Post-yapısalcı felsefenin en önde gelen düşünürlerinden olan Jacques Derrida’nın; özellikle Friedrich Nietzsche ile Heidegger’in başlattıkları, -özgün eleştirel düşünce yolunu- izleyerek, bütün bir batı felsefesi geleneğinin, insan düşüncesinin sınırlarını zorlamak hatta çiğnemek pahasına geliştirilen bir kin kapsamlı eleştirel okuma olan ‘yapısökümü’ (deconstruction) ülkemizde; özellikle politik lisan olarak hiç mi hiç bilinmeyen bir üsluptur. Oysa yaşamın dünya hayatına yansımasını düzenleyen politika ve dolayısı ile politikacı, bilimsel anlamda bu düşünce yöntemine ihtiyaç duyar.
***
Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde geliştirdiği ‘yapısökümü’ felsefesiyle, yepyeni bir düşünme olanağının kapılarını aralayan Derrida’nın, hemen bütün metinlerinde kendisini gösteren egemen düşünce, batı felsefesi geleneğinin sorgulanmasıdır. Aydınlanma öncesi ve sonrası ile ilgili görece kavram ayrımlarında, bugünden geçmiş felsefe geleneğine uzanan bir yeniden anlama, yeninden anlamlandırma sürecidir.
***
Diyalektiğin temel alınmasına rağmen, her çağın her döneminde ‘barbarlığa dönüş’ tehlikesi ile karşılaşma ihtimali olan insanlık, yapısökümüne ihtiyaç duymaktadır.
Bir ayrıma varılacaksa bu, konuşma ile yazı arasındaki ayrımdır ve ancak ötekinin bir şiddet kullanılarak dışlanması yoluyla yapılabileceğinin vurgusunu yapan Derrida, ötekine şiddet uygulanmasına ve dışlamaya hiçbir olanak tanımayacak yepyeni bir dil geliştirmiştir.
“Bir dil” olarak nitelendirdiğim bu yapının en belirgin özelliği, ayrımın bir etik ve siyasal sorumluluk anlayışını savunmasıdır.
‘Öteki’ meselesine doğrudan bir örnek olarak endişe verici ilerlemesi ile antisemitizmi söylemek mümkün. “Antisemitizm tehlikeli bir belirtidir, toplumda bir şeylerin yanlış olduğunu gösterir” diyen antisemitizmin en büyük savaşçılarından İsrail’in eski Ticaret Bakanı efsane isim Natan Sharansky de, dünyadaki barışçıl düşünen birçok aydın gibi, ‘işaret edilenin’ yani ‘ötekinin’ tehlike ile karşı karşıya bırakıldığını vurgulayanlardan.
Derrida’ya göre ise yapısöküm bir okuma tekniği olmaktan çok ‘bütünüyle öteki’ olana yaklaşmanın, dolayısıyla da baştan olanaksız bir deneyimi ortaya çıkarmanın bir yoludur. Ötekine yaklaşma belki ona dönüşme olacağından demokratik çeşitliliği içermez gibi görünmektedir. Ancak bilmeliyiz ki, öteki olma biçimsel değil, anlayış unsuru ile değerlidir. Ötekini anlamak, öteki olmak demek değil, farklılığın zenginleştiriciliğini yaşayacak rasyonel ve insani bir hayatı simgeler.
***
Bir ayrışmanın tam ortasında kalmaktan çok ‘öteki’ kavramını irdelemek daha önemlidir. Bu yola başlamak bile, hak eşitliğinin anlaşılmaya başlanması demek olacaktır. Örneğin geleceği göstererek bir ‘açılım’ı işaret etmek, öncesinde ‘açılımın olmayışını’ işaret etmek anlamı taşımaktadır.
Mutlu bir yaşam herkesin hakkıdır. Bunu, yaşamlarımızı güven içinde sürdürme ihtiyacı takip eder.
En çok da bu nedenle, özellikle geleneksel veya yeni kamusal alanlarda, kitlelerle ilgili ifade kurarken bile dikkat edilmesi gerekir. İşaret edilen, ötekileşebilir. Ötekileşen ise şiddete maruz kalabilir. Tarih bunun ne yazık ki örnekleri ile doludur.
Kamusal alan söylemlerine dikkat etmek, sadece demokratik hakların değil, insan olmanın da sonucudur, ihtiyacıdır.
***
Şimdilerde ülkemizde, üzerine basa basa üstümüze yürüyen terör ve terörün etkilerine karşın, birlikte olmak ve farklı yanlarımız olabileceğini düşünerek, inadına kucaklaşmak gerekir. Bu ülke tüm unsurları ile, inanışları ile, demografik özellikleri ile üzerinde yaşayan iyi insanların vatanıdır. Tarihi derinliklerinden bu yana, aynı coğrafyada bir arada yaşayabilme formülü de budur. Herkes, toplum içi farklılıklarımızın zenginliklerini bilmeli, ayrıca, toplumsal ortaklıklarımızın bu farklılıklardan güçlü olduğunu da bilmelidir. Toplum, ortak yanlarımız nedeniyle oluşan bir yapıdır. Ben inanıyorum, birbirimizle kucaklaşarak bitecek tüm bunlar. Özlediğimiz, dakikada onlarca kişinin öldüğü, sevmenin bile içine şiddet alan dizi filmler değil, Yeşilçam’ın mutlu sonlarıdır.