Samet Öztürk
Aşağıdaki yazı bir kurgudur. Benzer olaylarla herhangi bir ilişkisi yoktur
Telefon gelir gelmez polisler olay yerine yetişmeye çalıştı. Ambulans ve itfaiyeye de haber verildi. Eğer polislere telefonda verilen bilgiler abartılmış değilse, büyük bir trafik kazası gerçekleşmiş olmalıydı. Olay yerine varıldığında, kazanın yanından geçip de polise haber verenlerin, telefondaki panik hallerinin sebebi anlaşıldı. Büyükçe bir araç, Romanya plakalı minibüsü biçmişti. Çarpan araç bir kamyon olmalı. Minibüsü yolun en sağında, yol ile bitişik duvara sıkıştırmıştı. Sonra da yoluna dümdüz devam edip kaçıp gitmişti.
Polisler bir yandan trafiği kazadan etkilenmeyecek şekilde yönlendirmeye çalışıyor, bir yandan da minibüsün şoförüne yardımcı olmak niyetiyle aracın kapısını açmaya çalışıyordu. Ancak kötü bir şekilde sıkıştığı belli olan araç şoförü maalesef ki hiç hareket etmiyordu. Çok geçmeden ambulans da geldi. Sağlık personelinin aracın kırık camından yaptığı kontrol uzun sürmedi. “Durum eks! İtfaiyeci arkadaşlar cenazeyi çıkartabilir.” İtfaiye demir makasları ile kapıyı kesti ve ceset çıkarıldı. Ambulansa yüklenip hastaneye götürüldü. İlgili raporların hastanede hazırlanmasına binaen morga konuldu.
Böylesi durumlarda süreç biraz karışık ilerler. Yabancı bir ülkeden gelip de misafir olduğunuz ülkenin başkenti veya metropollerinde değil de civar şehirlerinden birinde vefat etmişseniz, vefatınız sonrasındaki süreç ister istemez belirsiz görünür. Tekirdağ’da Romanya ile irtibat kurabilecek resmi bir kurum bulunmuyor. Bu durumda resmi görevliler süreci İstanbul üzerinden halletmeye çalıştılar. Cenaze bir şekilde hastaneden alınmalıydı. Ancak kim alacaktı, nereye götürülecekti? Cenazenin ailesine ve ülkesine haber verilmeliydi. Zor iş...
Yetkililer öncelikle İstanbul’daki Romanya Konsolosluğunu aradılar. Aracın plakasını, sürücünün ismini ve pasaport numarasını bildirdiler. Usulen bir de başsağlığı dilediler. Bu arada, sürücü bir Romanya Yahudi’si olmalıydı. Zira hem kimliğinde ‘Religion: Jew’[1] yazıyor, hem cüzdanından İbranice bir kağıt çıkıyor (belki bir tür dua olmalı bu) hem de aracın torpidosunda İbranice harflerle yazılmış bir kitap bulunuyordu. Konsolosluk yetkilisi telefonda durumu anlamıştı:
-Vatandaşımızın Yahudi olduğu isminden de belli. ‘Johan Samuel’ olsa olsa Yahudi olmalı. Ülkemizde epeyce Yahudi inancına mensup vatandaşımız yaşıyor. Romanya’da belli bölgelerde Yahudi mahalleleri, kasabaları var. Cenaze detaylarını ona göre düşünmemiz lazım. Buradan Romanya’ya nakledeceksek Yahudi hassasiyetlerine dikkat edilmeli. Şimdilik morgda bekletmeye devam edelim. Bir yandan da biz ailesine ulaşmaya çalışalım. Cenaze kaldırılana kadar irtibatta olalım. Şimdilik teşekkürler...
Polisler bir yandan Tekirdağ sahil yolunda Johan Samuel’in minibüsüne çarpan aracı bulmaya çalışırlarken bir yandan da Romanya Konsolosluğundan gelecek haberi bekliyorlardı. Johan’ın minibüsüne çarpan araç tespit edilemedi. Ancak hemen ertesi gün konsolosluk yetkilileri, Tekirdağ’daki yetkilileri aradılar. Hevra Kadişa’nın[2] Tekirdağ’a doğru gün içerisinde yola çıkacağını, cenaze hazırlıklarının gün içerisinde tamamlanması için morga yakın bir yerde bir odanın -bir hastane odası olabilir- hazırlanması gerektiğini, işlemler için odada su ve masa bulundurulmasını nazikçe talep ettiler. Başhekim, odanın kolaylıkla tertip edileceğini ve cenaze yakınları için konaklayabilecekleri bir misafirhane hazırlanabileceğini söyledi. Konsolosluk yetkilileri ise misafirhaneye gerek kalmadığını, hem hahambaşılıkla hem de aile ile görüşüldüğünü, cenazenin derhal yarın Tekirdağ’da gömülmesi gerektiğini ifade etti. Anlaşılan durum tahmin edildiği gibi değildi. Başhekim durumu anlamaya çalıştı:
-Nasıl?
-Bir sonraki gün cumartesi; Yahudiler için kutsal gün. O gün cenaze defnedilmesi dini inançlarınca kesinlikle yasakmış. Bu durumun istisnası falan da yokmuş. Cenazenin bekletilmesi ise çok büyük bir günahmış. Bu yüzden aile gelir gelmez cenazeyi Tekirdağ’da defnedeceğiz.
-Tekirdağ’da nereye defnedeceksiniz?
-İstanbul Hahambaşılığa bu hususu danıştık. Tekirdağ’da otogarın yanındaki Müslüman mezarlığının hemen yakınlarında eski bir maşatlık[3] varmış. Defin orada gerçekleştirilecek. Biz tüm yetkililer ve aile ile görüştük. Tüm detaylar belli. Sizden tek talebimiz, yarın cenazenin hastaneden maşatlığa kadar taşınabilmesi için belediyenizle görüşüp bize bir cenaze arabası ayarlamanız.
-Burada sadece standart, Müslüman cenaze aracı var.
-Fark etmez; cenaze sarsılmadan taşınsın da, hiç problem değil.
Böylelikle cenazenin nasıl taşınacağı ve defin işlemlerinin nasıl yapılacağı netleştirilmişti. Gün içerisinde İstanbul Hahambaşılığından dört kişilik Hevra Kadişa ekibi şehirdeki devlet hastanesine geldiler. Hastane yönetimince kendileri için hazırlanan odada cenaze hazırlıklarını büyük bir ciddiyetle gerçekleştirdiler. Yahudi geleneklerine göre dualar okuyup cenazeyi kefenlediler. Yine geleneklere göre cenazenin asla yalnız bırakılmaması icap ettiğinden, içlerinden en az bir kişinin sürekli bu odada bekleyeceğini belirttiler.
Başhekim İstanbullu misafirlerle bizzat ilgilendi. Bir kişi için odaya bir hasta yatağı kurdurdu. Diğer üç kişi için de hemen yan odayı boşalttırıp hazırlattı. Bu esnada, emniyette bulunan emanetler de bir sonraki gün cenaze yakınlarına teslim edilmek üzere hastaneye getirildi. Başhekim, İbranice kitabı açıp, cenazenin beklediği odada kalacak olan Hevra Kadişa gönüllüsüne kitabın içeriği hakkında bir şeyler sormak istedi. Görevli, doktorun merakını gidermek üzere kitabın ilk sayfasını inceleyip cevap verdi:
-Hocam bu bir Tanah. Fakat bunu şu anda ters tutuyorsunuz, dedi gülümseyerek. Doktor kitabı ters çevirip bu kez Tanah’ın ne demek olduğunu sordu.
-Nasıl ki Müslümanların Kur’an tefsirleri olur, biz Yahudilerin de Tevrat’ın çeşitli bölümlerini açıklayan böylesi kitaplarımız vardır. Kitabımızı anlamak ve öğrenmek için her fırsatta bunları okuruz.
-Sizde herkes İbranice olarak mı okur kendi kitabını?
-Aslında arzu edilen budur. Herkese bu yönde bir eğitim verilmeye çalışılır. Ama elbette, bizde de herkes kitabımızın dilini profesyonel düzeyde bilmez. Anlayabildiği kadarını anlar, devamını da dua niyetiyle okuyup çözmeye çalışır. Fakat kitabı yanında taşımak da berekettir. Kitaptan bağımsız yaşayamayız. İnancımızı, kültürümüzü, geleneklerimizi kitaplarımıza borçluyuz. Merhum Johan Bey de bir ticareti için Türkiye’ye gelip gidiyor olmalı. Belki bereket olması adına Tanah’ı yanında taşıyordur.
Doktor, İbranice kitaba dair merakını giderdikten sonra odadan ayrıldı. Belediyeden cenaze aracının yarın için hastaneye geliş saatini netleştirdi. Ayrıca cenaze işleriyle ilgilenen yetkililere haber verip maşatlıkta bir yer ayrılıp ayrılmadığını sordu. Konsolosluk onlara da çoktan haber vermişti. Maşatlıktaki mevcut mezar taşlarının paralelinde, kazma derinliği ve genişlikleri belirtilmiş olan bir mezar yeri için konsolosluktan kendilerine gerekli bilgiler verilmişti. Gün içerisinde mezar yeri de hazırlanmış olacaktı.
Sonraki gün, cenaze yakınları Romanya’dan gelmişlerdi. Morga yakın odalarda küçük bir kalabalık cenaze merasimi için son hazırlıkları tamamlamaktaydı. Yoğun bir matem havası vardı ortamda. Johan Samuel’in eşi Beki Samuel, eşinin genç yaşta böyle uzak bir yerde vefat etmesini içine sindiremiyordu. Duyguları dilinden ve gözlerinden dökülüyordu. Konsolosluğun gönderdiği tercüman, Beki Hanım’ın bir yandan diğer yetkililerle iletişim kurmasına yardımcı oluyor, bir yandan da onu teskin etmeye çalışıyordu. Johan’ın 13 yaşındaki kızı ise hem donakalmış bir vaziyette ortamda olan biteni anlamaya çalışıyor hem de aralıklarla babasının ölümüne ağlıyordu.
Birazdan, İstanbul’dan gelen ekibin taşıdığı cenaze, dualar eşliğinde hastaneden çıkarıldı ve cenaze aracına kondu. Ardından Tekirdağ’ın eski maşatlığına doğru yola koyuldular. On dakika kadar sonra, şehrin merkezî yerleşiminin bittiği yerde, bir tepenin eşiğinde, fi tarihinden kalma bir maşatlığın yanı başındaydılar. Çalı çırpı arasından seçilen Siyon yıldızları, burada epey zaman önce Yahudilerin kalabalık şekilde yaşadıklarını gösteriyordu. Şimdilik yalnızca maşatlığın sınırlarını belirlemekte olan dikenli teller, yılların etkisiyle toprak seviyesine varmış durumdaydı. Cenaze, araçtan çıkarılıp maşatlıkta hazırlanan yere doğru taşındı. Gönüllüler Kadiş[4] duasını okuduktan sonra cenazeyi toprağa indirmeye başladılar.
Beki Samuel ve kızı, birbirlerine sarılmış vaziyette ağlıyorlardı. Mezarın örtülmesinin ardından kısa bir süre daha dualar okuyan gönüllüler, başlarıyla Beki Hanım’a saygı ve taziyelerini ilettiler. Tercüman vasıtasıyla bir hafta boyunca evlerinde yapılması gerekenleri hatırlattılar. Beki Hanım bir yandan kendi dilinde “tamam” gibi bir şey diyor, bir yandan da evlerine böylesine uzak bir yerde eşine veda etmenin verdiği halet-i ruhiye ile ağlıyordu. Az sonra cenaze merasimi tüm detayları ile tamamlanınca Beki Samuel, hastane başhekiminin eline bir kağıt ve bir miktar para tutuşturdu. Tercüman, kadının derdine yardımcı oldu:
-Hocam, Beki Hanım diyor ki, eşimin mezarı başına şu kısımda olacak şekilde bir taş yaptırın. Bu para mezar taşının masrafı için. Üzerine de kağıtta yazılı olanları yazdırın. Bunu sizden rica ediyor.
Başhekim başını tamam anlamında bir kez öne doğru eğdi. Kağıdı açıp okudu. Üzerine şöyle bir şey yazılmıştı:
“Aici Odihneshte
Johan Samuel”[5]
Hemen altında da Johan’un doğum ve ölüm tarihleri...
Herkes maşatlıktan ayrılmak üzereyken Hevra Kadişa’dan bir kişi, Johan’ın arabasından çıkarılan şahsi eşyalarını ve Tanah’ı, 13 yaşındaki kıza teslim ediyordu. Romence tercümana orta bir ses tonu ile söylediğini başhekim dikkatle dinliyordu:
-Lütfen söylediklerimi aynen tercüme edin. Kızım, bizler babanın yaşamının devam ettiğine inanıyoruz. Bu kitap babanın arabasından çıktı; biraz eski bir Tanah... Belki de babana kendi babasından kalmıştır. Şimdi baban bunu sana emanet ediyor. Sen kitabı korursan kitap da seni korur. Bunu hiç unutma.
Kız, tercümanın kendisine aktardıklarını dinleyince evet anlamında başını öne eğdi ve teşekkür etti. Belki bir daha hiçbir cenazenin defnedilmeyeceği bu eski maşatlıktan ayrılırlarken Beki ve kızı son bir kez Johan’ın mezarına baktılar. Ardından herkes kendi varacağı istikamete doğru yola çıktı.