Geçtiğimiz haftalarda, sadece dört gün sürecek fakat her anı hafızalara yerleşecek bir Prag -ya da Çek’lerin dilinde Praha- Turuna çıktık. Gezimiz Prag şehrinin eşsiz gece manzarasında teknede gerçekleşen bir akşam yemeğiyle başladı. Sabahın erken saatlerinde otobüse binerken rotamız Çekoslovakya’da 1941 yılından II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar toplama kampı olarak kullanılan Teresienstandt / Terezin idi. Yıllardır sadece filmlerde gördüğüm ya da acılar dolu anılarını kitaplardan okuduğum bir Nazi toplama kampı.
Şehrin dışındaki Terezin Kampına giden yol ağaçlık, sakin bir yol. Kendisine doğru gelenleri hiç mi hiç görecekleri faciaya hazırlamıyor. Otobüste giderken, yıllar önce oğlumun sınıfça öğretmenleri ve iştirak etmek isteyen ailelerle eşliğinde Polonya ve Prag’a gittiklerini hatırladım. O zamanlarda böyle bir yolculuğa gidecek cesaretim yoktu; çocukların gezi sonrası anlattıkları da günlerce hepimizi çok sarsmıştı.
Terezin aslında bir hapishane gibiydi; buraya getirilen binlerce Yahudi’nin daha sonra Polonya’ya yollanması planlanıyordu. Bir kısmı gitti, bir kısmı ise hastalıktan yolda ve işkencelerden Terezin’de can verdi. Çeklerin hâkimiyetindeki Bohemya ve Moravya, Nazi Almanya’sı tarafından işgal edilince şiddetli baskılar başladı. Çoğu Yahudi 1939’dan sonra buradan göç etti; kalanların hemen hemen tamamı da yok edildi.
Theresienstadt’a yaklaşık 144 bin Yahudi gönderildi. Tutukluların çoğu Çek Yahudi’siydi. Açlık, stres ve tifo gibi hastalıklardan tutukluların bir kısmı burada öldü; 88 bin kişi Auschwitz’e ve diğer imha kamplarına gönderildi.
Varlıklı, kültürlü, eski bir topluluk olan Prag Musevi Cemaati’nden bugün geriye sadece 1200 kişi kalmış.
Terezin’in yaşattığı duygular
Terezin ziyaretimin ardından sizlere kampı anlatmaktan çok bende yarattığı duyguları paylaşmak istedim. Böyle bir yer gördüğünüzde nefes almak sanki zorlaşıyor. Çiseleyen yağmurun farkına bile varmıyorsunuz, soğuk sanki ufak bir detay. Buz gibi bir havada, sadece ve sadece Yahudi oldukları için katledilmiş bu canların, bir gün içindeki yaşadıklarını hayal ederken içim ürperiyor. Kendimce bir dua okuyorum her biri için, sevgi ve huzur diliyorum. Daha sonra kampın biraz ilerisindeki krematoryumun girişindeki taş üzerinde gördüğüm yazı tüm duygularımı özetliyordu: “My sorrow is continually before me / Hüznüm her zaman için benim bir adım ilerimde...” Taş üzerindeki yazı 17.10.1991 tarihli, İsrail Devlet Başkanı Haim Herzog imzasını taşıyor.
Binanın dışarısındaki bir tahta banka oturup Herzog’un Teilim kitabından alınmış bu sözlerini tekrar tekrar düşünüyorum. Dışardaki büyük Menora artık İsrail Devletinin sembolü, pasaportlarında yer alıyor; âdeta metamorfoz geçirmiş... Holokost trajedisinden çıkanların üç yıl sonra, 1948’de İsrail Devleti’nin kuruluş gününde, ülkeyi temsil eden bu en eski Yahudi sembolü şimdi sanki bir bütünü tamamlayan son resim gibi o insanları selamlıyor.
Terezin’de bize katılan yerel rehberimizle yan yana yürürken kampla ilgili birkaç soru sordum. Gelen bütün ziyaretçilerin anlattıkları, yaşadıkları dışında, kendisinin ne hissettiklerini merak ettim. Cevap olukça şaşırtıcıydı: “Okul yıllarımda bize hiç kimse ve hiçbir kitap burada Soykırım yaşandığından bahsetmedi. Bunları ne bildik, ne de okuduk. Komünist rejim zamanında Holokost’tan bahsetmek mümkün dahi değildi. 1991 yılından sonra Çek Cumhuriyetiyle birlikte bunları öğrendik” dedi. Bunları konuştuğumuzda Terezin’in şu anda müze olarak kullanılan ana binasının önünde duruyorduk ve kapının üzerinde kara harflerle İbranice ‘Yizkor’ yani ‘Hatırla’ yazıyordu. Rehbere bu yazıyı gösterdim, mahcup bir edayla gözlerimiz bakıştı... Hatırlamak veya ‘Yizkor’un tam tercümesi olan zikretmek... Unutmamak.
Bir ara yağmur durmuş güneş hafifçe bulutlardan sıyrılmıştı. Hatikva da bu düşünceyi yansıtmıyor muydu, ümit... İlginç olan bir tesadüf de, Hatikva’nın beste ilhamını Çek Bestecisi Bedrich Smetena’dan almış olmasıdır.
Çek Cumhuriyetinin köprüleri, şoförümüz Georg’un Çek aksanına göre adını söylemek için uğraşı verdiğimiz Vittava Nehri, şehrin itinayla düzenlenmiş pave taşlı sokakları, sanat ve kültür taşan sayısız binaları, kilise ve sinagogları büyüleyici bir güzellikle hepimizi cezbetti. Meşhur saat kulesi, kafeler ve sokaklarda şehrin kedileri gibi rahatça gezinen, bazen dükkânların eşiğinden içeri girip çıkan güvercinler şehre bambaşka boyut katmış. Oldukça eski bir tarihi olan Prag Yahudi Mahallesi olduğu gibi ayakta duruyor.
Yahudilerin Prag’daki tarihçesi
Yahudilerin buradaki tarihine kısaca göz atacak olursak… Yahudilerin Prag’a en erken 10. yüzyılda yerleştiğine inanılır. 16. yüzyıl, Prag Yahudilerinin altın çağıydı. Bu zamanın bilinen en önemli Yahudi dindarlarından biri Maharal ismiyle anılan Haham Judah Loew ben Bezalel’di. Prag Eski Yahudi Mezarlığına gömülmüş olan Maharal’ın mezar taşı hâlâ ayakta ve ziyarete açık. Maharal tarafından yaratılan efsanevi Golem’in Eski Yeni Sinagog’un çatı katında saklandığı rivayet edilir.
Eski Yahudi Mezarlığı, 15.yüzyılın başlarından beri aynı yerde, savaşlara rağmen ayakta kalmış. Taşların üzerinde Prag Musevi Cemaati’nin kalıntıları tarih kitaplarını aratmayacak kadar bilgi içeriyor. Mezarlık Pinkas Sinagogunun içinden çıkılan bahçede yer alıyor. 1439 tarihli Avigdor Karo’nun mezarı mezarlıktaki en eski taş olarak notlara geçmiş.
Prag’da gezdiğimiz tüm sinagogların ikisi dışında hepsi bugün artık müze olarak ziyaretçilere kapılarını açmış. Görkemli Sefarad Sinagogu neredeyse her gün klasik müzik konserleriyle şehir halkını ve turistleri ağırlıyor. Öğle yemeğini yediğimiz aynı mahalledeki King Salomon Lokantası, geleneksel Yahudi yemekleriyle meşhur; Obama çiftini, Bibi Netanyahu ve sayısız ünlüyü ağırlamış bir mekân. Daha sonra bir kahve molası için durağımız bu civarda olan Franz Kafka’nın doğup büyüdüğü ev oldu. Evin girişindeki Kafka Kahvehanesinde yazarı anıp, bir kahve içmek mümkün. 1900’lerin başından kalma, antik Praga marka arabalarla şehri gezip keşfetmek ayrı bir macera. Şehir bazen Ortaçağ’dan kalma bir kartpostal, bazen Milan Kundera ve Kafka’nın romanlarını aksettiren bir tiyatro sahnesi gibi çok yönlü.
Kalabalık bir grupla çıktığımız bu sıra dışı gezi daha uzun seneler zihinlerimizde kalacak. Sbohem / Hoşça kal Prag! Seninle çok şeyler tanıdık, öğrendik, üzüldük, sevindik, konserlere gittik, tarihi ve bizi yaşadık.