Provokatörün ölümü

1 Mart’ta, Londra’da yaşama veda eden Gustav Metzger, kariyeri boyunca organize şiddete, sanatta metalaşmaya ve kapitalist sisteme karşı mücadele vermiş, radikal politik fikirleri olan bir sanatçıydı.

Esra CARUS Perspektif
13 Nisan 2017 Perşembe

Esra Carus

1 Mart’ta, Londra’da yaşama veda eden Gustav Metzger, kariyeri boyunca organize şiddete, sanatta metalaşmaya ve kapitalist sisteme karşı mücadele vermiş, radikal politik fikirleri olan bir sanatçıydı.

Metzger 1939 yılında, Nazi Almanya’sından kurtarılmak üzere, trenle İngiltere’ye gönderilen 10 bin çocuk arasındaydı.

Sanatçı ‘Auto-Destructive Art / Kendi Kendini Yok Eden Sanat’ adını verdiği teorisiyle tanındı. Bu kavramı, 1960’ta Londra’daki Temple Galeri’de, özel bir fırçayla naylon tuval üzerine parçalanmasına neden olacak şekilde, hidroklorik asit uygulayarak tanıttı. Sonradan “Asidi naylona hınçla sürüyordum, bunu yapmamın nedeni, kısmen kapitalist sisteme, aynı zamanda savaş organizasyonlarını besleyen savaş tellallarına saldırıp, sembolik olarak onlara zarar vermekti” diye açıklıyordu o yıllardaki çalışma şeklini.

Metzger, manifestolarından birinde bunu, unutamadığı acısını yıkımla yeniden canlandırmak ve hem bireysel olarak hem de kitlelerin maruz kaldığı zulümle cebelleşmek olarak açıklamıştı.

Öfkeyle geçen çocukluk

Gustav Metzger 10 Nisan 1926’da Almanya, Nürnberg’de doğdu. Juda ve Funny Metzger’in en küçük çocuğuydu. Anne ve babası, birçok akrabaları gibi toplama kamplarında can verdi. O ve ağabeyi Max İngiltere’ye götürülürken, kız kardeşleri Klara ve Erna İskandinavya’ya geçti.

Sanatçı ilk gençliğinde bir süreliğine Bristol yakınlarında bir anarşist komünde yaşadı. “40’ların başında, oradaki bütün zamanımı Rusya ve etrafında oluşan devrimci hareketin içinde olmayı düşünüp arzulayarak geçirdim ve kendimi belki bir ölüm mangasında şehit olmak üzere hazırladım” diye anlatıyordu bir röportajında.

Henüz 12 yaşındayken giderek büyüyen bir öfkeyle kalakalması, sanatçının içindeki derin yarayla başa çıkma konusundaki çırpınışlarını anlamamızı kolaylaştıracaktır.

Asitle eritilmişçesine koca bir gedik açılmış ruh dünyasını ve ona baktıkça kayıplarını ­hatırlatan boşluğu aktarmıştır çoğu işine. Hayatta kalmasının diyetini kendini yok etme düşüncesiyle ödemeye çalışıyordu muhtemelen.

Nietzsche’nin “Gerçeğin bizi çürütmemesi için sanat icra ediyoruz” aforizmasını hatırlayarak gidersek, sanatın verdiği teselli, gerçek nesne ile doğrudan kurulan ilişki yerine, neden yaygın bir şekilde metaforu tercih ettiğimizi gayet iyi açıklar. Sanatçı Paul Klee benzer bir durumu şu sözlerle ifade etmişti: “Ağlamamak için yaratıyorum.”

Eğer zevk, acı, öfke gibi duygular bir şekilde her türlü kısıtlamadan sıyrılsaydı, ortaya çıkacak sonuç sanatın antitezi olurdu.

Metzger’in anarşizm ile tanışması komün sayesinde olmuştu, peki kimdi bu anarşistler ve İngiltere’de nasıl bir etki alanları vardı? Yeri gelmişken tarihsel olarak bir göz atalım.

İngiltere’de anarşizm, 1890’lardan itibaren ağırlıklı olarak Rusya’dan kaçan Yahudi göçmenleri ve sanat-edebiyat çevresinden aydınları etkilemişti. Yahudi göçmenler çoğunlukla giyim endüstrisinin çeşitli kollarında, kötü koşullarda, çok düşük ücretlerle çalışan insanlardı. Çar yönetimi altındaki politik tiranlık ve pogromların yerini, özgür İngiltere’de, kendi ırk ve dinlerinden olan kişilerin sömürüsünün aldığını görüyorlardı. Bu yüzden de anlaşılabilir bir kızgınlık içindeydiler. 1880’lerin ortalarından 1914’e kadar otuz yıl boyunca, Britanya’nın geri kalan nüfusuna oranla daha yoğun olarak anarşizme yöneldiler.

 

 

 

 

Anarşizmle tanışma

Londra’daki Yahudi anarşizmi 1885’te, Yidiş dilinde çıkmaya başlayan Der Arbeter Fraint dergisi çevresinde örgütlenmişti. Dergi önce günlük gazeteye ve zaman içinde önemli çağdaş yapıtların çevirilerini de basan bir yayınevine dönüştü. Toplumsal ve kültürel faaliyetler yürütülerek, eğitim programlarından, yaşlı ve muhtaçların bakımına kadar İşçi Çevresi adlı bir sosyal yardım örgütlenmesi oluştu. Sendikal hareketin ivmesiyle başlayan bu çok yönlü faaliyetteki başarının nedenini, yüzyıllardır dış tehditlere maruz kalan ve kendilerini koruyabilmek için sıkı bir işbirliğine başvuran insanlar tarafından yürütülüyor olmasında görmek gerekir.

Britanya Anarşizmi, şiddete uzak durması nedeniyle diğer ülkelerden farklı olarak, çıkış yolları bulmada daha yaratıcıydı. 1968 kuşağının isyanına kadar sol kendi içinde kamplara ayrılırken, o dönemde anarşizm eşi görülmemiş bir popülerlik kazandı.

Gustav Metzger mevcut koşullar içinde, başlangıçta savaşma hayalleri kurarken, şansının yaver gitmesi sonucu teknik okulda eğitim alarak bir mobilya fabrikasında iş buldu. Ardından İngiltere ve Belçika’da sanat okullarına devam etti, bugünkü adı London South Bank University olan Borough Politeknik’te öğrenim gördü.

Sanatçı birkaç yıl Norfolk’ta hurdacılık yaptı. Oradayken Nükleer Silahsızlanma Kampanyaları’yla ilgilenmeye başladı ve ‘Auto-Destructive Art’ teorisini geliştirdi. 100’ler Komitesi diye bilinen, sivil itaatsizlik ve şiddetsiz direnişi destekleyen savaş karşıtı bir grubun içinde yer aldı. 1961’de aralarında Bertrand Russel’ın da olduğu bir gösteri sırasında tutuklandı ve hapse atıldı.

II. Dünya Savaşı’ndan önceki on yılda genç Britanyalı asiler komünistlere katılırken, 60’larda daha çok anarşist olmaktaydı. Değişikliğe dikkat etmek gerekir; katılmaktan çok oluş, bir parti kimliğinden çok yürekten bir değişim. Genel ruh hali olarak doktriner ciddiyetin yerini isyancı neşe alma eğilimindeydi.

1960’lar boyunca Anarşistler, militan feminizm dalgasını hisseden ve erkekler dünyasında kadınların sorunlarını derinlemesine irdeleyen ilk gruplardan biri oldu. Nükleer Silahsızlanma Kampanyaları ile pasif direnişi geliştirdiler. Özgür bir eğitime duyulan ihtiyacı dillendirerek ve aklın eğitilmesi yerine duyguların eğitilmesini koyarak, okulların dönüştürülmesi konusunda barışçıl yollarla yeni yöntemler önerdiler. Yoksulların ve mültecilerin barınma sorunlarına özel bir ilgi göstererek, kent planlaması meselesine eğildiler ve işgal girişimleriyle problemin araştırılması konusunda yeni fırsatlar oluşturdular. Çevre ve ekoloji konusunu gündeme getirdiler. Kısacası Metzger’in de içinde yer aldığı bu hareket, her türlü aksayan güncel konuda farkındalık oluştururken, başvurduğu yöntemler de Bakunin’den ziyade Gandhi’ye atfedilmişti.

Metzger’in düşünceleri şarkıcı ve rock gitaristi Pete Townshend üzerinde de büyük etki bırakmıştı. Ealing Sanat Okulunda Metzger’in derslerine katılmıştı ünlü müzisyen. Sonradan Auto-Destructive Art kavramını, grubuyla konserleri sırasında sahnede kullanan Townshend, gitarını ve amfileri parçalayarak yaptığı şovdan sonra The Who, şarkıları hit olan ilk punk grup oldu.

Sanat akımları

Sanatçı, içinde Yoko Ono’nun da olduğu Fluxus Hareketinin üyeleriyle birlikte İngiltere’de, Performans Sanatı, Happeningler ve Kinetik Sanat akımının tohumlarını attı. Fluxus bu dönemin en önemli çıkışıydı, başlı başına bir dosya konusu olmakla birlikte birkaç cümleyle özetlemek gerekir.

Dadaizm I. Dünya Savaşı’nın, akımdan çok akış anlamına gelen Fluxus ise II. Dünya Savaşı’nın ardından oluşan sanatsal ve kültürel bir muhalefetti. Disiplinlerarası sanat üretimine sosyo-politik bir mücadele eşlik ediyordu.

Estetik kaygıları arka plana iten Fluxus sanatçıları, bu düşünceleri doğrultusunda sanat fikrini tümden yıkmayı başaramadılarsa da sanat bağlamı içinde ele alınabilecek malzemelerin ve yöntemlerin sınırlarını genişlettiler.

Sanat ve hayat arasındaki sınırları eritme çabası içinde sokak gösterileri, elektronik müzik konserleri, ses enstalasyonları ve performanslar gerçekleştiren Fluxusçuların deneysel sanat etkinlikleri, 1960’ların kaynayan toplumsal ortamında gençliğin yıkıcı ruh halinin ifadesine dönüşmüştü.

Gustav Metzger, her yerde üç yıllığına tüm sanatsal aktivitenin, sanatçıların, sanat galerileri ve dergilerin ticari sanat sistemine karşı genel grevini öneren ‘Sanatsız Yıllar/ 1977-1980’ başlıklı bir çağrı yaptı. Ve bu çağrıya bir tek kendisi uydu. 1980’de üç yıllık sanat grevini tamamladı, sonra tüm zamanını Avrupa’da küratoryal projeler ve tarihi araştırmalara adadı.

Hiçbir zaman telefonu olmadı ama teknoloji düşmanı da değildi. Yazılım programları kullanarak birkaç iş yarattı ve İngiliz Bilimde Sosyal Sorumluluk Derneğinin çalışmalarına katıldı. Hatta Computer Arts Derneği’nin bülteni Page’ı kurdu ve üç yıllığına editörlüğünü üstlendi. Fakat geçimini sanatın dışındaki alanlardan sağladı.

“Mümkün olduğunca kapalı bir makine gibi olmak istedim” diye anlatmıştı bir dergiye “Elektroniğin potansiyelini, sibernetik ve hatta atom enerjisinin anlamını sezgisel olarak kavramak istiyordum.”

Son yıllarında, politik gerçeklerle yüzleşmek üzere, enstalasyonlarını kasten yok ederek, ölüm ve yıkımın etkilerini gazete fotoğrafçılığı diliyle göstermek istedi. Bu yaklaşımını ‘İrkilmenin Estetiği’ olarak adlandırdı. Sonraki işlerinde çevre felaketlerinin neden olduğu ölümlerle ilgilendi. Bir yandan da genç sanatçıların politik düşünmeyi keşfetmelerini sağlamaya çalıştı.

2004’te Tate Britain, Metzger’in 1960’ta Temple Galeri’de gerçekleştirdiği‘60’lar ve Sanat: Bu Yarındı’ adlı sergisini yeniden izleyiciye sundu. Sergi, bir talihsizlikle ünlendi. Enstalasyonun parçası olan atık kağıt ve kartonları temizlik görevlisi çöp zannederek öğütücüye atmıştı, yani işin bir kısmı çöpe gitti.

Bu hareket, tam da Metzger’in işinin ruhuna uygundu ve dünyadaki tüm yıkıcı faaliyetlerle ilişki kuran bir kendi kendini yok etme eylemi olarak değerlendirildi.

“Ben yok etmiyorum; bugünkü kaosun ötesine geçebilmek için bu fikirleri yaratıyorum, daima yapıcı gücü Auto-Destructive Art olarak gördüm” diye ifade etmişti düşüncesini Metzger.

O artık düşünsel, sezgisel ve yaratıcı bir mücadelenin savaşçısı olarak hatırlanacak. Bugünün savaş mağduru çocuklarını düşündükçe, sanatçının hikâyesi umut olsun geride kalanlara…

 

Kaynakça

• William Grimes, New York Times

• Gelecekteki İlkel, John Zerzan

• Anarşizm- Bir Düşünce ve Hareketin Tarihi, George Woodcock • 20.yy Batı Sanatında Akımlar, Ahu Antmen

Görseller : • Tristan Fewings, Getty Images • Hulton Archive, Getty Images