Tarih boyunca göç olgusunu yakından bilen ve yaşayan Yahudilerin Eretz İsrael topraklarını odak haline getirmesi 20. yüzyılı bulur. Ancak vaat edilmiş toprakların 20. yüzyıl başındaki sefaletinden kurtarılmasına, insan yaşantısına yaraşır bir hale getirilmesine katkıda bulunmak; kentleri, köyleri modern standartlara ulaştırmak; sosyal ve kültürel alanda uygar bir toplumun temellerini atmak, o ana dek din esasına dayanan Yahudi yaşantısına değişik bir boyut katmak demekti.
Göç, Yahudi tarihinde sık sık yaşanan bir olgu… Yahudi halkının uzun asırların eleğinden geçmiş bir göç hikâyesi vardır. Esas itibarı ile kolektif geleneğin önemli bir yapı taşıdır. Yahudi, geleceğinin tehdit altında olduğu, Yahudi kimliği ile yaşamasının olanaksız olduğu topraklardan daha emin coğrafyalara göç etmiştir her daim…
Diaspora’ya dağılmaya mahkûm edildikleri yıllardan bu yana, Eretz Yisrael, Yahudilerin ulaşmak istedikleri, çoğalmak istedikleri ebedi vatanları oldu. Kanuni Sultan Süleyman ve hemen sonrasında II. Selim’in padişahlığı döneminde, Sefarad Yahudilerinin buralarda bazı yerleşimler kurdukları bilinir. Ancak bölgenin genel anlamda Yahudi ilgisi ile buluşması, Avrupa’daki Yahudi yaşamına ciddi bir alternatif olarak odak noktasına oturtulmaya başlanması için 20. yüzyılın başlarını beklemek gerekecekti.
Pogromlar dolayısı ile yerlerinden sökülüp atılan Çarlık Rusya’sının etki alanındaki Yahudiler için yeni dünya önemli bir göç destinasyonu olur. Önceki yüzyılın ortalarından itibaren özelde Doğu Avrupa Yahudilerinin Amerika’da gelecek aradıklarına tanık olunur. Buraların yerleşimcilere eşsiz olanaklar sunması, Yahudi gençlerini kucaklayan eşit fırsatlar, yeni ufukların kulaklara haykırdığı başarı dolu yarınlar, kısa zamanda, doğudan gelenleri Özgürlük Anıtı ile karşılayan bu toprakları, birçokları gibi Yahudi halkı için de önemli kılar…
AMERİKA KAPILARININ KAPANMANMASI
1917 Bolşevik Devrimi ve I. Dünya Savaşı sonrasında oluşan yeni Avrupa’dan ABD’ye olan göç dalgasını kontrol altına almak, buradaki işsizliğin artmasına, yaşam koşullarının kötüleşmesine set çekmek adına 1924’te düzenlenen ‘Muhacaret Yasası’ çerçevesinde, Yahudilerin de Amerika Birleşik Devletleri’ne gelmeleri yeni engellerle durdurulmaya başlar. Bu durumda, Britanya Mandası altındaki Filistin toprakları, bu kez Batı Avrupa Yahudileri, bu arada Nazizm ile tanışmaya başlayan Alman Yahudileri için de bir umut kapısı olur...
1922 Beyaz Kitabı (White Paper) çerçevesinde, Filistin’e vize müracaatlarında göz önüne alınan en önemli kriter, “ülkenin yapılandırılmasına katkıda bulunabilmek” ve “ülkenin ekonomik yapısına yük olmamak” olarak belirlenmişti. İlk ve öncelikli hedef ‘Eretz Yisrael’ ve geleceğiydi.
“Vahşi olmak zorundayız. Kendimize çeki düzen vermeliyiz. Saldırılar ve cinayetlerin devam etmesine rağmen, Yişuv’u ve geleceğini kurtarmalıyız. Bunu yapmalıyız, çünkü halkımızın kaderi buna bağlıdır…”
YAHUDİ YAŞANTISINA DEĞİŞİK BOYUT
Vaat edilmiş toprakların 20. yüzyıl başındaki sefaletinden kurtarılmasına, insan yaşantısına yaraşır bir hale getirilmesine katkıda bulunmak; kentleri, köyleri modern standartlara ulaştırmak; sosyal ve kültürel alanda uygar bir toplumun temellerini atmak, o ana dek din esasına dayanan Yahudi yaşantısına değişik bir boyut katmak demekti. İşte Halutzim1’in başardığı budur. Kâh yeni İbrani kültürünün başkenti Tel Aviv’de, kâh ülkenin değişik yerlerinde kurulan kibbutzlarda yaşantıya anlam veren, toprağa hayat katan gençlerin duygularını aralarından birinin, Yefim Gordin’in anılarında bulmak mümkün:
“Kendi toprağında yaşamak iyidir… Kendi toprağında acı çekmek iyidir… Kendi toprağında çalışmak iyidir… Eretz Yisrael’de bulunduğum bir yıllık sürede başardıklarımla gurur duyuyorum. Diaspora’nın ağırlığını üzerimden attım, benliğimi elimden geldiği kadarı ile arındırdım. Diaspora’dan ve sürgün hayatından nefret ediyorum. Bir vatan istiyordum. Her insan gibi bir insan, keller arasında kel, eşitler arasında eşit olmak istiyordum. İbrani olmanın, İsrailli olmanın gururunu yaşamak istiyordum… Bu benim en büyük arzumdu ve ona ulaştım. Artık bundan böyle adım Chaim (Hayat) Shalom (Barış) Halevi olacak…”
Filistin topraklarına gelen Yahudi nüfusu öncelikle kentlere yerleşirken, yüzde yirmilik bir bölümü çiftçilikle uğraşıp, bataklık durumundaki toprağı ehil hale getirmek için çaba harcadı. Kibbutzları kuranlar bunların sayısal olmasa da niteliksel ağırlığını oluşturur.
KİBBUTZ OLGUSU
Kibbutz her zaman marjinal kalacak orijinal bir olgudur. 1920’li yılların sonuna doğru, bölgedeki Yahudi nüfusun, çocuklar dahil, yalnız yüzde ikisi, sayısı otuza yakın olan kibbutzlarda yaşardı. Geriye bakacak olursak, o dönemlerdeki kibbuztların Yahudi yaşantısına en önemli katkısının ekonomik ve sosyal olmaktan çok askeri olduğunu görürüz. Oralarda yaşayanlar Yahudi toprağının bekçileri, Yahudi yaşamının vitriniydiler. Bu bağlamda, kibbutzların etki alanları ve konumları Yahudi kimliğinin gücünü ifade eder duruma gelmişti.
Kibbutz yaşamı ihtiyaçların paylaşılmasından hareket eden sosyalist bir idealizmdir. Kısmen bir fikrin emrinde, kısmen mistik bir ideale adanmış - öncü - ve sonsuza kadar geride bıraktıkları Avrupalı kültürün mirasçıları olarak, kibbutz üyeleri (=kibbutznik) toprağı işlemeden artan zamanlarında, aralarından birinin dediği gibi, ‘evrensel ve ahlaki konuları’ tartışan ve mutabık kaldıkları sonuçları yaşantılarında uygulayan insanlardır. Onlar adeta, zorlukların ve mahrumiyetin içinde, aydınlıkla karanlığın bitmeyen savaşına aracı olmaktadırlar. Hiç şüphesiz, bu gıpta edilecek son derece zor bir yaşantıdır…
Halutz ruhu bu çerçevede oluşur. Kavram ilk kez, askeri anlamda kullanıldığı Tevrat’da karşımıza çıkar. “Tanrı’nın Öncülerinden” oluşan Yeşua’nın ordusu Yarden (=Şeria) Nehrini geçer ve Kutsal Topraklara girer. Yahudi felsefesine göre de Halutz fikri, vaat edilmiş topraklarda Yahudi varlığını tekrar tesis edecektir. Toprakla uğraşarak yüzyıllardır ona yabancılaşmış bir halkı uzak geçmişi ile barıştırmak, Avrupai kentsel yaşantının açık ara önünde algılanan “Yahudi bir var oluş ilkesi” olmuştur. Böylece, sürgün döneminde dejenere olan yapının tekrar sağlığına kavuşması söz konusu olacaktır. Bu anlamda, ‘Yahudi milliyetçiliği’, din ve geleneklerin üzerine oturmaktan başka çaresi olmayan ‘Diaspora’ yaşantısının karşısına devrimci bir kimlikle ortaya çıkmaktadır… Zaten, biraz da Bolşevik söylemin etkisi ile, ‘Yeni Dünya’ ve ‘Yeni İnsan’ gibi kavramlardan söz edilmektedir gençler arasında… ‘Toprağa Dönmek’ ise daha Avrupalı kimliğe dayanan romantik bir yaklaşımdır.
Her ne kadar Yahudi milliyetçiliği, bir felsefe olarak toprak – insan ilişkisini ön plana çıkarsa da, kentlerde modern Yahudi yaşantısını ayaklandırmaya çalışanları görmezlikten gelmek, gündelik yaşantı içindeki gerçekleri kaçırmak olur. Onlar, Doğu Avrupa Yahudilerinin aksine, Hertzl’in ‘Modern Kentsel Yahudi Toplumunun’ oluşmasına katkıda bulunanlardır. Onlar, Yahudilerin evrensel anlamdaki kültürel yaşantılarına katkıda bulunanlardır. Onlar eğitim sistemini ve üniversiteleri kurarak, sağlık standartlarını oluşturarak Filistin’i yaşanır kılanlardır.
Yaşamlarının en güzel yıllarını Filistin topraklarındaki Yahudi varlığının gelişmesine adayan herkes, gerçekleştirdikleri ne olursa olsun, ülkenin neresinde görev alırsa alsın bu ideale eş katkıda bulunmuştur. Max Nordau yeni nesille birlikte ‘müsküler bir Yahudiliğin’ doğduğunu ifade ederken, Arthur Rupin için onlar ‘yeni Yahudi ırkının öncüleridir…’ Ze’ev Jabotinsky ise, yeni bir Yahudi psikolojisinin oluşturulması gerektiğini söylemekte ve bu gençlerin bunu başardığını belirtmektedir. Ben Gurion’un rüyası olan “…Turistlere örnek olacak yeni bir Yahudi gençliği tipi” gerçekleşmiştir.
Chaim Shalom Hallevi adını alan Yefim Gordin’in anılarından devam edersek, yeni nesil, “İbrani olması ile gurur duyan bir nesildir. Beden ve ruh sağlığı olan, kendi değerini bilen, sağlıklı bir vücutta sağlıklı bir insan”dır…
Şair David Shimoni’nin dizeleri ise değişik bir yaklaşım sergiler:
“Dinleme oğlum babanın nasihatlarını, dinleme oğlum annenin öğretilerini, artık onlar senin namelerini dinleyeceklerdir…”
Yişuv’daki bu gelişmeler, yüzyıllardır Diaspora’daki ailelerinden gelen para ile yaşantılarını sürdüren ve Mesihin gelmesini bekleyen Ortodoks Yahudileri marjinal bir topluluk haline getirir. Onlar ne Bilu hareketinden, ne Hovavey Siyon’dan etkilenmişlerdir. Onlar ne Moses Hess’i ne de Leo Pinsker’i okumuşladır. Rusya’daki pogromlara yalnız duaları ile cevap vermişler, öldürülmesi üzerine gençliğin ilahı haline gelen Yossef Trumpeldor ve onun gibileri yok saymışlardır. Yahudi yaşantısını duvarlar arasına sıkıştırarak sürgün kültürünü, Kudüs’te ‘Vaat Edilen Toprakların’ kalbinde devam ettirmişlerdir. Oysa ‘Yeni Adam’ çalışan Yişuv’un gerçeği olarak ‘Yeni Toplumu’ yaratmıştır.
Şüphesiz bu gençlerin üstlendikleri sorumluluk çoktur. Hem kişisel yaşantılarını devam ettirecekler hem de Yahudiliğin yirmi yüzyıldır yapamadığını yapacaklardır: Tekrar bir ulus olmak, tekrar bir ülke sahibi olmak… Hitler’in Alman ulusuna önerdiği Nasyonal Sosyalizmin hedefine oturttuğu Yahudi halkı için, bu söylem ve vaat ettiği gelecek yeni ve heyecan verici bir ufuktur. Birçok genç bu ufku kaçırmamak, geleceğini o idealin üzerine inşa etmek için, doğduğu köylerden, kentlerden, Almanya’nın bağrından kopup, buralara göç edecektir. Nazizm’in etki alanına girecek birçok coğrafyada yaşayan Yahudiler için de bu aynı ufuk, azımsanmayacak bir önem arz edecektir. Umutsuzlukla örülen hayatlarda, yaşamaya değecek bir nefes, her geçen gün artan zorluklara direnme gücünü veren bir enerji olacaktır.
Alıntılar: One Palestine Complete – Tom Segev