Başına kötü şeyler geleceğini bilseydin, yine de iyilik yapmaya devam eder miydin?

İdil Hazan Kohen, üçüncü kitabı ‘İyilik’te bu soruya vereceğimiz yanıtı sorgulatan beklenmedik bir romanla karşımızda.

Lili BARDAVİT Yaşam
1 Şubat 2017 Çarşamba

O bir İzmirli.

Tam da İzmir’in kızlarına yakıştırılan sıfat gibi; çok güzel.

Olmaz diye bir şey yok işte, yazı yazmak bir aşk, bir tutku, bir beceri.

Emek, gözlem, çağdaşlık, her şeyi bir arada gerektiren bir eylem.

Bu saydıklarımın hepsi hatta daha fazlası kendisinde mevcut.

İşletme okuduktan sonra yabancı firmalarda ürün ve marka yöneticiliği yapmaya başlamış olsa da iç sesi her şeyi bastırınca ortaya nefis kitaplar çıktı.

En büyük zaafı sokak köpekleri… En büyük heyecanı karnındaki ikizleri… Hobisi Bienal’de sergilenen seramik eserleri, tenis, kayak, yelken ve sörf de Egeli olmanın ona kazandırdığı harika becerileri.

2015 yılında ‘Kişisel Gerilim’, 2016 yılının Ocak ayında ‘Dişisel Gerilim’ ve Ekim ayında da son bebeği ‘İyilik’. “Başına kötü şeyler geleceğini bilseydin yine de iyilik yapmaya devam eder miydin?” sorusuyla insanı düşündüren, ters köşeye yatıran bir kitap. Bir cinayete şahit olan Teo, ruhunu hafifletmek iyilik yapmaya başlıyor ve ardı çorap söküğü gibi geliyor. Daha fazla anlatmak istemiyorum çünkü özetiyle yetinilmeyecek kadar ilginç bir kitap. Bu arada iki senedir de Şalom’da yazıyor, onu da unutmadan belirteyim. İşte satırlarımızda sevgili İdil Hazan Kohen.

 

İşletme okuduktan sonra yazarlığa geçiş nasıl oldu? Hangi noktada yazar olmaya karar verdin, neden ‘yazmayı’ seçtin? 

Aslında yazmak hep hayalimdi. Oldum olası yazmayı sevmişimdir. Günlük, şiir derken üniversitede okul gazetesinde yazmaya başlamıştım ancak mezun olduktan sonra iş hayatı telaşına kapılıp iyice koptum yazmaktan. “Aaa kurumsal bir yerde çalışayım hatta global bir şirket olsun” derken dünyaca ünlü firmalarda marka yöneticiliği yapmaya başladım. Değil yazmak, uyumaya vakit bulursam ne ala. İş keyifli, maaş iyi, sıkıldıkça mutfağa kaçıp atıştırdığımız kurabiyeler 10 numara… Peki, ben neden mutsuzum?

Yaptığınız her ne kadar güzel bir şey olsa da hayalinizi gerçekleştirmediğimiz, ondan uzaklaştığımız her gün bize mutluluk yerine, huzursuzluk vermeye başlıyor. İşte o noktada risk almak gerekiyor. Çünkü rahata alıştığımız hayattan çıkıp bambaşka bir şey denemek -çok istediğimiz bir şey bile olsa- zor geliyor.

Ben bu riski aldım. Evlenip İzmir’e taşınınca yine kurumsal bir şirkette müşteri memnuniyeti kovalamak yerine “Bu sefer de kendimi memnun edeyim” dedim ve yazmaya başladım. Önce bir yelken dergisine, ardından Şalom Gazetesine ve nihayet belli bir altyapı ve birikim kazandıktan sonra ilk kitabımı yazdım. Bu süreç çok kolay olmadı ama insanın inandığı bir amaç uğruna çabalaması, her şeyin üstesinden gelmesine yardımcı oluyor.

Bu yolculukta ne zaman “Ben artık yazarım” diyebildin?

Köklü bir yayınevinden üç kitap çıkardım ancak hâlâ “Ben yazıyorum” diyorum; “Şunları şunları yazdım” diyorum ama “Yazarım” diyemiyorum. Bunu tamamen profesyonel mesleğim olarak telaffuz etmek için kat etmem gereken uzun, engebeli, bol virajlı yollar olduğunu düşünüyorum. Yeter ki eğim yokuş aşağı değil, yokuş yukarı olsun!

 

“İNSANLAR İYİLİKLERİNDE BİLE BEKLENTİ İÇİNDE”

Teo nasıl doğdu? Konu ilginç; cinayete şahit olan birinin vicdanını rahatlatmak için yapmaya başladığı iyilikler ve devamı gelen olaylar, kararlar... Hikâye sence ne kadar gerçekçi? 

Teo’nun doğuşu, insanların yaptığı iyiliklerden bile, sürekli bir beklenti içine girmesini fark etmemle başlıyor. Bir atasözümüz var; “İyilik yap iyilik bul.” Bu her ne kadar insanları iyilik yapmaya teşvik etse de, sonuçta bir karşılık beklentisi içinde bir şeyler yapmaya itiyor. Oysaki birine iyilik yaptığınızda karşılığında hiçbir şey beklememek lazım. Kendi iyi hissetmek için bile iyilik yapmak bir karşılıktır. Gerçekten iyilik yapmak isteyen, sonuçları kötü olsa bile bunu yapmalıdır. Aksi takdirde iyilik bile bencilce bir hal alabilir. Kitabın konusu bu düşünceyle ortaya çıktı. Kitapta insanlar iyilik yaptıklarında somut olarak iyilik bulmaya başladıklarını fark ediyorlar. Başta her şey çok iyi gidiyor ancak bir süre sonra hırslar, arzular yetmemeye, herkes daha fazlasını istemeye başlayınca inanılmaz bir kaos oluşuyor. İnsanlığın adım adım baştan çıkışını okuyoruz kitapta. Olayların çarpıcılığını vermek, okuyucuyu biraz sarsmak ve bu durumu düşünmeye itmek amacıyla kurgunun olağandan uzaklaştığı yerler var. Ancak kitabı karakterler açısından değerlendirdiğimde ve günümüz toplumunun neredeyse hiçbir şeyden tatmin olmayan yapısını düşündüğümde, insanlığımızın gerçek yüzünü ortaya koyduğunu düşünüyorum.

‘İyilik’ adlı kitabının bizlere anlatmak istediği tam olarak nedir?

Günümüzde ‘iyilik’ kavramı bile yozlaştı. Dediğim gibi manevi bile olsa hep bir beklenti ile iyilik yapılıyor. Herkes yaptığı iyiliği birbirinin gözüne sokuyor ki son birkaç senedir ne giydiğimizden nereye gittiğimize, her şeyimizi sözlü, resimli başkalarına göstermek üzerine programlı bir yaşayış biçimini benimsemiş durumdayız. Ancak bunun altında en saf değerler bile eziliyor. ‘İyilik’ kitabı da bu baştan çıkmayı, açgözlülüğümüzü gözler önüne seriyor. Oysa ben iyiliği insanların su içmek, yemek yemek gibi doğal bir güdüsü olması gerektiği umudundayım. O yüzden kitabın ön kapağında “Başına kötü şeyler geleceğini bilseydin, yine de iyilik yapmaya devam eder miydin?” diye bir soru ile karşınıza çıkıyorum. Kitap tüm bunları sorgulatan beklenmedik bir roman diyebilirim.

Senin en son yaptığın ‘iyilik’ neydi? 

Burada bunları sıralayacak olursam biraz evvel eleştirdiğim durumu sadece pekiştirmiş olurum. O yüzden hepimize bir iyilik yapayım ve kendime saklıyım… Onun yerine bir öneride bulunabilirim. Havalar sürekli  “-“ işaretine takılı kalmışken, hatta İzmir’de bile kar yağmış, biz görmemişin karı olmuşken, dışarıda donan sokak hayvanlarını görelim. Onların bu soğuğu atlatmalarına yardım etmek için elimizden ne geliyorsa yapalım.

Son dönemlerde zor günlerden geçiyoruz, herkes sinirli, gergin, aksi... Çıkarları uğruna yaşayanların sayısı gün geçtikçe artarken iyilik yapmak-iyilik görmek masallarda mı kaldı dersin?

Valla masal olmasa da roman oldu:) Bu çağda saf addettirilmeden, üzerinden çıkar sağlanmadan, iyi niyet göstermek de, iyi insan olmak da, enayilik gibi görülüyor. Nerede kurnaz, kaba, üçkâğıtçı insan varsa el üstünde tutuluyor. Hiç mi yok iyi insan? Elbet var ama; işte karşılaştığımızda şükredip, piyango vurmuş hissine kapılacağımız kadar…

Peki, sen başına kötü şeyler geleceğini bilseydin yine de iyilik yapmaya devam eder miydin? 

Bu soruya düşünüp cevap vermek lazım aslında. İlk tepki “Aa tabii ki de yapardım oluyor!” Ancak kendinizi test etmek için uç noktalara çekin bu soruyu. En yakın arkadaşınızın böbreğe ihtiyacı var, sizinle dokuları uyuştu, donör olabilirsiniz ancak ölümcül olmasa da hayat boyu sağlığınıza tehdit oluşturacak bir bağış bu. Ne yaparsınız? Ya da kendi geçmişimize gidelim. 2. Dünya Savaşında Yahudiler katledilirken dostları, komşuları olan kaç Alman, onları saklamaya, yardım etmeye yeltenmiş? İnsanların gerçek niyetleri, kendi çıkarları söz konusu olunca anlaşılıyor. O zamana kadar kendileri bile bunun bilincinde olmayabiliyor. Çoğu durumda “ben yapardım” diye düşünüyorum ama olayları, koşullarında değerlendirmeden bu soruya kesin bir cevap vermem çok zor.

 

“İNSANLARIN DAHA SAĞDUYULU OLMASINI AMAÇLIYORUM”

Kitapların arasında kendini en yakın bulduğun hangisi oldu? 

Ayırım yapmam çok zor çünkü her kitapta can verdiğim karakterler benden bir şeyler taşıyor. Yumuşak başlısı, kibirlisi, komiği, depresifi… Hepsi illaki benim bir parçamı yansıtıyor. Şu durumda çoklu kişilik bozukluğu taşıdığımı düşünebilirsiniz ama insan içinde her duyguyu barındırıyor ve karakterlerimin hepsi de bunlardan nasibine düşeni alıyor. Bu yüzden hepsini kendime yakın buluyorum. Bazen de uzak. O gün hangi ben ön plandaysam artık…

Kitabına konu belirlerken nelerden esinlenerek yola çıkarsın? 

Aslında tarzı mizah da olsa, çağdaş edebiyat da olsa toplumda yozlaştığını fark ettiğim değerler ve durumlar üzerine yazmayı seviyorum. Ya güldürerek, ya şaşırtarak insanların daha sağduyulu olmasını amaçlıyorum.

 

“KİTAP SANCILI BİR SÜREÇ”

Bir kitabın hayata geçmesi ne kadar sancılı bir dönem? Neler yaşıyorsun o süreçte? 

Evet, gerçekten sancılı bir dönem. Kitabı gönderdikten sonra basılmaya karar verilse bile genellikle en az altı ay kadar bir süre bekliyorum. Her yayınevinin belli bir programı var ve kitabınızı da o programa alıyorlar. Özellikle benimki gibi büyük yayınevlerinde bu süreç daha da uzuyor. Öte yandan kapak tasarımı, ön ve arka kapak yazım aşaması çok keyifli. Yedi-sekiz ay sonra ise nihayet kitabınızı rafta görmek paha biçilmez bir duygu. Ve sanırım ister ilk kitap, ister yirminci kitap olsun bu duygu değişmiyor…

İlk kime okutursun kitabını? Mesela ailen ve arkadaşların okuyup hemen paylaşırlar mı düşüncelerini?  

Aslında en başta kimseye okutmuyordum! Kitap son şeklini alana kadar sürpriz olsun isterim. Onlar da heyecanlansınlar, bekleyişin sonunda kavuşma hissini hep beraber yaşayalım isterim. Bir tek eşime okutuyorum. O bile en başında kitap yazdığımı bilmiyordu mesela. O yattıktan sonra geceleri bilgisayarın başına oturup tıkır tıkır bir şeyler yazıyordum, kalkıp beni sürekli bilgisayarla yakalayınca artık sanal âlemden bir sevgili yaptığımdan şüphelenmeye başladı. İşte o zaman ne yaptığımı anlattım ve o gün bugündür yazdığım her bölümden sonra başına dikilip “Burası oldu mu, burası nasıl peki?” diye içini yiyorum. Sanırım sanal bir sevgili yapmadığıma üzülüyor.

Okumaktan hoşlandığın ya da esinlendiğin tür/yazarlar kimler? 

Psikoloji ve felsefe okumayı çok seviyorum. Yazdığım kitaplarda da kurgusu, konusu ne olursa olsun karakter yaratırken okuduklarımın çok büyük faydasını görüyorum. Birkaç örnek verecek olursam; Alfred Adler, Irvin Yalom, Engin Geçtan… Bu arada mizah da okumayı severim ve Aziz Nesin benim için vazgeçilmez mizahçılarımızdan.

Şu kelimeleri ilk duyduğunda sende yarattığı çağrışım ne oluyor? 

Yeni Yıl: Umut, yine de umut! 

İyilik: İnanç.

İzmir: Huzur.

Nefes: Kişisel Gerilim ;)

Sevgi: Aile.

Türkiye: Bir nevi borsa gündemi.

Kitabından, mesleğinden beklentilerin neler? 

Hep yazmaya, gerekli motivasyonu, konsantrasyonu, zamanı bulabilmek istiyorum. Amaç daha fazla insana dokunabilmek, bazen güldürmek ama illa da bir yerde hep düşündürmek.

Türkiye’de yazar olmak zor mu? 

Kesinlikle. Türk insanı çok belli başlı konulara ilgi duyuyor maalesef. Tribünlere oynamak isterseniz, sürekli tavsiye veren, mutluluk reçeteleri dağıtan bir kitap yazarsanız, sanırım o zaman yazar olmak o kadar da zor değil. Ancak farklı yaklaşımları, farklı konuları okutmak hep daha zor. Aslında insanların bunlardan gereken mesajları alması, deneyimlemesi ve öğrenmesi onları geliştirecektir. Ancak işin kolayını sunan, 10 adımda mucizeleri gerçekleştireceğini savunan kitaplar oldukça, insanımıza zoru yaptırtmak daha da zorlaşıyor maalesef.

Sana "İyi ki yazıyorum" hissiyatı uyandıran neler yaşadın? 

“İyi ki yazıyorum” dedirten ve “Bir daha yazmayacağım” dedirten bir sürü olay yaşadım. Bunlardan ayrı bir röportaj çıkar bize ama benim için en önemlisini özetleyecek olursam; bir, inandığım bir şey için çabalamak, diğeri de edindiğim dostluklar. En üçkâğıtçı insanları da, en kaliteli insanları da bu sayede tanıdım. Kötüleri geçtim, deneyim oldu. İyiler ise bir hayat boyu kazancım…

Şalom'la yolun ne zaman nasıl kesişti? 

Yaklaşık 3,5 sene önce bir yelken dergisinde yazmaya başladım. Oradaki yazılarım da genellikle erkek ve kadın gözünden bir teknede yaşananları eğlenceli ve mizahi dilde anlatan yazılardı. Gerçi hâlâ yazar künyesindeyim ve ara ara hâlâ yazıyorum; dolayısıyla geçmiş zaman kullandığıma pek bakmayın. Bir süre sonra Şalom’daki yazarlar bu yazılarımı fark etmiş, beğendiler ve gazetede yazmam teklifiyle geldiler. Ben de seve seve kabul ettim. Yaklaşık iki senedir de Şalom’da yazıyorum.

Sırada projen var mı? 

Kişisel Gerilim, Dişisel Gerilim’den sonra bu üçlemeyi tamamlayacak olan son kitabı yazmayı planlıyorum. Bu arada bu kitaplar için Ay Yapım’la anlaştık; dizi projemiz devam ediyor. Bu dizi yepyeni bir platformda gösterime girecek, biraz onun yol almasını bekliyoruz. Bu yüzden yavaş ilerliyor ancak ilerliyor. Umuyorum yaz gelmeden seyretmek nasip olur.

Ben de senin gibi umuyorum, bu diziyi de sabırsızla bekliyorum. Akıcı, esnek ve karmaşadan uzak bir anlatıma o kadar ihtiyacımız var ki… Kafaların sürekli dertlerle, tasalarla, endişelerle meşgul olduğu bu dönemde en çok ihtiyacımız olan şey aslında böyle kitapların içine düşmek. Kış, tam kitap okuma mevsimi. Tavsiye ediyorum ve sana bir kez daha teşekkür ediyorum. Kitabının yolu açık olsun, her şey kolay olsun sevgili İdil.