaygınlaştı. Adaya yerleşenlerden bir kısmı Amerika hayallerini gerçekleştirirken, ciddi sayıda bir kitle ise Küba’da kalmayı tercih etmiş. Otuzlu yıllarda Yahudiler aktif olarak toplumsal yaşama katılmışlar. İspanyolca ve Yidiş dillerinde dini ve siyasi bir dizi gazete yayınlamışlar. Ticarette her zaman olduğu gibi birçok başarıya imza atmışlar. İlk kez Kübalı Yahudiler bitkiler üzerinde koruyucu kaplama uygulamasını kullanıp güneşin kavurucu sıcaklarında bitkilerini serin tutmayı başarmış veya tam tersi şiddetli yağmur ve rüzgârda bitkilerinin kötü hava koşularından etkilenmesini engellemişler. Aynı dönemde Avrupa antisemit saldırılarla kasıp kavrulurken Avrupa Yahudilerine ilk kapısını açan ilk ülke yine Küba olmuştu.
Adela Dworin ve Işıl Amanoel
GÜNÜMÜZDE KÜBA
Günümüz Küba’sına gelecek olursak... Hani herkesin dilinde “Fidel ölmeden Küba’yı görmek lazım” diye değişmeyen bir cümle vardı ya, Küba’ya Fidel ölmeden iki ay evvel gitmiş biri olarak o cümlenin çok anlamsız olduğunu kesinlikle söyleyebilirim. Hepimiz bu cümleyi Küba kapitalist olmadan, Amerika bu küçük adayı yutmadan evvel gidip görmek lazım babında kullansak da adaya gittiğimde ve oranın yerel insanlarıyla konuştuğumda adanın çoktan gerçek anlamdaki komünist düzenden çıkmış olduğunu gördüm. Kısaca adada fakir, çok fakir, aç ve aynı zamanda çok zengin insanlar var. Adaya ilk adımımı attığımda karşıma çıkan sahne, para dilenen veya onlara yiyecek almamı isteyen, kucaklarında bebekli kadınlar veya üzerimdeki kıyafetleri vermemi isteyen insanlardı.
Küba’da zaman adeta 1959’da durmuştu. Görkemli harabe binalar, eski Amerikan arabaları, adada yaşayanların oluşturduğu etnik mozaik kesinlikle görmeye değer. Binalar o kadar ihtişamlı ki insan hepsini teker teker incelemek istiyor. Yapıların hepsi, muhteşem mimarisi, bina vitrayları ve seramikleri ile adeta birer açık hava müzesi.
SİNAGOG, CEMAAT MERKEZİ, OKUL
İlk durağımız Havana oldu. Küba’da günümüzde yaklaşık bin Yahudi yaşıyor. Bunun çok büyük bir kısmı Havana’ya yerleşmiş. Şehirde üç aktif sinagog bulunuyor. Bunlardan biri Beth Şalom Sinagogu. Sinagogu ziyaretim sırasında Küba’nın Yahudi Cemaati Başkanı Adela Dworin ile tanışma fırsatı buldum. Adela’ya yönettiğim ilk soru bir Yahudi olarak Havana’da yaşamanın ne gibi zorlukları olduğu idi. Adela’nın yanıtı ise bir Kübalı ne kadar zorluk yaşıyorsa bir Yahudi’nin de aynı zorlukları yaşadığıydı. Yani konu fakirlikti. Bugün Küba’da çalışan bir insan aylık 25 dolar maaş alıyor. Doktor, mühendis veya avukat iseniz bu maaş aylık 35 dolara çıkıyor. Devlet insanlara aylık yiyecek ihtiyaçlarını ‘Bodega’ dedikleri yemek dağıtım noktalarından dağıtıyor ancak halkın dediğine göre bu miktar sadece insanların bir veya iki haftalık yiyecek ihtiyacını karşılıyormuş. Bunun yanında devlet insanlara ücretsiz sağlık ve eğitim hizmeti veriyor. Küba vatandaşıysanız tüm sosyal aktivite ve organizasyonlara bedava diyebileceğiniz ücretlere katılabiliyorsunuz. Özellikle ülkede bale çok gelişmiş.
Antisemitizme gelirsek, Küba’da antisemitizmin hiçbir zaman var olmadığını söylüyor Adela. Hatta beş yıl evvelki Hanuka partisine Fidel Castro ve kardeşi Raul’un da katıldıkları fotoğraflar gösterdi. Adela’dan Küba’da kalıcı bir haham olmadığını da öğrendim. Buna rağmen kaşer kasap bulunması ise beni çok şaşırttı. Küba’da genç nüfusun oranı yüzde 20. Nüfus azlığından dolayı karışık evlilikler çok sık görülüyormuş. Sinagog, kütüphane, Şabat yemeği yenilen bir yemek odası ve çeşitli derslerin verildiği sınıfları bulunduran bir kompleksin içinde yer alıyor. Bu kompleks Yahudi olsun olmasın tüm insanlara kapılarını her zaman açık tutuyor. Kısaca Mevlana’nın meşhur sözü gibi “Kim olursan ol, gel” diyor. Kompleksin içindeki kütüphane çok zengin.
Pazar günleri ise bahsettiğim sınıflarda İbranice ve Yahudi tarihi dersleri verilip aynı zamanda İsrail folkloru öğretiliyor. Ekonomik zorluklardan dolayı cemaati destekleyen ve ayakta durmasını sağlayan Kanada ve Meksika’daki Yahudi cemaatleri. Her Pesah Bayramı’nda Toronto cemaati Kübalı Yahudilere konteynerlerle yemek gönderiyormuş. Adela beni Şabat yemeğine davet etmesine rağmen vaktimi Sefarad merkezinde geçirip oradakilerle de konuşmayı tercih ettim.
Böylece Vadedo bölgesine çok yakın olan Sefarad İbranice Merkezine doğru yola koyuldum. Burayı uzaktan ararken dikkatimi çeken ilk şey kapının açık oluşu ve buraya da Beth Şalom Sinagogunda olduğu gibi elimi kolumu sallaya sallaya girebilmem oldu. İçeri girdiğimde daha da enteresan bir sahne çıktı karşıma. Sefarad başkanının odasının hemen yanındaki salonda insanlar spor yapıyordu. İçerde bir sürü genç vardı. Havana’da bu kadar sayıda genç Yahudi var mıydı diye düşünmeden edemedim. Merkezin başkanı ile konuşmaya başladığımda ilk olarak bunu sordum ve o da burayı Kübalılara kiraladıklarını ve içerdekilerin de Yahudi olmadığını, halka açık bir spor salonu olduğunu söyledi. Böyle bir şeyi yaşadığınız hangi ülkede hayal edebilirsiniz ki?
Şu anda Küba’da soyları Türkiye’den gelme 120 aile bulunuyor. Kendi ailesi de bunlardan biriymiş. Genelde hepsi 50 yaş üzerinde. Sefarad Merkezinin içinde Silivri tabelasının önünde duran Yahudilerin fotoğrafını görünce gerçekten şok oldum.
Doğup büyüdüğüm topraklardan binlerce kilometre uzakta, Karayipler’de bir kara parçasına kendimi bu kadar yakın hissedeceğimi hiç düşünmezdim. Buraya ilk ayak basan Yahudi, 1492'de Kristof Kolomb Küba kıyılarında geldiğinde sağ kolu olan Luis de Torres’miş. Günümüzde Havana şehrindeki Sefarad İbrani Merkezinin yanı sıra ülkenin içinde iki Sefarad sinagogu daha bulunuyor: Santiago de Cuba'daki Hatikvah ve Çamaguey'deki Tiferet İsrail.
Beth Şalom Sinagogu
Sefarad Merkezi
YAHUDİLER NEDEN GİTTİ?
Küba’ya devrimin gelmesiyle birlikte Küba’da yaşayan Yahudilerin yüzde 95’i ülkelerini terk etmiş. Küba’dan giden Yahudilerin büyük çoğunluğu Miami’ye göç etmiş. Orada hâlâ kendilerinin modernleştirdiği Küba’yı yaşıyorlar. İsrail’e gidenlerin sayısı da azımsanacak gibi değil. Küba’da kalmayı seçen Yahudilerden Fabio Grobart, Manuel (Stolik) Novigrod ve Enrique Oltuski ise devrimde büyük bir rol oynamışlar. 1965 yılında Küba’da 50 bini aşkın Yahudi yaşıyorken devrimden sonra sadece 2400 kişi kalmış. Yahudi cemaatinin Küba'dan ayrılmasının başlıca nedeni ise çok tartışmalı. Bir teoriye göre Castro rejiminin yeni bir dine karşı hoşgörüsüzlük dalgası yaratacağından korkmuşlar. Bir diğer teori ise Yahudilerin orta sınıf kapitalist hedeflerinin sosyalist ekonomi politikalarıyla çakışmasından dolayı. Yahudilerin hayatta kalma yolu olarak demokrasiye yatkınlıkları da önermeler arasında. Demokrasinin olmadığı yerlerde Yahudilerin başka ülkelere göç ettiği varsayılıyor. Tabii bu teori ve önermelerin hepsi Yahudilerle ilgili dogmalara dayanıyor.
Kişisel teorime gelecek olursak, bence Yahudilerin göç nedeni özgürlüklerini kaybetme korkusuydu. Zaten diasporadaki Yahudilerin en büyük korkusu her zaman özgürlüklerinin kısıtlanması olmuştur. Bugün Fidel öldü, ülkede ne gibi değişikler olur zaman gösterecek ancak, Yahudi veya değil, Küba’da kalanlara bakacak olursak bugün orada yaşayanlar ellerindeki imkânlara rağmen özgür olduklarını düşünmüyorlar. Kübalı bir genç ayda kazandığı 25 dolarla yaşadığı yerden başka hiçbir yer göremeyecek olduğunu ve adada hapis kaldığını düşündüğünü söylediğinde kendimle karşılaştırmadan edemedim. Evet, ben seyahat etme özgürlüğüne sahibim ancak nerdeyse her gün bombaların patladığı, farklı görüşteki insanların birbirine baskı uyguladığı, günbegün demokrasiden uzaklaşan bir ülkede yaşıyorum. Sizce hangisi özgürlük?