Yazının bir ifade biçiminden çok, yaşamamızla ilgili bir biçem (üslup) olduğu edinimi, bir yanıyla, yazınsal olgularla tarihsel olgular arasında kurulan koşutluk gibi geliyor, zaman zaman bana. Yazı, sadece yazanın değil, okuyanın da tarihe bıraktığı izdir aslında.
Yazı ile hayat, yazar ile okur sarmal bir ilişki içerisindedirler.
“Kederli ruhları desteklemek ve propagandasını yapmak için bir despota ihtiyaçları olduğu gibi, despotun da amacına ulaşmak için ruhların kederlenmesine ihtiyacı vardır” der Gilles Deleuze. Bir ihtiyaçlar diyalektiği bu süreç.
Yazar ve okur gibi işte!
Yazının kendi tarihi, insanlık tarihi kadar önemli. Birbirlerini beslediler, besliyorlar çünkü.
Örneğin, yazının tarihinden bir kesit açacak olursak, Burjuvazi çağında (yani klasik ve romantik anlamda), bilinç parçalanmamış olduğuna göre, biçim de parçalanamazdı. Ya da bir yazı çıkmazı vardı. Bu toplumun kendi çıkmazıydı.
Yazılanları tarihe özdeş düşündüğümüzde ise, her çağın ve çağ detaylarının aydınlattığı yazılar kadar, gölgelendirdiği yazılar da yazılmıştır.
Belki de bu yazının utancıdır, utandırılışıdır.
Bir başka deyişle, düşünsel iktidardan, siyasal iktidara geçildiğinden ve burjuva çağından bugüne de aynı yazı pratiğinin, rasyonel olarak geliştiğinden 1789 devriminin yazının ilkelerini değiştiremese de çoğalmasına ve yeni katılan yazıların ve yazarların siyasi iktidarla yaşamaya başlamasına neden olduğunu söylemek mümkün.
1850 dolaylarına gelindiğinde ise, üç tarihsel olay (Avrupa nüfusunun alt üst olması, dokuma endüstrisinin yerini demir-çelik endüstrisinin alması sonucu çağdaş kapitalizmin doğması, Fransız toplumunun üç düşman sınıfa bölünmesi) kapitalizmin iktidarları tarafından yazım dünyası bugünkü anlamına kadar kontrol altına alınmıştır.
Bu süreçle birlikte sözcükler, yönlendirme fikirlere esir düşmüş, güçlerini yitirerek intiharlarını yaşamışlardır.
“Ayrılıkçı fikirler ve siyasal iktidarlardan nemalanamayanlar” diye ikiye ayrılabilecek doğrudan muhalifler ise, düşünsel iktidar yapılarını, iktisadi kaygıları ile değiştirerek, siyasal iktidarın gölgesine sığınma eğilimine geçmişlerdir.
Yazının siyasallaştığı bu süreçten günümüze iz düşen, güce yakın durma, süreğen bir “kendini meşru kılma” öz tutkunluğuna (narsisistik kişilik organizasyonuna uygun şekilde) ulaşmış bulunuyor. Dünyanın her yerinde böyle.
Sözcüklerin dekoru üzerine, düşüncenin mutlulukla havalandığı bir hiçlikten yola çıktıktan sonra yazı, gittikçe katılaşmanın bütün durumlarından geçerek, önce bir bakışın, ardından bir edinimin ve en sonunda bir öldürmenin konusu olduktan sonra, bugün son durumuna, yokluğa ulaşmıştır. Felsefe niteliği ile sözcük intiharından kastım da budur.
Güce yaklaşmanın güç kazandırmak yerine yok edici etkisi ve yokluğu budur.
Dilin, bir çağın bütün yazarları için ortak bir buyurumlar ve alışkanlıklar bütünü olduğu bilinir.
Yazının dili tümüyle, yazarın sözünün içinden geçen bir doğadır.
Bu, doğallığı da içerdiğinden düşüngü (ideoloji) ya da ülküsellik (idealite), yazının yazarı tarafından, içsel dürtülerle üretilmediğinde, kendi kalemi, kendi düşüncesi olamaz.
Bu özgürlük artacağına, artan yazının siyasallaşması olur. Yazı siyasallaşır, yazının yazdığı tarihi siyasallaşır, tarih de güç ekseninde siyasallaşır.
Gücü elinde bulunduran, kendi öznelerinin, özne konumlarına yenilmeleri neticesinde, yazarın da, siyasi özne konumuna itaat etmesi ile sonuçlanan, kelimelerin intiharı anlamı taşır bu.
Yazı artık, bir özgürlük olarak parçalanma ve bu parçalanmayı aşmak isteyen entelektüellerin ütopyası haline dönüşür.
Bugünün yazısı yazılırken, aynı satırlar bugünün tarihini de yazmaktadır.
Bu nedenle, yazar değerlidir. Ancak, yazılanın daha değerli olması gerekirken, yazdıranın değerli görünmesi, yazının bugünkü utanması, utandırılmasıdır. Oysa birey mutlu yaşamalı hayatını, sözcükleri uzun ömürlü yazarların satırlarından beslenerek. Toplumsal beraberliğe giden güzel bir yolculuk da sözcüklerle anlatılır, bunun hayali de sözcüklerle düşünülür.
İyi ve birlikte bir toplumsal gelecek için, intihara meyilli sözcükler değil, umudu yeşerten sözcüklerdir asıl olan, ihtiyaç olan.