Nazizm’in ilk iktidar yılları: Daralan çember

Devlet mekanizmasının etap etap etkisizleştirilmesi, bireyi bela karşısında koruyacak yapıların teker teker imha edilmesi, azınlıkların gittikçe yalnızlaştırılması, yabancılaştırılması, içine itildikleri durumu yönetemez hale getirilmeleri Holokost öncesi Almanya’da yaşanan sürecin kademeleri oldu.

Marsel RUSSO Perspektif
15 Mart 2017 Çarşamba

Almanya’da yaşananlar toplumsal bir akıl tutulmasının kitleleri nerelere sürükleyeceğini, irrasyonel düşüncelerin sağduyuyu nasıl dinamitleyeceğini göstermesi açısından paha biçilmez ipuçları ile dolu. Esas itibarı ile ötekileştirmenin dozunun kaçmasının eleminasyonist bir tavra devşirilmesi söz konusudur. Elbette ki bu bir günden ötekine insanın karşısına çıkan bir durum değildir.

Devlet mekanizmasının etap etap etkisizleştirilmesi, bireyi bela karşısında koruyacak yapıların teker teker imha edilmesi, azınlıkların gittikçe yalnızlaştırılması, yabancılaştırılması, içine itildikleri durumu yönetemez hale getirilmeleri uzun bir sürecin kademeleridir. İyimser olanlara göre bu süreç kendiliğinden gelişti ve sonunda 6 milyon canın yok edilmesine dayandı. Kimine göre ise uzun sürecin sonunun buralara varacağı daha en başından belliydi… Katliam taammüden yapıldı… Ve kimseler ses çıkarmadı… Veya daha acısı çıkaramadı.

Nasyonal Sosyalist hareketin karanlık gücü tarafından tezgâhlanan Reichstag Yangını yalnızca parlamentonun devre dışı kalmasına değil, Sosyalist / Komünist muhalefetin tasfiyesine de aracılık etti. 3 Mart seçimlerine giderken  “kötü adamları” halka şikâyet eden Hitler ipi açık ara farkla göğüsledi.

Nazi Partisi artık tek başına iktidardaydı. Muhalefet sinmişti – hatta siyaseten tükenmişti – Meclis ortadan kalkmıştı. Bolşeviklerin izini sürmek, ondan da öte Yahudilerle uğraşmak için verimli bir zemin hazırlanmıştı…

İLK YASAKLAR

Bielefeld’li Rabbi Hans Kronheim’ın1 nişanlısı Senta Wallach’a yazdığı 21 Mart 1933 tarihli mektuptan: “Bu sabah yeni yeni toparlanmıştım ki kapı zili delicesine çalındı. Bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamamak mümkün değildi. Gelen Şohet’ti 2! Mezbahaya gittiğinde şehita’nın yasaklandığını öğrenmiş. Ne yapacağını bilemiyordu. Ondan öte, evimin karşı çaprazına gamalı haç bayrağı asıldı. Bunları saymazsan her şey yolunda gibi… Bundan sonra ne gelecek merak ediyorum…”

Özellikle küçük yerleşimlerde Yahudi hayatı gitgide daralan bir çember içine hapsoluyordu. Bu merkezi hükümetin özellikle takındığı veya önerdiği bir tutum değildi, ancak yerel bürokratlar ve yöneticiler kendinden menkul mesajı çoktan almışlar, geleceğin yoluna taşları döşemeye başlamışlardı. Almanya dışından gelen protestolar tıpkı içeriden yükselen cılız mırıldanmalar gibi umursanmıyordu.

Yahudi toplumunun yöneticileri devlet ve hükümet yetkilileri ile temas kurmaya çalıştıkça işlerin hiç kolay olmayacağını anlıyorlardı. Almanya dışında, özellikle Yahudi toplumlarının kuvvetli olduğu ülkelerde düzenlenen Alman ve Nazi aleyhtarı gösterileri kınamaları isteniyordu kendilerinden. İki ateş arasında kalıyorlardı: Bir yanda yükselen ırkçı düşmanlığa karşı sesini yükseltenler vardı – ki bunlar antisemitizmi hedef alıyorlardı – öte yanda, konuşmaya, dertlerini anlatmaya çalıştıkları Alman yetkililer… İçinden kolayca çıkılacak bir durum değildi bu… Ve giderek artan şekilde de öyle olmaya devam edecekti.

Kısaca CV diye adlandırılan ‘Centralverein deutscher Staatsbürger jüdischen Glaubens -Yahudi İnancına Bağlı Alman Vatandaşları Merkez Birliği’, 24 Mart’ta aşağıdaki bildiriyi yayınladı:

“Anavatana bağlı 565 bin Alman Yahudi’sini temsil eden en geniş kuruluş olan CV, son günlerdeki olaylar hakkında aşağıdakileri kamuoyu dikkatine sunar: Alman basınından takip ettiğimiz kadarı ile bazı yabancı yayın organlarında, işkence görmüş Yahudilerin Berlin Yahudi Mezarlığının kapısına bırakıldıklarına, Yahudi genç kızların halka açık yerlerde rahatsız edildiklerine, çoğu çocuk yaşta yüzlerce Alman Yahudi’sinin tacizden kaçarak İsviçre’nin Cenevre şehrine sığındığını dair yazılar çıkmaktadır. Bütün bu iddialar tamamen hayal ürünüdür. CV, açık ve net olarak beyan eder ki, Alman Yahudi Toplumu, bu gibi söylentilerden mesul değildir ve sorumlu tutulamaz.

Alman halkı son birkaç haftada büyük değişikliklere tanık oldu. Bazı münferit şiddet olayları veya intikam saldırıları olmadı değil. Bunların bazılarının muhatabı Yahudi de olmuş olabilir. Ancak hem Reich hükümeti hem de yerel hükümetler gerekli önlemleri alarak bu gibi istenmeyen olayların büyümesini önlemişlerdir. Reich Şansölyesi (Hitler) de böylesi münferit kışkırtmalardan uzak durulması gereği üzerinde durmuştur ve yerinde uyarıları sonuç vermiştir.

Esas itibarı ile yakın geçmişte sosyal yaşamda ve iş çevrelerinde ciddi antisemit amaçların varlığını görüyoruz ve elbette ki bu bizi derinden kaygılandırıyor. CV, önceden olduğu gibi bugün de bu sorunun tamamen Almanya’nın iç meselesi olduğunu düşünüyor. Alman Yahudilerinin savaşta ve barışta, canları ile malları ile kazandıkları eşit hakların yürürlükten kaldırılmayacağına kaniyiz. Anavatana sonuna kadar bağlı Alman Yahudileri, Almanya’nın ilerlemesi için iyi niyetli diğer Almanlarla beraber çalışacak…”

Bu gibi bildiriler Naziler üzerinde düşünülen etkiyi yaratmadığı gibi dışarıdan Almanya’da olup biteni anlamaya çalışanların işlerini de kolaylaştırmıyordu, şüphesiz. Enni Hilzenrad3 adlı bir görevlinin 25 Mart’ta Berlin’deki CV merkezine yazdığı bir mektup tedirginliğin anlaşılması açısından önemli:

“Yahudi dindaşlarımızın canlarına henüz bir zarar gelmediği gerçek ancak yavaş yavaş, her gün Alman Yahudi erkekleri ve kadınları geçim olanaklarını yitirecekler. Burada yaşamlarını kazanamayan Alman Yahudilerine ne olacak? Eğer diğer inanç grupları bize karşı boykotlar düzenlemeye başlarlarsa bizim de kendimizi korumamız, kenetlenmemiz gerekir, hem de çok seri şekilde. (…) Duvardaki yazıyı görmüyor musunuz? Eskinin gettolarına geri mi dönmek istiyoruz? Bizleri tarifsiz bir sefalet bekliyor…”

Nasyonal Sosyalistlerin iktidarı tek başlarına kucaklamaları ile Yahudi ekonomisinin üzerinde gerçek bir tehdit oluşmuştu. Boykot, antisemit çevrelerin bugün dahi başvurdukları bir yöntemdir. Merkezi parti yönetimi tarafından düzenlenen ve Yahudi iş yerlerinin ve mallarının boykot edileceği böylesi bir kampanyadan büyük beklentiler vardır.

BOYKOT

Alman Yahudi tarihçi ve eğitimci Willy Cohn4, 2012’de, ‘No Justice in Germany - The Breslau Diaries 1933 – 1941’ adı altında yayınlanan anılarında şöyle yazdı:

“1 Nisan 1933, Breslau,

Bugün Cumartesi! Bugün bayağı erken kalktım ve uzun uzun yazdım. Bu bana kendimi iyi hissettiriyor. Gazeteleri okumaya kalkarsanız bize nasıl davrandıkları konusunda sinir dolmamanız mümkün değil. İnsan onurunun kayboluşuna tanık oluyoruz.

Daha sonra işim vardı, okula gittim. Orada iki saat çalıştım. Şehrin merkezindeki kalabalığa kalmamak için 26 numaralı tramvaya bindim. Bir süredir dillendirilen boykot bu sabah saat onda başladı. Bazılarına göre boykotun arzu edilenin aksine bir günle sınırlandırılmış olması bizim için bir başarı. (…) Kalabalıkların tutumunu anlamak kolay değil. Bazıları ellerinde “J” yazan pankartlar taşıyarak Yahudi işyerlerinin girişlerini engelliyorlar. Adeta Ortaçağ’ı yeniden yaşıyoruz. En azından şiddet olmuyor. (…) Bugün özellikle sıkıntılıyım. Genellikle böyle olunca kitaplarıma sığınırım. Ancak o da yeterli olmuyor. Dışarıda kafayı dağıtmak artık pek de mümkün değil. Şimdilik geleceği düşünmek istemiyorum. Bekleyip görmek gerek! Umarım Alman Yahudileri, bu olaylardan asimilasyonun çare olmadığını anlarlar.”

Yahudileri aşağılamak, onları toplum gözünde küçük düşürmek ortaçağlardan beri Hıristiyan antisemitizminin başvurduğu bir yöntem olmuştur. Yahudi işyerlerini, dükkânlarını pankartlar ve benzeri objelerle işaretlemekle Naziler mesajlarının toplumun genelinde kaybolmasını engelliyorlardı. Çok geçmeden insanlar da yaftalanacaktı.

Nazi boykotunun önemli bir sonucu Alman toplumunun geneli ile Alman Yahudileri arasındaki bağların dinamitlenmesi olmuştu. Ötekileştirme farkındasız bir şekilde ilerlemeye başlamıştı. Alman olanla Alman sayılmayan arasındaki mesafe açılmaya başlamıştı. Her iki taraftan da direnenler olmuştu. Birçok Yahudi iş adamı dükkânlarının önüne savaştan kalma askeri kıyafetleri ve madalyaları ile çıkmışlardı. Bazıları ise o gün kepenk kaldırmamıştı. Kimi Almanlar da komşularına uygulanan baskıya katılmamayı seçmişlerdi.

Ancak artık çok geçti! Nazi girişimi, bazen kaba kuvvetle, fakat genelde Nazi olmayanların Hitler’in önceliklerine ses çıkarmamalarıyla, her çeşit dayanışma ağını yıkmıştı. O dönemde, Alman Yahudileri hâlâ kendi toplumsal / bireysel gelecekleri için direnebilecek güçteydiler. En azından devlet destekli pogromlarla yok olan doğu Avrupa Yahudiliğinden daha kötü durumda değildiler. Bir adım öte, Britanya manda yönetimi altındaki Filistin’e gidiş bir çözüm olabilirdi. Bunun için öncelikle Nasyonal Sosyalist hükümetle görüşmek gerekiyordu. Böylesi bir göç her iki tarafın da ilgisini çekecek türdeydi. Naziler, henüz iktidarlarının emekleme döneminde buna seve seve razı olur, destek bile verirlerdi.

Ancak Britanya Filistin’e artacak bir Yahudi göçüne çok sıcak bakmıyordu. Bölgeye artarak ulaşacak olası bir Yahudi göçü buradaki hassas dengeleri bozacak, önemli kırılmalara neden olacaktı.

 

Alıntılar: ‘Jewish Responses to Persecution’ - Jürgen Matthaus, Alexandra Garbarini, Mark Roseman.

1 Hans Kronheim 1938’de eşi Senta ve iki kızı ile ABD’ye göç etti. Cleveland Ohio’da 1958’de öldü.

2 Muhtemelen Hirsh Rosenblatt, Polonyalı Yahudi. 1938’de Büyük Pogrom öncesinde eşi ile Almanya’dan sınır dışı edildi. Muhtemelen 1942’de gönderildikleri Auschwitz’de katledildi.

3 CV’de stenocu olarak çalışan Enni Hilzenrad, Büyük Pogromdan hemen önce Ekim 1938’de anne ve babası ile ABD’ye gitti. Berlin’de doğan Enni’nin ailesi Polonya asıllı ancak devletsiz. Ailenin daha sonraki yıllarda ABD’de kalıp kalmadığı bilinmiyor.

4 Willy Cohn ve ailesi 29 Kasım 1941’de gönderildikleri Litvanya Kaunas’ta (eski adıyla Kovno) öldürüldü.