229 sayfalık ‘Bizans’tan Günümüze İstanbul Karaileri’ adlı çalışmanın yazarı Dr. Bünyamin Levi, bu çalışmayı cemaatin üyelerinin büyük kısmının 60 yaş üstü oluşundan ve cemaatin hızla küçülüyor olmasından dolayı yaptı. Eskileri tanımış, ritüelleri görmüş birisinin kaleme aldığı, İstanbul Karai kültürünü konu alan böylesi bir çalışma bu açıdan çok önemli. Kitabın kısa bir tanıtımının ardından Dr. Levi ile söyleştik.
Bilindiği üzere Karailer Rabbanit Musevilerden bir takım konularda ayrılıyorlar. Bu ayrımın belki de en başında Talmud’u tanımamaları gelir. Yazar çalışmasının 31. sayfasında Karaizm doktrinini belirten 8. maddede insan yapısı olması sebebi ile Talmud’un ret edildiğini açık şekilde kaydediyor. Bir diğer maddeden de Karailerin, Tevrat’ın yorumunu okuyan kişiye bıraktıklarını, ancak bunun için kişide kuvvetli dini formasyon arandığını öğreniyoruz. Karai mezhebinin kurucusu olarak kabul edilen Anan Ben David “Gerçeği tamamen Tevrat’ta ara, benim fikirlerime güvenme” der.
229 sayfalık çalışmanın yazarı Dr. Benjamen Levi olarak da tanınan Dr. Bünyamin Levi, 1925 Hasköy doğumlu, kadın ve doğum hastalıkları uzmanı bir tıp doktoru. Dr. B. Levi’yi bu kitabı yazmaya iten en önemli neden, cemaat üyelerinin büyük bir kısmının 60 yaş üstü insanlardan oluşu ve cemaatin hızla küçülüyor olması, bunun bir neticesi olarak da Karai inancının gereklerini yerine getirmenin her geçen gün giderek zorlaşması. Hal böyle olunca eskileri tanımış, ritüelleri görmüş birisinin kaleme aldığı İstanbul Karai kültürünü konu alan böylesi bir çalışma, daha da önem arz eder bir hal alıyor.
Kitabın hemen girişinde kısa bir İbrani tarihi var. Gayet derli toplu olan bu kısım Nebiler Devri ve Hazreti İbrahim ile başlıyor. İkinci kısımda ise Karaizm’in doğuşu oldukça ayrıntılı veriliyor.
İSTANBUL KARAİLERİ
Kitabın bir sonraki bölümünde İstanbul Karailerinin tarihi anlatılıyor. Kaynaklarımıza göre İstanbul’da (Constantinopolis) Karailer Anti Rabbanit Museviler adı altında Roma devrinden beri vardır. 10. yüzyılda Hazar Devleti’nin yıkılışı ile Bulan Han zamanında (740) Karaizm inancını kabul etmiş olan Hazarların batıya göçleri ile Kırım’a yerleşmiş olan Hazarların bir kısmının İstanbul’a geldikleri ve dindaşlarına katıldıkları bilinir.
Bizans zamanında cemaat daha ziyade Topkapı, Eğrikapı gibi İstanbul surlarına yakın yerlerde yaşıyordu. Zamanla Bahçekapı ve çevresi de önemli bir Karai yerleşkesi oldu.
Kitapta bir sonraki kısım İstanbul’un önde gelen Karai semtlerine ayrılmış ki bunlar arasında Galata ve Hasköy bilhassa ön plana çıkıyor. Bu kısımda dile getirilen görüşlerden biri de Karaköy adının burada yaşamış olan Karailerden geldiği yönündedir.
Hasköy semti bence çalışmanın omurgasını oluşturuyor. Gerek Bizans’tan beri burada bulunan cemaatin kahal olarak bilinen biricik mabetleri (Kal-ha-Kadoş- Be Kuşta Bene-Mikra) gerekse Çıksalın semtindeki Karaim Mezarlığı, Karailerin çok eskiden beri buradaki varlıklarını belirtmesi bakımından somut göstergelerdir.
Yazar burada yaşamış olan önde gelen Karailerle ilgili kişisel hatıralarını anlatıyor. Bu bilgilerin kayıt altına alınması harikulade bir iş olmuş. Bu kısımda cemaatin dini ritüellerine de yer veriliyor. Yazar, “eskilerin ölmesi ile birlikte ne yazık ki pek çok ritüel de artık uygulanamaz hale gelmiş durumda” diyor.
Zaman geçtikçe gerek sayının azalması, gerekse ritüellere eskisi kadar önem verilmemesi sonucu İstanbul Karaileri ihtimal ki bir mucize olmazsa yok olacak. Yazar bu akıbetten kurtuluşun, geçmiş zamanlarda olduğu gibi Kırım’dan İstanbul’a bir göç dalgası ile mümkün olabileceğini düşünüyor. “Ama bu nerede ise bir ütopyadır” diye de eklemeyi ihmal etmiyor.
KARAİ İBADETHANELERİ
Diğer bir bölüm İstanbul’daki Karai ibadethanelerine ayrılmış. Cemaatin halihazırda tek kahalı bulunuyor ki bu da Hasköy’de. Ancak geçmiş zamanlarda Bahçekapı’da ve Galata’da birer ibadethanenin varlığı biliniyor. Doğal olarak en kapsamlı bilgi Hasköy’deki mabet hakkında… Bu yapının en ilgi çeken yanlarından birisi, yer seviyesinin altında inşa edilmiş olması. Bunun da temel nedeni Kral Davut tarafından söylenen ‘’Yer altının engin derinliklerinden sana sesleniyorum’’ sözü. Mabedin Bizans devrinden kaldığı bilinmekte.
İlk olarak onarım kaydı 1536 tarihli kahal, 1729 yangınında kül olmuş ve yeniden yapılmış. 1774 yılında bir kez daha yanmış ve Kırım’daki Karai cemaatinin yardımları ile yeniden inşa olmuş. 1842’de Sultan Abdülmecit devrinde esaslı bir onarım geçirmiş. Okulla bağlantılı olarak bir Karai mektebinin de varlığını öğreniyoruz. Bu okul yazık ki 1918 yangınında yok olmuş. O tarihten itibaren Hasköylü Karailer, Alliance İsraelite ve Fransız liseleri ağırlıklı olmak üzere değişik okullarda okumuşlar. Yine bu kısımda Karai inancı ile ilgili dikkat çeken bilgilere de ulaşıyoruz.
İbadethanelerden sonraki kısım mezarlıklara ayrılmış. Hâlihazırda var olan ve gömü yapılan tek mezarlık Hasköy Çıksalın’daki Türk Karaim Cemaati Mezarlığıdır. Çalışmadan, eski zamanlarda Eğrikapı ve Galata gibi bölgelerde de Karai mezarlıklarının olduğunu öğreniyoruz. Hasköy’deki mezarlığın ise Bizans’tan beri var olduğu düşünülüyor. Sultan Beyazıd ve Sultan Abdülmecid’in fermanları ile mezarlık alanı genişletilmiş. Yine bu kısımda Karai cenazelerinde defin işleminin nasıl yapıldığına dair de geniş malumat var. Mezar taşları Latin ve İbrani harfleri ile yazılıdır. Mezarlara birden fazla gömü yapılmadığı gibi resim koymak da caiz değildir.
İZ BIRAKAN KARAİLER
Mezarlardan sonra İstanbul Karaileri arasında iz bırakan kişilere yer verilen bir bölüm var. Burada gerek eski zamanlarda gerekse de yakın dönemlerde İstanbul Karai Cemaati üzerinde önemli rol oynayan kişilere değinilmiş. Bu isimlerin bir kısmı Hasköy’deki mezar alanında gömülü.
Yine sonraki kısımlarda Karailerde, nişan, evlilik, dinsel törenlerle ilgili çok kıymetli kayıtlara ulaşmak mümkün. Bunlar resimler ve belgelerle bolca desteklenmiş. Ketuba, okul diploması, cemaate ait mühür örnekleri, düğün ve nişan gibi folklorik unsurlara dair epeyce görsel kullanılmış. Çalışma bu açıdan da ufuk açıcı. Kitabın ikinci ana bölümü yazarın kişisel anılarına ayrılmış. Çocukluk anıları, dini bayramlar ve dış ülkelerden gelen Karai ziyaretçilerle kişisel deneyimlere yer verilmiş. Kitap aynı zamanda bir aile çalışması. Zira üçüncü bölümde yazarın eşi Dr. Margarit Hanım tarafından kaleme alınan Karaim mutfağı konu ediliyor. Bu kısmın sonunda dördüncü bölümde Dr. Margarit Levi’nin çocukluk çağlarının geçtiği Kadıköy Yeldeğirmeni anıları ile ilgili olan kısmı da ayrıca okumanızı tavsiye ederim.
Gerek İstanbul gerekse Karai tarihine ilgi duyanların ne yapıp edip bu keyifli ve zengin çalışmayı edinmesini öneririm. İhtimal ki baskısı bitince edinmesi hayli zor olacak.
Dr. Bünyamin Levi ile Karailer hakkındaki bilinmeyenleri konuştuk
Kitapta gerçi bahsetmişsiniz, Kırım’dan Türkiye’ye bir Karai göç dalgası olması halinde cemaatin devam edebileceğini söylemişsiniz. Zannımca bu çok da olası değil. Belki de bir çeyrek asır sonra cemaat ortadan kalkacak, hatta kültürel açıdan bu yok oluş süreci ne yazık ki başlamış gibi. Size bu çalışmayı yazdıran biraz da bu durum mu?
İstanbul Karaizm’inin takriben 1500 senelik tarihçesini ve kültürünü yazarken nereden nereye gelindiğini belirten tarihi kalıcı bir kaynak olmasını istedim.
Kitapta siyasi konulara pek girmemişsiniz, sadece satır aralarında bazı yerlerde sizin ve eşinizin Varlık Vergisi ile ilgili bazı deneyimlerine yer veriliyor. Sakıncası yoksa şunu sormak isterim: Genel zihniyet içinde sizler Türk Yahudi’si olarak kabul görüyorsunuz. Oysa kitabınızda belirttiğiniz üzere aslında Karaizm bir ırk değil, bir mezhep adı. Siyasilerle olan ilişkilerinizde hatırlayabildiğiniz kadarı ile Türk Yahudi’si olarak görülmenin avantajı oldu mu? Yoksa siyasi bağlamda böyle bir algı hiç mi yok?
Türk Yahudi’si derken neyi sormak istiyorsunuz? Zira Türk de Yahudi de birer ırktır. Eğer Türk Musevi’sini yani Karaizmi kastediyorsanız diğer ekalliyetlerden farklı bir statüde olduğumuz söylenemez. Mevcut duyumlar şahsi sempatizan yaklaşımlardır.
Esasen bir cemaatin var olabilmesi için bence mabet, eğitim ve idare olmazsa olmaz unsurlar. Ancak kitabınızdan öğreniyoruz ki evvela 1918’de okul yanmış ve kapanmış, sonra da yönetim kurulunda nüfusla alakalı bir çözülme durumu var. En sonunda da ibadethane ve mezarlık... Allah korusun ihtimali bile çok hoş değil, ama böyle giderse bir süre sonra bu yapılara sahip çıkan insanlar kalmayacak. Cemaatin bu konu ile ilgili bir ihtimal hesabı var mı?
Karaim Okulu yanmış olsa da okuldan mezun kişilerin dini formasyonları ve Kırım’daki Karaim Okulunun desteği ile bu ihtiyaç karşılanmıştır. Böylece cemaat olarak ayakta kalabiliyoruz. İbadethaneye gelince cemaatin bu konu ile ilgili düşüncesi hakkında kesin bir şey söylemek zor. Ancak, şahsen ibadethanemiz çok antik ve çok ünik bir yapı olduğu için, UNESCO’nun koruması altına alınmasının çok isabetli olacağı görüşündeyim.
Aidiyet duygusu nasıl? Siz Türkiye’de doğduğunuz için kendinizi bu coğrafyaya ait hissediyorsunuz, ancak Rusya’dan ve Kırım’dan göç eden pek çok Karai de olmuş, İbrani şeriatında yer alan “mensup olduğun ülkenin kanunlarına uyacaksın” hükmü sizde de var mı?
Her kim herhangi bir ülkede yaşar ve o ülkenin vatandaşı ise hali ile aidiyet duygusu o ülke lehine gelişir. Ukrayna’dan (Kırım, Odesa vs) ve Rusya’nın değişik bölgelerinden gelip Türkiye’de yerleşen Karailerin de aidiyet duyguları bizdeki gibi Türkiye lehinedir ve bunu her fırsatta onurla belirtmekteyiz.
Kitabınızda pek çok görsel ve kültürel objeye yer vermişsiniz, bunlar gelecek kuşaklara nasıl aktarılacak? Bir müze kurma girişimi var mı ya da 500. Yıl Vakfı içinde sizin için ayrı bir yer ayrılması gündeme getirilebilir mi?
Öyle bir şey düşünülmediği gibi öyle bir talep de olmadı. Zaten böylesi bir talep olsa da nasıl bir cevap verilir bilmiyorum.
Cemaat içinde eğitim düzeyinin yüksek olmasını nasıl açıklıyorsunuz?
Ailelerin aydın olmaları sonucu, çocuklarında okuma ve öğrenme isteğinin gelişmiş olmasına ve eğitime olan yatkınlıklarına bağlıyorum.