Tarih ve kültür bir arada : Granada ve Cordoba

Tarih ve kültür bir arada Granada ve Cordoba

Dora NİYEGO Seyahat
15 Şubat 2017 Çarşamba

Endülüs İspanyasındaki turumuza, tarihte hem Müslümanların hem de Sefarad Yahudilerinin önemli birer merkezi olan Granada ve Cordoba ile devam ediyoruz.

GRANADA

İnsanı şaşırtan güzelliğe sahip, medeniyet, huzur, ilim, mimarinin hâkim olduğu Granada şehrini, ünlü gitarist Andres Segovia ‘Tanrı’nın, ruhuna müzik tohumunu attığı rüya kenti’ diye tanımlamış.

Granada, Sierra Nevada Dağının eteğinde ve dört nehrin kesiştiği noktada yer alıyor. İslam ve İspanyol kültürünü bir arada barındıran bu şehir, Barselona’dan sonra, İspanya’nın en büyüleyici şehri olarak bilinir. Sayısız kültürel mirasa sahip olan Granada, ikliminin ılıman olması nedeni ile hem yaz hem de kış aylarında turistlerin uğrak yeridir.

Granada deyince akla Elhamra Sarayı ve şehrin tarihi dokusu geliyor. Elhamra Sarayı, geç dönem Mağribi mimarlık özelliklerini taşıyan dünyanın en güzel yapılarından biri. Yıllarca kendi haline bırakılmış, sonrasında restorasyonu yapılmış. Sarayı ancak üç saatte gezebildik. Çeşitli bölümlerden oluşmuş sarayın her bölümünün ayrı bir anlamı, ayrı bir hikâyesi bulunuyor. Ayrıca, hepsinin ayrı mimari ve ayrı ışık özellikleri var. Özellikle tavan süslemeleri çok güzel. Sarayın insana, “Binbir Gece Masallarının dünyaya yansıması buradan çıktı” diye düşündürtecek kadar egzotik bir ruhu var. Bahçeleri gezerken, kendine has peyzajı, bahçe süslemeleri, çeşmeleri, fıskiyelerin melodisi insana huzur veriyor. Bahçeler sonradan mimarinin içine alınmış ve hiç fark edilmeden sarayın bir parçası olmuş. Saray eşrafının işgal altında oldukları zamanlarda ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için ekili araziler var. Bugün dahi bu topraklarda ürün yetiştiriliyor. İslami üslup geçerli olduğu için, saray toplantılarının yapıldığı divan bölümleri, harem, yatak odaları ve yaşam alanları, hepsi birbirinden ayrı güzellikte.

Elhamra Sarayının yanında yer alan Granada Katedrali de mutlaka görülmesi gereken bir yapı. Eski bir cami olan katedralde, Kraliçe İsabel ve Kral Ferdinand’ın ve çocuklarının mezarları bulunuyor. Ayrıca birçok kraliyet tacı, kılıcı ve birçok kraliyet sembolü olan eşya da burada saklı.

Endülüs döneminden günümüze kalan birçok çarşıda, turistik eşyaların yanı sıra Mağribi tarzı seramik ve deri eşyalar, çiniler, antikalar çoğunlukta. Çingenelerin yaşadığı, mağaraların içindeki evlerin bulunduğu Albaici’nin doğusundaki Sacromonte mahallesi, Flamenko’nun doğduğu yer olarak biliniyor.

Ertesi gün, şehrin en eski ve en önemli meydanı olan Plaza Nueva’yı gezdik. Meydanın etrafı barlar, tapas (meze) restoranları ve tarihi yapılarla çevrili. Geçmişte bu meydanda turnuvalar, oyunlar ve boğa güreşleri gerçekleşirmiş. Kristof Kolomb’un Amerika’nın keşfini Kraliçe İsabel’e anlattığı muhteşem heykeli de gördük.

Granada’nın gece hayatı son derece renkli. Yoğun bir öğrenci nüfusu olan ve turistlerin akın ettiği şehrin barlarında, her akşam canlı müziğe ve ücretsiz tapas (meze) servisine rastlamak mümkün. Cumartesi geceleri sabaha kadar canlı olan şehir, pazar günleri ise çok sessiz. Rehberimizin anlattığına göre, şehrin ahalisi eğlenceye çok düşkün olduğundan, pazar günleri herkes istirahat ediyor.

Granada’ya ilk Yahudi göçleri, Birinci Tapınağın Babil Kralı Nabukadnezar tarafından yıkılması sonrasına rastlar. Sonrasında Yahudiler burayı o kadar sevmişler ki, şehir başkaları tarafından ‘Yahudilerin Granada’sı’ şeklinde anılmış. Cordoba’nın Berberiler tarafından fethinden sonra, Granada önemli bir merkez olmuş. Cordoba’dan kaçan bir mülteci olan Samuel Na’gidin öncülüğünde, Granada, Yahudi bilim ve kültürünün önemli bir merkezi olmuş. Sonraları, egemen güçlerin Yahudilere davranış şekillerine göre, Yahudi toplumu yükseliş ve iniş dönemleri yaşamış. Granada’da Yahudiler belli bir merkezde toplanmamışlar. Hanedanların dikta bölgelerine göre yaşam alanlarını değiştirmişler.

1492’de İsabel ve Ferdinand’ın Engizisyonla Yahudileri İspanya’dan kovması ile şehirde Yahudi kalmamış.

Bugün Granada’da, elliye yakın Yahudi yaşıyor. Bayram kutlamalarını ve cumartesi dualarını kiraladıkları alanlarda yapıyorlar.

CORDOBA

Cordoba, Guadalquivir Nehri sahillerinde, vadinin ortasında konumlanmış bir şehir. Şehrin tam kuzey sınırında Sierra Morena silsilesi bulunuyor. Sierra Morena silsilesinde kömür, kurşun ve çinko yatakları yer alıyor. Bu maden yatakları yüzyıllarca kullanılmış ve yöre halkının maden ihtiyaçlarını karşıladı.

Uzun süre Endülüs Emevilerinin egemenliğinde kalan şehirde en önemli mimari eser, İspanyollar tarafından ‘Mezquita’ olarak adlandırılan Kurtuba Camisidir. Katolik İspanyolların şehri yeniden ele geçirmesinden sonra, kiliseye çevrilen ve günümüzde hâlâ katedral olarak kullanılan yapı, maruz kaldığı bir miktar tahribata karşın hâla pek çok özelliğini koruyor. Cordoba'nın bu tarihi merkezi 1984'de UNESCO’nun İnsanlık Mirasları Listesine alındı.

Mescit kelimesinden gelen Mezquita’nın içinde 1293 sütun yer alıyor. 796 yılında Emeviler tarafından cami olarak yapılan bina kırmızı - beyaz mermerler kullanılarak Mağrip mimari tarzında inşa edildi. Guadalquivir Nehrinin yanında bulunan Mezquita, dünyanın en eski ve en büyük camilerinden biriydi.

Roma Köprüsü, Romalılar tarafından, Guadalquivir Nehri üzerinde inşa edildi. Köprü sonrasında, Emeviler döneminde restore edildi.

Roma Köprüsünün sonunda Endülüs Müzesi yer alıyor. Cordoba’nın tarihine ışık tutan bu müzede Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan eserleri görmek mümkün.

Arapça Al-Qası (saray) kelimesinden ismini alan Alcazar de Cordoba (Kraliyet Sarayı) İsabel ve Ferdinand’a ev sahipliği yaptı.

Şehri gezerken, Calleja de las Flores (Eski Şehir Caddesi)’ni yürüyerek geçmek çok zevkliydi. Çok dar bir yol olan bu eski caddeye araba girmesinin imkân yok. Turistlerin akın ettiği bu yol, rengârenk çiçeklerle bezenmiş, muhteşem bir görünüme sahip. Hıristiyan, Müslüman ve Yahudi mahalleleri, bu yol boyunca peş peşe sıralanmış. Beyaz renkte olan evlerin hepsinin dışa taşan küçük balkonları bulunuyor. Şehrin turistik mekânlarının başında gelen bu yolda, adım başı hediyelik eşya dükkânlarına rastlamak da mümkün.

Yahudi Mahallesinde yer alan sinagog (La Sinagoga), Isaac Moheb tarafından 1315 yılında Mağrip mimarisi ile inşa edilmiş. 1492 yılında Yahudilerin şehirden sürgün edilmesinden sonra sinagog, şapel, hastane, hemşire okulu olarak kullanılan bina 1885 yılında da milli anıt haline dönüştürüldü.

Yahudiler, 2.yüzyılın başlarından itibaren, 1492'de İspanya'dan sürülene kadar, Cordoba'nın kültürel karışımının büyük bir bölümünü oluşturdu. Müslümanlar, hem Yahudilere hem de Hıristiyanlara dini özgürlük ve kendi kendini yönetme hakkı verdi. Bu düzenleme, vergi gelirlerini arttırdığı için, hükümdarların işine geliyordu.

11. yüzyılda, İspanya'daki Yahudi nüfusu, en refah ve entelektüel noktasına ulaştı. Yahudi cemaati Halifeliğin dini hoşgörüsü altında gelişti ve şehrin refah ve entelektüel enerjisine aktif şekilde katkıda bulundu. Yahudi Cemaatinin Valisi Hasday ben Shaprut, ilk Halife Abd al-Rahman'ın etkili bir bakanı oldu, halkının refah düzeyini arttırdı ve Cordoba'yı dünyadaki Yahudiler için öğrenme ve kültür merkezi haline getirdi.

Halifeliğin 1031'de düşmesi ile Cordoba'daki hem Arap hem de Yahudi canlılığı gerilemeye başladı. İç savaş ve Kuzey Afrika'daki Almohad Berberilerinin dini tahammülsüzlüğü, kentin refahının azalmasına neden oldu Birçok Yahudi, İspanya'nın kuzeyinde veya yurtdışında Hıristiyan topraklarına kaçtı. Cordoba'da barışın ve dini hoşgörünün sona ermesiyle, kentin siyasi, ekonomik ve kültürel büyüklüğü de çöktü.

Büyük düşünür Maimonides de (1135-1204), sonunda ailesi ile Mısır'a yerleşti. Hıristiyanlar ve Müslümanlar tarafından büyük bir düşünür ve doktor olarak tanınan Maimonides, tüm zamanların en çok okunan iki Yahudi felsefecisinden biri olmuştur.

Fernando III, Cordoba'yı Mağribi Taifa Krallığının elinden aldığında Yahudi cemaati, Müslüman zamanlarda olduğu gibi, kendi kendini yönetebilme özelliğini koruyarak, Hıristiyan egemenliği altında da kısa bir süre zenginleşti.

1315 yılında Simon Majeb, bugün de halen devam etmekte olan sinagogu (La Sinagoga) inşa etti. Çevresindeki binalar ise hamam ve Talmud Okulu olarak kullanılıyordu.

1340'lı yıllarda antisemit papazlar, Yahudilerin zenginliğini ve nüfusunu kıskanmaya başladı. Nitekim Ferdinand ve İsabel, Yahudileri 1492'de zorla din değiştirme ya da sürgün seçimi ile karşı karşıya bırakarak, Sefarad Yahudilerinin İspanya’nın dört bir tarafından toplu olarak göç etmelerine neden oldu.

Bugün Cordoba’da maalesef 15-20 Yahudi yaşıyor, bunların bazıları da yerleşik kişiler değil.

 

 

***********************