Aldığı ödüllerle son zamanlarda kendinden söz ettiren müzisyen Avi Medina ile ‘görsel için müzik’ yapmayı ve Türkiye’nin sanattaki konumunu konuştuk.
Avi Medina’nın hayatına kısa bir bakış atsak…
1984 İstanbul doğumluyum. Nişantaşı Anadolu Lisesi, Koç Üniversitesi ve Berklee College of Music’te eğitim gördüm. 13 yaşından beri amatörce, 22 yaşından beri de profesyonelce müzikle uğraşıyorum. Eserlerim bugüne kadar İspanya, İngiltere ve Türkiye’de çeşitli topluluklar tarafından seslendirildi.
Müziğe ilgin nasıl başladı? Türkiye’deki müzik çalışmalarından bahseder misin?
İlgim, ciddi anlamda ortaokul yıllarında başladı. Okul arkadaşlarımla beraber yaptığımız çalışmalardan büyük keyif almaya başlayınca, bu işi daha ciddi bir şekilde öğrenmek istedim ve Pera Güzel Sanatlar’da müzik teorisi öğrenmeye başladım. Liseyi bitirdikten sonra, üniversiteden arta kalan zamanlarımda da, bu kez işin biraz daha teknik yanlarıyla ilgilenmeye başladım. Bir süre, Türk pop ve rock albümlerinin kayıt ve prodüksiyon safhalarında çalıştıktan sonra, reklam sektörüne geçtim. Birçok reklam ve tanıtım filmlerine müzik, jingle ve tema müzikleri yaptım.
Müziğin farklı bir yönüyle ilgilenmişsin…
Müzikle ilgilenmeye başladığım ilk yıllarda birçok enstrümana ilgi duymama rağmen, kısa süre sonra benim için müzikte asıl ilgi çekici tarafın, işin teorisi, matematiği ve insanlar üzerinde bıraktığı etki olduğunu fark ettim. O günden beri de çalışmalarımı, özellikle bu yönde ilerlettim. Türkiye’de bir süre albüm kayıt ve prodüksiyon işlerinde çalıştıktan sonra, Berklee College of Music’in İspanya’daki yüksek lisans programına kabul edildim ve esas hayalim olan film müziğine adım attım. Burada, bir yandan filmlerin biçimsel analizini yapmayı öğrenirken, bir yandan da her şeyi bu gözle seyretme alışkanlığını edindim. Örneğin, yüksek lisans bitirme tezi olarak müziğin, filmlerde görsel dramın aksi yönünde kullanıldığı durumları inceledim. Bu yönde, şiddetli bir savaş sahnesinde, arka planda Chopin Nocturne’lerinden birinin çalmasını inceleyen ve bu tür zıtlıkların insan bilincini ve bilinçaltını nasıl etkilediği ele alan bir makalem yayınlandı. Müziğin, insan üzerindeki bu tarz etkileri konusunda hâlâ çok meraklıyım ve araştırmalarımı bu konu üzerinde sürdürme niyetindeyim.
Film müziğini seçmenin özel bir nedeni var mı?
Film müziğinin veya daha geniş spektrumda ‘görsel için müzik’ yapmanın benim için en çekici tarafı, film teorisi, psikoloji ve müziği bir araya getiren çok katmanlı bir sanat dalı olması. Maalesef Türkiye’de henüz bu işe yeteri kadar derin bir şekilde bakılmıyor. Dizilerimizin müziği, daha tek kare çekim yapılmadan hazırlanıyor ve genellikle çekim sırasında oluşan hataları, eksiklikleri kapatmak için bir araç olarak kullanılıyor. Film müziğinin farklı bir disiplin olduğunu, sadece ‘müzisyen’ olmanın, film müziği yapmak için yeterli olmadığını anlayabilmemiz için biraz zaman geçmesi gerekiyor diye düşünüyorum.
Sana göre sanat dalında Türkiye şu an nerede?
Türkiye’de özellikle son yıllarda çok başarılı sanat filmleri yapılıyor ve yurt dışına dizi ihracında da dünyada hatırı sayılı ülkeler arasındayız. Bunların yanı sıra, gelecek dönemin en büyük sanat eserlerinin çıkacağını düşündüğüm, video oyunları ve sanal gerçeklik adına da çok güzel çalışmalar yapılıyor. Yani, aslında kaliteye biraz daha fazla önem verip, işimizi biraz daha ciddiye alırsak, şu an Türkiye, görsel ve işitsel sanatlarla uğraşan biri için ideal bir yer. Bu eşiği atlayabilmemiz ve özellikle film müziği konusunda Avrupa ve Amerika ile yarışacak bir ülke olabilmemiz için, elimden geleni yapma niyetindeyim.
Bu yıl 16.sı yapılan !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivalinde müziklerini yaptığın iki film vardı. Biraz da bu çalışmalarından bahseder misin?
Müziğini yaptığım ilk film, çok yetenekli bir yazar ve yönetmen olan Murat Uğurlu’nun ‘İki Parça’ filmi. İnsan doğasını ve güzelliği ele alan, hoş Çehov esintileri taşıyan bir eser. Projeye sonradan dahil olmama rağmen, yönetmen ile çok iyi bir uyum yakalamamız sonunca, çok gurur duyduğum bir eser çıktı ortaya. İstanbul Bağımsız Filmler Festivalinde ,‘Aslanlar ve Ceylanlar’ seçkisinde yayınlandı. Diğer filmim ise biraz daha deneysel. Aslında yönetmen Merve Tuna tarafından beyazperde için planlanmamış olmasına rağmen, !f festivali küratörleri tarafından çok beğenildi ve ‘Muazzam Öz’ seçkisine dahil edildi. Gündelik yaşamdaki baskınlık, itaat ve obsesiflik ilişkilerini, bir latex palto üzerinden göstermeye çalışan değişik bir proje. Böyle iki farklı projede, iki farklı müzik türüyle yer alabilmek, beni çok mutlu ediyor.
Müzik ile uğraşmak isteyen gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunabilirsin?
Sadece müzik değil, her türlü kariyer seçimi için geçerli olduğunu düşündüğüm bir felsefem var. Asıl yapmak istediğimiz işte iyi olmak için, etrafınızdaki birçok şeyden beslenmek zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Bu yüzden, iyi bir müzisyen olmak için felsefe, matematik, tarih, edebiyat, astronomi… Aklınıza ne geliyorsa, hayatınız boyunca öğrenebildiğiniz kadar öğrenmeye çalışın. Siz farkına varmasanız bile, bu bilgiler sizin kendi işinizdeki yetkinliğinizi de arttırıyor. Müzik özelinde ise, gençlere özellikle bu içinde yaşadıkları ve zaman zaman boğucu da gelebilen dualiteden ve kültür zenginliklerinden, ellerinden geldiğince beslenmeleri ve bunu hem Türkiye pazarında, hem de yurt dışına açıldıklarında, bir özgünlük diline yansıtabilmelerini tavsiye ediyorum.
İspanya’da yaşamanın ne gibi katkıları oldu?
İspanya’da okurken sektörün birçok önemli ismiyle tanışma ve beraber çalışma fırsatı yakaladım. Tam bir sanat şehri olan Valencia’da olmamızın verdiği şans ile Placido Domingo, Zubin Mehta gibi isimlerle sürekli iç içeydik. Kendi alanlarında dünyanın en iyisi olan isimlerin nasıl çalıştığını, konserlere nasıl hazırlandıklarını ve kendilerine has tekniklerini izleme fırsatım oldu. Bunun dışında, Alberto Iglesias, Lucio Godoy, Robert Kraft, Andy Hill gibi önemli isimleri birebir tanıdıkça, Türkiye’de sıkça gördüğümüzün aksine, gerçekten başarılı sanatçıların ne kadar egosuz ve yardımsever olduklarını görmek çok ilginç bir deneyimdi. Ayrıca, İspanya’da bir Amerikan okulunda eğitim gördüğümüz için, aslında bizim ‘batı müziği’ adı altında özetlediğimiz Avrupa ve Amerika stilinin, özellikle film müziği konusunda ne kadar farklı tarzlar ve yaklaşımlar içerdiğini, birinci elden öğrenme fırsatımız oldu.
İlerisi için planların neler?
Daha önce de bahsettiğim gibi, Türkiye’nin görsel ve işitsel sanatlar konusunda geleceğini çok parlak görüyorum. Herkesin bildiği üzere, şu sıralar ülke olarak kaotik ve sıkıntılı dönemlerden geçiyoruz ama bu dönemden en az hasarla en çabuk şekilde çıkabilmenin anahtarının, sanatla, hem kendi akıl sağlığımıza, hem de genel toplum psikolojisine yapılacak katkıdan geçtiğini düşünüyorum. Hedefim, bu yüksek potansiyelin içinde olup, ‘var olanla yetinme’ alışkanlığımız ile savaşabildiğim kadar savaşıp, kendim ve içimde bulunduğum toplum adına, gurur duyabileceğim eserlerin içinde olmak.