D. Shostakovich’in 13 numaralı senfonisi ‘Babi Yar’ başlığını taşır. New York Filarmoni Orkestrasının, Kurt Masur yönetiminde kaydettiği bu senfoninin 1994 yılında Yevtuşenko’nun sesinin eşlik ettiği dizeleriyle seslendirdiği eseri ilk kez dinlediğimde tüylerimin diken diken olduğunu hatırlıyorum. Altı bölümlü senfoninin birinci bölümü ‘Babi Yar’ şu dizelerle başlar:
“Hiç anıt yok Babi Yar’da. /Tek bir mezar taşı o dik yamaç.
Korkuyorum; / Geçmişten bu güne,
Yahudiler kadar yaşlıyım şimdi.
Şimdi bir Yahudi gibi görüyorum kendimi.
Eski Mısır’da dolaşıyorum çöl kumlarında,
Çarmıha geriliyorum Golgota’da; şimdi, şimdi ise ölüyorum,
Çivilerin bile izi halen üstümde. / Dreyfus geliyor aklıma. Ben oyum.
Kof kişiliksiz korkak adamlar suçluyor, yargılıyor beni.
Parmaklıklar ardındayım ansızın,
Kıstırılmışım, tutulmuşum, sövmüşler bana;
Brüksel dantelinden elbiseler giymiş hanımlar
Bağırarak şemsiyelerini çarpıyorlar suratıma.
Belostok’da bir çocuğum şimdi, / Yere yayılıyor damlayan kan,
Öfkeyle saldırıyor meyhanenin / Soğan ve votka kokan fedaileri.
Tekmelenmişim, elimden bir şey gelmiyor, / Yalvarıyorum, dinlemiyorlar bile,
“Gebertin bu çıfıtları, Rusya’yı kurtarın,” diye
Haykırarak bir aktar dövüyor annemi.
Anna Frank olarak görüyorum kendimi, / Amsterdam’da; nisan dalları kadar inceyim, / Yağmurlar altında; sevgiyle dolu içim;
Boş sözler söylemeyin bana, / Birbirimize bakalım istiyorum.
Gülecek, koklayacak ne var ki / yapraklardan, gökyüzünden başka.
Ama çok şey yaparız sen istersen, / usulca sarılırız birbirimize / karanlık bir odada.
Bir gelen mi var? Korkma. / Bu gelen, baharın sesi.
Gel bana, dudaklarını uzat bana.
Biri kapıyı zorluyor./ Yok yok, kırılan buzların sesi.
Yaban otları hışırdıyor Babi Yar’da. / Ağaçlar sert acımasız bakıyor, yargıçlar gibi.
Her şey sessizce çığlık atıyor. / Şapkamı çıkarıyorum, / Anlıyorum, gittikçe yaşlanmışım.
Burada gömülü bu binlerce insanın, / Bu binlerce insanın ardından koparılmış
Sessiz bir çığlıktan başka neyim ki şimdi; / Burada vurulmuş her ihtiyarım ben,
Burada vurulmuş her çocuğum ben.
Ey Ruslar, vatandaşlarım, bilirim hepinizi. / Kötü eller, kötü emirler kirletiyor temiz adınızı sizin. / Ülkem nasıl güzeldir, ben hep bilirim, / Nasıl korkunçtur kendilerine, hiç titremeden,
‘Rus Birliği’ adını yakıştıran Yahudi düşmanları. / Hiçbir yerim, hiçbir anım unutamaz bütün bunları.
Çınlasın ‘Enternasyonal’; / Yeryüzündeki son Yahudi düşmanı gömüldüğü zamana kadar.
Kanımda Yahudi kanı var sanmayın, / ama öyleymişim gibi beni / hor görüyor, aşağılıyor Yahudi düşmanları. / Gerçek bir Rus’um ben bu yüzden…”
Yevgeni Yevtuşenko geçtiğimiz hafta 85 yaşında yaşamını yitirdi. Yevtuşenko 1933’te Zima’da doğdu. Stalin sonrası yetişen muhalif şairler kuşağının önde gelen temsilcisiydi. Sanatsal özgürlüklerin genişletilmesi ve edebiyatın siyasal ölçütler yerine estetik değerlere dayandırılması için mücadele veren bu kuşak sanatçılarının başındaydı. Bu yüzden başı hep yönetimlerle sorunluydu; genelde engellenen, sansürlenen bir yazar olmuştu. Çocukluğu Moskova’da ve Trans-Sibirya Demiryolu üzerindeki küçük bir kasabada geçen Yevtuşenko ilk önemli öykülü şiir yapıtı ‘Stantsiya Zima / Zima Kavşağı’nda bu kasabayı ve gündelik yaşamını betimledi.
Moskova’daki Gorki Edebiyat Enstitüsünde öğrenim gördü. Yayımlanmasına Stalin’in ölümünden sonra izin verilen şiirleriyle kısa sürede halkın sevdiği bir şair oldu. Dönem şairlerinden Yasenin ve Mayakovski’den, ayrıca Nazım Hikmet’in yalın şiir tarzından ve destansı ifadesinden etkilendiği görülür.
35 bin Ukraynalı Yahudi’nin Nazilerce katledilişini ve Rusların kayıtsızlığını konu alan ‘Babi Yar’ şiiri ile SSCB’deki Yahudi düşmanlığını açık yüreklilikle eleştirdi. Onlara ve yönetime yaptıklarının hesabını sordu ve yanıt alamayınca da engellemelere karşın sesini ABD ve Avrupa’da duyurmaya çalıştı. Bu gezileri sırasında şiirlerini geniş topluluklara okudu.
1940’lı yıllarda ‘Babi Yar’, 1990’lı yıllarda ‘Srebrenitsa’... Her ikisinin de Avrupa’nın orta yeri, insanlığın beşiği olduğu düşünülürse özgürlük adına 50 yıl geçmesine rağmen söylemlerin aynı kaldığı görülür. Ortak paydaları ise dünya üzerinde yaşanan soykırım suçuna tanıklık etmelerinden başka bir şey değildir.
24 Ocak 2005’te Birleşmiş Milletlerin özel bir oturumunda Holokost’tan kurtulan, Nobel Barış Ödülü sahibi Elie Wiesel kendisini şöyle tanıtmıştı:
“Önünüzde duran adam çok ayrıcalıklı... Avrupa Hıristiyan uygarlığı ve hükümranlığının göbeğinde, tüm hükümet üyelerinin katkılarıyla mümkün kılınan vahşi bir dikta rejiminin yarattığı, tarihte eşi görülmemiş zulmü yaşamış, yaşadıklarına tanıklık etmiş bir eğitimci, bir yazar var karşınızda. Siyasi fanatizmin zaferini ve değişik ırklara nefreti öğreten ideolojinin yarattığı dehşeti, genç bir yetişkinken yaşadı. Sayısız insanın aşağılanmasına, tecrit edilmesine, işkence edilmesine ve katline tanıklık etti. Kurbanlar çoğunlukla Yahudi’ydi ama başkaları da vardı. Bu cinayetleri gerçekleştirenler alışılagelen katil, cani, eşkıya değil, tersine Alman devletin üst makamlarına, akademi, endüstri veya tıpta en üst seviyelere ulaşmış kimselerdi.”
(…) “Bu Yahudi tanık sizi uyarmak için milletinin ıstırabından söz ediyor ve bunların tekrarlanmaması için alarmı çalıyor. Yoksa ölüler için çok geç kalındığını biliyor; Tanrı tarafından terk edilen, insanlık tarafından ihanete uğrayanlar için, zafer çok geç geldi. Fakat sizin ve benim çocuklarımız için daha geç kalınmadı. Onlar için tanıklık ediyoruz. Onların geleceği için antisemitizmi, ırkçılığı, din ve kültür düşmanlığını yeriyoruz. Bugün ölüm vaazları verenlerin, intihar saldırılarını gerçekleştirenlerin insanlığa karşı işledikleri suçlardan dolayı mahkûm edilmeleri gerekiyor. Istırap insana ayrıcalık vermiyor. Ancak onu nasıl kullandığımız önemli. Geçmiş bugün oldu, ancak geleceğimiz hâlâ elimizde.”
Şu anda Kiev yakınlarında yeşilliklerle dolu bir parkın içinde yalın fakat yürekleri dağlayan bir anıt var Babi Yar’da. Nazilerin işgali öncesinde Kiev’de yaşayan 160 bin Yahudi sessizce vatan bildikleri bu toprakları paylaşıyor, köklerine bağlı geleneklerini sürdürüyorlardı.
Babi Yar, Naziler tarafından Ukrayna Kiev’de 60 bin Yahudi’nin iki günde katledilmesiyle, çukurlara doldurulup tek bir mezar içine gömülmeleriyle tarihe ‘Babi Yar Katliamı’ olarak geçmiş olayın yaşandığı yer.
1986’da Türkiye’ye gelen Yevtuşenko, savaşlar, katliamlar ve dikta rejimlerine karşıt görüşleri hakkında çok konuştuğu için eleştirilmişti. Eleştirilere karşı yanıtı ise, “Öyle de olsa, bizim için geçmiş hakkında konuşmak, aslında gelecek hakkında konuşmak demektir. Çok yanlışımız oldu. Fakat sosyalizmin ülkülerini uygulamaya çalışanlar da ilk biz olduk. Belki de biz o hataları, yolumuzdan gelecek ülkelerin aynılarını tekrarlamasınlar diye işledik. Yaşam çekilen acılara ve denenmiş olgulara dikkatli bakmakla onlara açık yürekli yaklaşımlarla çözümlenir” oldu.
Yevtuşenko, 1950’lerden sonra yetişen şair kuşağının önde gelen temsilcilerindendi. Yevtuşenko Türk şair Nazım Hikmet’le de iyi arkadaştı. Nazım için yazdığı ‘Nazımın Yüreği’ adlı şiir şöyle dizelerle biter.
…Hapisane acılarıyla yanan o yürek / ölümden sonra bile / dinlemiyor doktorları, / korkak olduğumuz zaman / ağrıyor. / Neme gerek dersek ağrıyor. / Onun gibi açık yürekle: / “Merhaba kardaşım...” / diyemezsek ağrıyor... / Varsın ağrısın / hepsi için yüreklerimiz, / tek ağrımasın Nâzım’ın yüreği.