Daha önceki yazılarda belirttiğimiz gibi, 1936-1939 yılları arasında cereyan eden Arap isyanları döneminde Hagana ve Arapların olası tepkilerine karşın İrgun Z’vai Leumi kuruldu.
Yahudi savunma gücü Hagana’nın politikası ‘Havlagah’ yani ‘kendine hâkim olma’ idi. Bu bir pasif savunma değildi.
İrgun, bağımsız bir askerî teşekkül idi ve emirleri kendi Yüksek Komutanlığından alıyordu ve Revizyonist Gençlik Organizasyonu ‘Betar’ tarafından eleman kayıtları yapılıyordu. Bu kişilerin yarısı Yemenli ve Sefarad kökenli idi. Liderler de Polonya devrimsel geleneğine bağlı entelektüellerdi… Bu örgütün retoriği, Kudüs İbrani Üniversitesinde bir öğrenci olan, Kutsal Kitap ve silâh karışımı şairliği ile maruf Abrah Stern’e ve arkadaşı David Raziel’e bağlanıyordu.
İrgun’un faaliyetleri
İngilizlerin ‘Beyaz Kâğıt’ politikasının belirginleşmesine dek İrgun, Avrupa’daki mağdur Yahudileri Filistin topraklarına kaçırıyordu. 1939’da Arapların Yahudilere düzenledikleri saldırılardan sonra, İrgun Filistin’deki belli başlı kentlerdeki Arap çarşılarına eşzamanlı olarak bombalı suikastlar düzenledi ve birçok Arap erkek, kadın ve çocuk öldü. O zamana dek Yahudiler hiç böyle kanlı bir eylem gerçekleştirmemişti. Hagana ve yurtdışındaki Siyonist kuruluşları olayı kınadılar. 1939 yazında Raziel ve Stern, Polis Şefi Cairns tarafından işkence ile sorgulandılar. Alınan güvenlik önlemlerine karşın İrgun, Cairns’i ve yardımcısını bombalı bir eylemle öldürdü. Bu da İngilizlere karşı ilk Yahudi şiddet eylemiydi. İrgun 1948 yılında tasfiye edilene dek sadece kendi ilkelerine uydu. Hatta Filistin yönetimiyle arasında bir müddet resmi barış ilân edildi. Ta ki Struma gemisi olayı patlak verene dek. Stern, İrgun’u kadrosunun ve silâhların büyük bir kısmını yanında götürerek terk etti. Sternciler, sınırsız ve ayırımcılıksız şiddete inanıyorlardı. İrgun, mümkün olduğu kadar az insan zayiatına sebep olmaya dikkat ederek polis merkezlerine ve hükûmet konutlarına yoğunlaştı; Sternciler İngiliz polislerini ve askerlerini gördükleri yerde vuruyorlardı.
Menahem Begin İrgun’u ayağa kaldırdı
1943’te Polonya’dan Menahem Begin adında genç bir revizyonist avukat Filistin topraklarına geldi ve yetenekleri sayesinde İrgun’u birkaç ay içerisinde ayağa kaldırdı. İrgun’un 20 lideri, Satrun’daki toplama kampından kayalık arazide tünel kazarak firar ettiler. Firarı Stern’i izleyen üniversite mezunu David Friedman-Yellin organize etmişti. Yahudi Ajansının liderleri, Manda Yönetimini imalı bir şekilde itham ettiler: amaç, Yahudi toplumuna karşı terörü arttırmak için bilinçli bir firara izindi. İngilizler de Yahudi Ajansı’nı şeytanî fikirlerle suçladı. Ancak bu kuram pek doğru değildi. Nitekim beş yıl sonra Kont Bernadotte’nin ölümünden sonra Stern grubu mensupları tekrar hapisten kaçtılar.
Böylece 1944’te gruplar eylem için hazırdılar. İrgun, birkaç hükümet konutunu ve polis merkezini havaya uçurdu ve yüklü miktarda silâh ele geçirdi. Hatta 15 Mayıs’ta Ramallah’taki radyo istasyonunu ele geçirdiler. Daha önceden uyarıda bulundukları için insan kaybı cüziydi. ‘London Times’da 18 Şubat 1944’te neşredilen Dr. Weizmann’ın Yahudi terörünü kınayan mektubu ise, Filistin Yönetimi tarafından sansüre uğradı. İrgun ise kendine özgü yöntemleri uygulamayı sürdürüyordu. Ağustos 1944’te ülkeyi terk etmekte olan ve ‘Struma’ felaketinden sorumlu görülen Yüksek Komiser Sir Harold Mac-Mihael’in hayatına kasteden bir suikast düzenlendi. Eylül ayında dört polis istasyonuna saldırıldı ve bir polis memuru öldürüldü. Ekimde İngiltere’nin Ortadoğu’da mukim bakanı Lord Moyne, Kahire’de iki genç İrgun üyesi tarafından öldürüldü.
Ne var ki bu suikast, Siyonist âlemini fena sarsmıştı. Resmi Siyonist örgütlerinin Hagana’yı Stern ve İrgun’a karşı durmaya itelemesine karşın Filistinli Yahudiler kendi dindaşlarını ihbar etmeye itibar etmediler. Zaten artık işler kontrolden çıkmıştı ve polis antisemit duygularını gizlemiyordu. Hem desteklemeleri gereken otorite, ‘Beyaz Kâğıdı’ neşretmiş, Filistin’e Yahudi göçünü durdurmuş ve askeri mahkemelerinde gaddar hükümler vermemiş miydi? Gene de Yahudi Ajansı Siyasi Bürosu, İngiliz makamlarına yüzlerce Stern ve İrgun çetecisinin adını verdi. Oluşacak eylemleri Hagana yetkililere ihbar etti. O kadar ki Hagana, bu örgütlerin bireylerini kendi ‘hapishanelerine’ tıktı.
Hagana-İngiliz ilişkileri
Ancak Hagana ile İngiliz yetkilileri arasındaki bu işbirliği bir yıl kadar sürebildi. Mr. Bevin’in Kasım 1945’teki Filistin hakkındaki talihsiz demecinden sonra bu balayı bitti. Hagana’nın terörist avlayan bireyleri bile kendileri avlanmaya başladılar. 1945 yılı sonlarında Kudüs’te ve Tel Aviv’deki polis merkezlerinde bir dizi saldırı yaşandı ve on kişiden fazla öldü. Savaşın sona ermesi ve İngiltere’de İşçi Partisinin iktidara gelmesine rağmen İngiltere’nin Filistin politikasında değişiklik olmaması, Yahudi liderlerinin tüm umutlarını söndürmüştü. O kadar ki, 30 Aralık 1945’te Ben Gurion ve Shertok, Yahudi Ajansı bu tür eylemlere karşı ne tedbir alırsa alsın, sonuçsuz kalacağını İngiliz Yüksek Komiseri’ne bildirdi…
Gidişat bir felâkete doğruydu. Savaşın sonunda dünya, ‘yer değiştiren bir ulus’ ile karşı karşıyaydı. İbranilerin Mısır’dan göçü misali, Filistin’e Avrupa’dan akan bir Holokost kalıntısı göç söz konusuydu. Diğer bir faktör de, Filistin’deki Yahudi Cemaati’nin artık bilinçli bir ulus haline gelmesiydi. Diğer önemli bir husus da dünyadaki kutuplaşmaydı. Daha önceleri İngiliz politikası Arap dünyası üzerinde bir otorite kurmaya dayanıyordu. Savaştan sonra İngiltere’nin uğraşısı, Sovyetler Birliği’nin Arap aleminde nüfuz sahibi olmasını engellemekti. Dördüncü bir faktör de İngiltere’de İşçi Partisi’nin zaferiydi. 1917’den itibaren bu parti, Balfour Deklarasyonu’ndaki ‘Yahudi Yurdu’ vaadini destekliyordu. Fakat Chamberlain Hükûmeti, ‘Beyaz Kâğıdı’ yayınlayıp bu politikadan çark edince, sadece partiden tepki görmekle kalmadı; artık bu Siyonistleri desteklemek gelecekteki İşçi Partisi hükümetlerini de bağlamayacaktı!
Şimdi gelecekteki Dışişleri Bakanı Mr. Noel Baker şöyle diyordu: “Filistinli Yahudilerin on binlercesi sahillere inerek gelecek göçmenleri koruyacaktır. Bunları durdurmanın tek yolu nazik İngiliz askerlerinin bunlara ateş edip öldürmesidir… Yoksa politikamız iflâs etmeye mahkûmdur!”
Bir yıl sonra İngiliz İşçi Partisi koalisyona girdi fakat Filistin siyaseti aynıydı. “Ulusal yurt için bir umut yoktur; çünkü Yahudilerin bir ekseriyet oluşturmalarına izin verecek göçlere izin veremeyiz…” Hâlbuki 1945’te İşçi Partisi iktidara gelmeden birkaç hafta evvel ise imparatorluktaki ulusların Muhasip Şansölyesi ise tam tersini söylüyordu. “Filistin’e göç etmek isteyen Yahudilere engel olmak ahlâki olarak yanlış, siyasal olarak da müdafaa edilir gibi değildir…” Tabi bunlar, eski vaatlerin sorumluluklarından kurtulmak için içi boş söylemlerden başka bir şey değildi!
ABD’nin İngiltere’den talebi
Eylül 1945’te ABD Başkanı, Earl Harrison’dan Yahudi göçmenlerin Filistin’e kabulü hakkında bir mektup aldı; Başkan da İngiltere Başbakanı’na bir mektup yazarak 100 bin Yahudi göçmeninin acil olarak Filistin’e kabul edilmesini rica etti. Ancak ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün ifade ettiği bu gibi mektuba dahi cevap bile gelmedi! Ancak New York’ta 45 bin kişinin katıldığı bir gösteride Vali Sa Guardia, İngiltere Büyükelçisi Lord Halifax’a “İngiltere ABD’den yardım talebinde bulunuyorsa, sözünü tutmalıdır” dedi. 100 bin göçmenin kaderi dünya kamuoyunu katmerli bir şekilde meşgul etmeye başladı; İngiltere’nin prestiji ve iktisadi geleceği etkilenebilirdi. İngiliz basını hemen bunu Siyonistler tarafından tetiklendiği savını ileri sürdü. Bunda hakikat payı vardı ama Dachau ve Belsen gibi temerküz kamplarından gelen özgün ve feci raporlar, dünya kamuoyunun vicdanında derin yaralar açmaya başlamıştı.
24 Eylül’de Dr.Weizmann Koloniler Bölümünün, 100 bin göçmen yerine 1.500 göçmenlik bir kota ayırdığını ve ‘Beyaz Kâğıt’ kapsamında bunların alınabilecek son göçmenler olduğunu bildirdiğini açıkladı. Hem Filistin’de, hem de beş buçuk milyon Yahudi’nin yaşadığı Amerika’da bu davranış nefretle karşılandı. Filistin’de Belsen ve Buchenwald’da Azrail’den kurtulmuş Yahudilerin öncülüğünde 60 bin kişi, tutsak üniformalarıyla bir gösteri yaptı. Ekim ayının ilk günlerinde 40 dolaylarında doğulu Yahudi’nin menşe ülkeleri olan Irak ve Suriye’ye geri gönderileceğini öğrenen Hagana, bunların antisemitizmin azdığı ülkelerindeki kaderinin çok kötü olacağını bildiğinden 10 silahlı adamı ile Athlit tutuklu kampını bastı. Burada 170 gayrı resmi mülteci de vardı; olayda hepsi kaçtı ve bir İngiliz polis memuru öldürüldü. Manda’nın başlangıcından beri ilk kez bir İngiliz güvenlik görevlisi öldürülmüş ve Hagana da ilk kez böyle bir eyleme kalkışmıştı. Yahudi Ajansı ve Yahudi basını Hagana’dan artık ‘Yahudi Direniş Örgütü’ olarak bahsetmeye başladılar; kesin bir siyasal strateji değişikliğine gidilmişti.
Hagana yer altına indi
Athlit’teki kalkışmadan sonra Hagana, ilk kez olarak ülke çapında sabotaj eylemlerine başladı. 31 Ekim 1945’te Filistin’deki tüm demiryolu ağı, eşzamanlı olarak köprü ve kavşaklarda icra edilen yüzden fazla patlama nedeniyle felç oldu. Aynı anda Yafa ve Hayfa’daki limanlarda sahil savunma gemileri infilak etti; altı kişi öldü. Hagana, İrgun gibi yer altına inmişti… İki hafta sonra Bevin’in Filistin hakkındaki ilk demeci yayınlandı ve bir basın toplantısı düzenlendi. Ana konu, Filistin’in geleceği hakkında bir İngiliz-Amerikan Komitesi’nin kurulmasıydı. Ancak İşçi Partisi göçü durdurmakta kararlı olduğundan, Filistin Yahudileri bunu bir oyalama taktiği olarak gördüler. Bildiride Yahudileri aşağılayıcı bir ifade kullanılıyor ve Dışişleri Bakanlığı, ayda 1.500 göçmen alınmasını dahi Arapların vicdanına bırakılıyordu. Bu beyanattan bir gün sonra Ulusal Yahudi Konseyi bir protesto grevi düzenlendi. Baş haham, bir günlük oruç ve dua ilân etti ve sinagoglarda Şofar boruları çalındı. Tüm ülkede şiddetli ayaklanmalar oldu; dokuz Yahudi öldü ve 37 İngiliz askeri yaralandı, bazı hükümet binaları yıkıldı. Hükümet buna karşılık Şaron ve Samaria’daki Yahudi iskân bölgelerinde silâh aradı. Sekiz yerleşimci öldü. Yahudiler de, tüm ülkede polis merkezlerini ve elektrik santrallerini havaya uçurdular. 2. Dünya Savaşı bitmiş ve İngiliz İmparatorluğu ile müstakbel İsrail devleti arasında savaş başlamıştı!
İngiliz-Amerikan Tahkikat Komisyonunun 18. toplantısında ürettiği rapor, tadilat için Bevin’e gönderildi. Mr. Bevin, raporun anonim olması koşulu ile bunu kabul etti. Bu tavize karşın söz konusu rapor hiçbir zaman tâdil edilmedi, Komisyonun raporu 20 Nisan 1947’de yayınlandı. Burada konu, 100 bin göçmenin tekrar kabulü ve 1940’ta iptal edilen toprak satın alma koşullarının canlandırılmasıydı. Uzun vâdeli tavsiyelerde İngiliz Mandası altında otonom devlet kurumlarının oluşturulması vardı fakat ne bir Yahudi devleti kurulması, ne de taksim için öneri bulunuyordu. ABD Başkanı Truman hemen tepki verdi: ‘Beyaz Kâğıt’ın iptali anlamındaki önerilere memnun olmuştu. Ama uzun vadeli önerilerle veya raporun desteklenmesi ile ilgili pek bilgi yoktu. İşte bu da, İngiliz Hükümeti’ne tüm raporu sabote etmek için harika bir fırsat sağladı: Amerikan yardımı olmadan böyle kalabalık bir mülteci grubu kabul edilemezdi; Üstelik Hagana’nın silahsızlandırılması gerekti. Ancak Arapların silahsızlandırılmaması, Yahudilerin yok edilme tehlikesini beraberinde getiriyordu. İngilizler de bu saçmalığın pekâlâ farkındaydılar. Üstelik göçmen kabulünün vergi veren İngiliz vergi mükellefine 200 milyon sterline mal olacağını, Yahudileri Amerika’ya almak istemediklerini ileri sürdüler. Tabi bunlar da bahaneydi. Zira Yahudi göçmenlerin nakliye ve iskân bedellerini hep Siyonist örgütler karşılamıştı. Artık İngilizlerin Siyonist macerasını kökünden yok etmek istedikleri belli olmuştu. Bu noktadan itibaren yol felakete doğru gidiyordu. İngilizlerin Ortadoğu’daki yarım yüzyıllık uğraşısı ve Balfour’un vizyonu, bir nevi ikinci İrlanda bataklığına gömülmek üzereydi.
Kaynakça: “Promise and Fulfillment, Palestine 1917-1949”, Arthur Koestler, Macmillan Co. Ltd; London, S.90-98, S. 108-117.