Nereden başlasam, nasıl anlatsam, kaç liraydı bak o zaman, kaç para oldu şimdi… Mazhar, Fuat, Özkan gibi Bodrum’un güzelliğini arayan, özleyen piyasalar için bugünlerde döviz kurları ve oynaklığı ana gündem. Aslında yeni bir gündem değil, hep vardı, daha da olacak.
Öncelikle döviz kurları ve oynaklığı niye gündemde olacak? İnsanlık paranın yerine farklı bir tasarruf ve ödeme aracı bulamadığında, yerine farklı bir maddi değer, değişim birimi koyamadıkça, tüm dünya tek bir para cinsinden işlem yapmadıkça, döviz kuru, volatilitesi, riski hayatımızda yer almaya devam edecek. Dış ticaret kuramları kapsamında her ülkenin üretimi kendi ihtiyaçlarını gideremedikçe, iktisat bilimi toplumsal refahı sağlayamadıkça ve gelir dağılımı eşitsizliğini çözemedikçe, toplumlar arasında ticaret ve işgücü geçişkenliği sürdükçe farklı dövizler hayatımızda hep olacak. Satın alma gücü paritesi, enflasyon, faiz, merkez bankaları hayatımızda oldukça, devletlerin bütçesi açık verip borçlanmaya devam ettikçe döviz gündemde olacak; haliyle arz talep nedeni ile oynaklık ve bundan dolayı da bilançomuzdaki pozisyonlar gereği risklerimiz devam edecek. Az kaldı, bizim nesil gidenleri görür, çocuklarımızdan yerleşenler olur, torunlarımız ise ikinci nesil vatandaşları olur ve galaktik yaşam, uzayda yerleşim, Mars’ta koloni gibi kavramlar insanlığın hayatına girdikçe, döviz, risk gibi kavramlar farklı boyutlara taşınacak, belki de yok olacak. Tabii refah başta olmak üzere yukarıdaki konulara kâinatta çözüm bulabildiğimiz koşulu altında. O zamana kadar ise konuyu nasıl yönetmeli, irdelemeli bunları tartışmaya devam edeceğiz. O zaman irdelemeye başlayalım. Amaç üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil; ev ödevlerimiz ve alttan dersimiz çok.
Nedir bu döviz?
Döviz yabancı para birimlerine kısaca verilen ad ve ödeme aracı. Her ülkede yetkili birimler tarafından, merkez bankalarında basılıyor. Dış ticaret, yatırım, turizm, finans, finansal hizmetler gibi başlıklar altında farklı ülkeler arasında değişimi gerçekleşiyor. Kaydi (döviz) veya fiziki (efektif) olarak bu değişimler yapılabiliyor. Ülkenin mevzuatı izin verdikçe serbestçe dolaşıyor. 32. Sayılı Karar kapsamında ülkemizde dövizli işlemler serbest. Sermaye hareketleri de serbest. Sadece yurtdışına çıkarken ve girerken 10.000 Euro muadili efektif beyan/bildirim sınırı bulunuyor. Foreks piyasalar 7/24 çalışıyor. Vadeli (türev) piyasalar dışında bu anda yapılan ve işlem takas günü aynı (+2) olan işlem ve piyasalara spot deniyor. Bankalar arasında ise SWIFT denilen Belçika merkezli takas ve güvenli mesajlaşma sistemi ile transferler gerçekleştiriliyor. Bunun dışında Western Union, Eurogiro, MoneyGram gibi farklı küresel ödeme sistemleri var. Ayrıca mobil finansal hizmetler ile de döviz transferi mümkün. Zaman farkları nedeni ile bankacılık sistemi dövizleri farklı valörler ile karşı ülkelere transfer etmek durumunda kalabiliyor. Eğer sermaye hareketleri serbest, Tobin vergisi gibi dövizin bir ülkeden çıkışını frenleyen bir durum yok, döviz bulundurulması bir ülkede yasak değilse başta arz talep nedeni ile kurlar (hele günümüzde) oynuyor da oynuyor. Ülkelerin kendi parasının değeri ile oynayarak yaptığı kur savaşları ise zaten bu yazının ve gündemin konusunu oluşturuyor.
Çift metal sistemi, altın standardı gibi parasal sistemleri ve tarihçeyi anlatmak için yerimiz dar ancak günümüzdeki soru(n)ları ortaya çıkaran iki durum; 1944 Bretton Woods (dolara endeksli sabit kur sistemi) ve 1979 Smithsonian (dalgalı döviz kuruna geçiş) anlaşmaları. Altının onsu bugün baz para dolar karşısında yaklaşık 35 katı değerli, yani Bretton Woods’tan bu yana USD 35 kat değersiz. Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS) verilerine göre dünya ticaretinde ve piyasalarda USD’nin payı yüzde 85-90 arasında değişiyor. Baz para dünyada dolar olunca haliyle tüm dünyada bankalar genelde ABD bankalarında dolar pozisyon tutuyor ve tüm dolar para transferlerinin takası genelde burada(n) yapılıyor. Yani, ulusal para cinsinden dış ticaret takası için yapılması ve çalışılması gereken birçok başlık bulunuyor. Tabii, öncelikle iki ülke arasında dış ticaret ve yatırım hacmi yeterli büyüklükte olmalı ki, takas sistemi kurmak anlamlı olsun.
Kur (riski) nasıl yönetilir?
Konuyu üçe ayırmak lazım. Hane halkı, şirketler ve devletler. Döviz kuru riskini yönetebilmek için önce bir döviz pozisyon taşımak lazım. Borçlar alacaklardan ve varlıklardan fazla ise buna açık pozisyon deniyor. Tersi durum ise kapalı pozisyon. Kurlar yükselirken açık pozisyonların zararı artar. Hane halkının döviz cinsinden borçlanmamayı tercih etmesi gerekiyor. Bankaların bireylere döviz ve endeksli kredi vermesi zaten engellenmiş durumda. Ancak varlık edinimi veya finansmanı durumunda kur riski taşıyan durumlardan kaçınılmalı. Aynı şekilde esnaf, çiftçi gibi mikro işletmeler için de döviz alacaklar kadar en fazla döviz cinsinden borçlanılmalı. Bu yoksa, döviz borçlanmadan kaçınmak lazım. Katılım Bankacılığından spotta döviz kuru riski yönetimi için örnek verirsek, ülkesinde bir şirkete üretim yapacak imalatçı şirket hammaddeyi yurtdışından temin ediyor ve malı satacağı şirket fatura kapsamında bu ithalatı finanse ediyorsa, hazır kur riskini bertaraf etmişken bu üretiminin finansmanı için döviz kredisi tercih etmemelidir. İkinci örnek, tavuk üretimi yapan bir şirket darı ve kesim, ambalajlama makineleri için döviz borçlanabilir ancak ağırlıklı kanatçı restoranlarına TL cinsinden satış yapıyorsa ihracat imkânı kadar döviz borçlanmalı, üstü için risk yönetimi ürünlerinden spotta veya vadelide faydalanmalıdır. (Forward, opsiyon gibi vadeli finansal ürünler bilinçli kullanım durumunda, yani spekülatif getiri amaçlı değil hedging amaçlı kullanıldığında riski azaltmasa bile maliyeti ya da fiyatı sabitlemek adına bir yöntemdir.) Ayrıca buğdayı, mısırı içeride üretebilmeliyiz, tarım ülkesiyiz. Aynı durum üretim ve satış bandındaki makineler için de geçerli. Yani, kesim, ambalaj makineleri, dağıtım kamyonları da yerli üretim olabilmeli. Tabii, bundan hareketle hane halkı ve KOBİ’ler için (aslında ülkemiz için) kaçınılmaz döviz maliyetler var. Hemen hemen her şey ithal. Yerli malı yurdun malı diyerek dövizin baskısından kaçınmak adına milli üretim ve tüketim seferberliği başlatılmalı. Mazot, yağ, tohum, gübre, traktör, biçerdöver, yedek parça gibi tarımda dövizle fiyatlanan ithal malların haliyle domatesin fiyatına, çoban salataya dolayısıyla enflasyona etkisi kaçınılmaz, bundan hareketle Ödemeler Bilançomuza. Yani bir ülkenin dış dünya ile olan döviz cinsinden mal, hizmet ve para hareketlerine. Ülkede tasarruf açığı varsa aradaki fark dış dünyadan başta sermaye olarak sağlanır. (Sermayenin ise maliyeti enflasyon ve faiz ile ölçülür.) Farkı ihracat ile gidermek mümkün veya yurtdışında daha fazla çalışanınız olup ülkeye maaşlarını transfer ediyorsa. İhracat deyince akla mal geliyor ama bilgi çağında olduğumuzu unutmamak lazım. Aynen hizmet denince turizmi salt düşünmemek gerektiği gibi. Danışmanlık, eğitim, CRM, yapay zekâ için de ihracat teşvikleri düşünülmeli. Keza, dünyanın önünde teknolojiye sahip BİST’i, bankacılık ürünlerimizi, TROY’u nasıl ihraç edebiliriz diye stratejik bir plana sahip olmalıyız. Yurtdışında yatırım yapan Türk şirketlerinin kâr paylarını ülkeye transfer etmesi de dış sermayenin (dövizin) ülkeye gelmesi anlamına gelir. Ülkeye gelen dövizlerden hazine ve TCMB’nin rezerv yapması gerekir ki bu başka bir yazının konusu yerimiz nedeni ile. İhracat, ithalat, hizmetler eğer günün sonunda cari açık veriyorsa farkı mecburen sermaye hareketleri ile gidermek gerekir. Yatırımcıyı cezbedecek şirket kuruluş imkanları yoksa portföy yatırımları ile faiz vererek ya da derin bir sermaye piyasası ve ürün çeşitliliği ile dövizi kısa vadeli çekmek gerekecektir. Yani hepsini özetlersek, ‘ekmeği TL ile alıyorum bana ne dolar borcu olan düşünsün’ demek oyun teorisinde ‘zero sum game’den habersiz sokaktaki sade vatandaş için ancak doğru olacaktır. Tüm bunları aşmak için de bir milli finansal okuryazarlık eğitim seferberliği en başta gerekmektedir. Yani önce okumak.
Hızlı kazanımlar ne olmalı?
1- Türkiye’nin en büyük ihracatçı birliklerinde döviz, kur riski yönetimi eğitimi yok, aynen işi paranın yönetimi olan bankalardaki gibi genelde softskill kişisel gelişim eğitimleri var. Yerine ödeme şekilleri, para ve döviz piyasaları, kur riski eğitimleri yoğunlaştırılmalı.
2- Ticaret, sanayi ve esnaf odalarında üyelere daha kaliteli hizmet anlayışı kapsamında aidatlardan pay ayrılarak finansal (okuryazarlık) eğitimler(in)e ağırlık verilmeli.
3- KOSGEB, kalkınma ajansı, URGE benzeri teşviklerde salt finansman desteği değil kur riski yönetimi, ihracat kapsamlı danışmanlık, eğitim hizmetleri daha fazla öne çıkarılmalı. Krediyi alabilen her firma bunu doğru yönetebiliyor diye düşünülmemeli. Keza bu süreçler hızlandırılmalı/yalınlaştırılmalı.
4- KGF, proje finansmanı benzeri devletin/hazinenin garantör olduğu kredilerde TL kullanımı özendirilmeli, tercih edilmeli, bu kredilere konu yatırımlarda diğer ECA (ülke Eximbank) kredilerinde olduğu gibi yerli malı ve Türk şirketleri özendirilmeli, tercih edilmeli.
5- Kamuda yapılacak danışmanlık, eğitim, teknoloji gibi bilgiye dayalı hizmet alımlarında royalty ve kâr payı transferi yapmayan, yüzde 100 yerli sermayeli şirketlere öncelik verilmeli.
6- Sermaye hareketlerini kısıtlamak, döviz kullanımını yasaklamak bu dünyada pratikte kolay ve doğru bir hareket değil ancak 32 Sayılı Türk Parası Kıymetini Koruma mevzuatı güncellenerek ‘Türk Parası Kullanımının Özendirilmesi’ olarak revize edilmeli.
7- TMSF kapsamındaki tasarruf mevduatı güvencesi TL lehine farklılaştırılmalı.