Bir fermanla başlayan İspanya’dan kovulma, bünyesinde az bilinen başka bir trajediyi barındırıyor. Ailelerinden kopartılan yüzlerce çocuğun trajedisi…
İspanya Kralı Ferdinand ile Kraliçe İsabella’nın fermanı ile başlayan İspanya’da kovulma, kendi bünyesinde az bilinen başka bir trajedi daha barındırıyor. Ailelerinden kopartılarak sürülen binlerce küçük çocuğun trajedisini…
Bir Sefarad Yahudisi olarak, Yahudilerin İspanya’dan ve hemen ardından Portekiz’den kovulmaları ile ilgili yeterince bilgiye sahibim. Bu basit görünen “kovulma” kelimesinin esasında inançlarının değiştirilmesi baskısıyla, korkunç işkenceler, tecavüzler, mallarına el koyma ve daha birçok dehşet verici olayların sadece çatısı olduğunu tüm Sefarad Yahudileri gibi ben de gayet iyi biliyorum. Ancak bu trajedi içinde daha önce pek duyulmamış ve hâlâ bilinmeyenleri olan, çok daha insanlık dışı bir olayın yaşandığını yeni öğrendim.
Yahudilerin İspanya’dan kovuluş sürecinin en küçük kurbanlarının, ailelerinin kucaklarından koparılarak, Batı Afrika’daki São Tomé Adasına sürülen, 2 ile 10 yaşları arasındaki 2000 kadar masum meleğin hikâyesini hiç duymuş muydunuz?
Düşünün, daha küçücük yaşta dünyada neler olup bittiğinden habersiz yavrularınız, canlarınız sizden koparılıp alınıyor. Bırakın yavrularınızı bir daha görmeyeceğinizi bilmeyi, yaşayıp yaşayamayacaklarını bile bilmiyorsunuz. Tek bildiğiniz yaşamayı başarabilseler bile asla sizin, onlar için hayal ettiğiniz geleceğe sahip olamayacakları.
Hikâyeye en başından başlayalım:
İSPANYA’DAN PORTEKİZ’E
1492 yılında İspanya’dan kovulan Yahudilerin bir kısmı, farelerin cirit attığı cılız gemilere bindirildiler ve İtalya, Osmanlı İmparatorluğu ve Kuzey Afrika’daki çeşitli limanlara yelken açtılar. Diğer bir kısmı ise komşu Portekiz’e kaçtı.
Magrebiler ile savaşa hazırlanan Portekiz Kralı II. João’nun, yüksek miktarlarda paraya ihtiyacı vardı. Bu sebeple belirlediği yüksek ücreti ödeyebilen yaklaşık 600 kadar Yahudi aileye ve yaklaşan savaş kampanyası için becerilerinden faydalanabileceği yaklaşık otuz zanaatkâra daimi ikamet izni verdi. Geriye kalan yaklaşık 100 bin Yahudi’ye ise ‘transit geçiş ücreti’ ödemeleri ve Portekiz’i sekiz ay içinde terk etmeleri, terk etmemeleri halinde ise kralın köleleri olmaları koşuluyla, ülkeye giriş izin verdi. Sekiz ay dolduğunda yoksul İspanyol Yahudi ailelerin çoğu Portekiz’de sıkışıp kaldı. II. João’nun ölümünün ardından tahta kuzeni I. Manuel’in geçmesiyle Yahudiler bir süreliğine özgürlüklerini geri kazandılar. Ancak Manuel’in, İspanya Kralı Ferdinand ile Kraliçe İsabella’nın kızı ile evlenmeye karar vermesiyle kaderleri bir kez daha değişti. Katolik İspanya tüm Yahudilerin Portekiz’den gönderilmesini istiyordu.
Manuel, servetlerinden ve vasıflarından faydalandığı Yahudileri kaybetmek istemiyordu. Bu nedenle, Portekiz’de yaşayan tüm Yahudileri, Hristiyan dinini kabul etmeye zorladı. 1497 yılının Ekim ayında, İspanya’ya “Portekiz’de daha fazla Yahudi yok” açıklaması yapabildi.
AİLELERİNDEN KOPARTILAN ÇOCUKLAR
İşte bu yıllar içerisinde oldukça dokunaklı ve insanlık dışı bir olay, bir sürgün yaşandı.
Manuel, Portekiz’in egemenliği altındaki adaları kolonileştirmek istiyordu, ancak Portekizli Hristiyanların hayatlarını riske atmak istemiyordu. 1496 yılında, Portekiz’e ödemeleri gereken vergiyi ödeyemeyen yoksul İspanyol Yahudilerinin cezalandırılmaları amacıyla, yaşları 2 ile 10 arasında olan iki bine yakın Yahudi çocuğu, ailelerinden kopardı, vaftiz ettirdi ve São Tomé Adasına sürdü.
Manuel’in bizzat Portekiz krallığının resmi tarihçisi ve Kraliyet Kütüphanesinin koruyucusu olarak atadığı Rui de Pina, ‘Kral Dom João’nun Vakayınamesi’ isimli kitabında şöyle yazmış:
“1493’ü yaşadığımız bu yıl... Kral, Alvaro de Caminha’ya São Tomé Adasının yönetimini verdi. Ve Kastilyalı Yahudilere gelince, ülkeye giriş koşullarına istinaden vaat edilen tarihte ödemelerini yapamayan Yahudilerin tüm erkek ve kız çocuklarının esaret altına alınmalarını emretti. Çocukların hepsini, vaftiz ettirdikten sonra, Alvaro de Caminha ile adaya gönderdi. Böylece tecrit edilmeleriyle daha iyi birer Hıristiyan olmaları için sebepleri olacaktı. Böylelikle iyi bir nüfus artışı olacaktı. Sonuç olarak büyük bir büyüme sağlandı.”
1500 yıllarda Portekiz’de yaşamış olan Marrano yazar Samuel Usque olaydan 50 sene sonra yazdığı ‘İsrail’in Sıkıntıları İçin Teselli’ isimli tarih kitabında, duygusal bir sahneyi şöyle aktarıyor:
“Bu barbarlığın yaşanacağı talihsiz zaman süreci başladığında, anneler, üç yaşından küçük bebeklerinin kollarından alınmasıyla yüzlerini parçalarcasına tırmalamaya, acılar içinde ağlamaya ve haykırmaya başladılar. Saygın yaşlılar bedenlerinin meyveleri, çocukları gözlerinin önünden öylece kapıldıklarında adeta sakallarını yırttı, ağlarken. Kaderleri şekillendirilen çocukların, sevdikleri ebeveynlerinden böylesine hassas bir yaşta acımasızca koparılmalarının ardından, çığlıkları cennete ulaştı. Birkaç anne kendilerini kralın ayağının önüne atarak, çocuklarına eşlik edebilmek için yalvardı; Ama bu sahne kralın vicdanına erişemedi. Bu korkunç, amansız zulüm yüzünden dağılmış olan bir anne, bebeğini kollarına aldı ve bebeğin çığlıklarına aldırış etmeden tek evladını kucaklayarak kendini gemiden, ölümün kollarına bıraktı.”
Samuel Usque kitabında, adaya ulaşan çocukların kıyılarda terk edildiğini, birçoğunun timsahlara yem olduğunu veya açlıktan öldüğünü anlatıyor.
Çoğu kaynak yaklaşık iki bin çocuğun şiddet kullanılarak vaftiz edilmeleri sonrasında hükümlülerin, rahiplerin, askerlerin ve denizcilerin bulunduğu gemilere bindirildiğini aktarıyor. Fakat bazı kaynaklar ise sadece 600 çocuktan bahsediyor.
ADAYA VARAN ÇOCUKLAR
Adada yaşamış olan Katolik Rahip Padre Pinto’nun 1634 yılında yazdığı günlüğe göre, yolculuğun zorlukları sebebiyle, 1.400 çocuk büyük olasılıkla adaya varmadan öldü. Böylece iki bin kişilik gruptan sadece 600 çocuk adaya sağ çıkabildi.
Alvaro de Caminha’nın vasiyetinde geçen bir bölüm Padre Pinto’nun sözlerini destekler nitelikte. Alvaro vasiyetinde, gemide yalnızca bin kişiye yetecek kadar yiyeceğin olduğundan bahsetmiş. Vasiyette çocukların zalimce ve kasıtlı olarak gemide açlığa mahkûm edilip edilmedikleriyle ilgili net bir açıklama ise yok.
Bugün, tarihte yaşanmış en insanlık dışı olaylardan biri olarak bilinmesi gerekirken, çok fazla duyulmamış bu olayın minik kurbanlarının kaderlerinin de ne yönde ilerlediği çok net değil.
Sürgündeki Yahudilerle birlikte 1492’de İspanya’yı terk eden ve Napoli’ye yerleşen Haham Yitzchak Abarbanel, Tora ile ilgili bir yorumunda, (Şemos 7:28) “Portekiz kralı, sürülen çocukları başka bir inancı kabul etmeye zorladı. On dört yıl önce onları Timsah Adasına (São Tomé) gönderdi; hepsi günahsız, iki binden fazla kız ve oğlan çocuğu. Orada çoğaldılar ve adanın çoğunda onlar yaşıyor” diye yazıyor.
Günümüzde, İsrailli bir diplomat olmanın yanı sıra ‘São Tomé’de Yahudi Çocuk Köleleri’ dahil onlarca kitap ve makalenin yazarı olan Prof. Dr. Moshé Liba, “São Tomé’ye gönderilen çocuklar ebeveynlerinden koparılmış küçük çocuklardı. Gemiye bindirildiler ve dış dünyaya erişimi olmayan bir yere gönderildiler. Bir Hıristiyan okulunda eğitim görmek zorunda kaldılar ve rahipler tarafından iyi birer Hıristiyan olmaları amacıyla eğitildiler. Köle olan bu çocukların kendi aralarında evlenmelerine bile izin verilmedi. Bunun yerine, Portekiz Kralının adada yeni bir ırk yaratma planının bir parçası olarak, adaya getirilen Afrikalı köleler ile evlendirildiler” diye aktarmış.
Yeni Zelanda, Waikato Üniversitesinde doçent olan ‘Bugün ve Geçmişte Hareket Halinde Olan Uluslar’ makalesinin yazarı Norman Simms, “Öncelikle bu Yahudi çocuklarla ilgili tarihin netlik kazanmadığını söylememe izin verin. Onlarla ilgili bir sürü tahmin var. Onların, Afrikalı köleler ile evlendirildiğini, tahmini 1512’de tümünün veya bir kısmının özgür bırakıldığını biliyoruz. Bundan sonrası için söyleyebileceğim her şey spekülatif olacaktır. Bu çocuklar hastalıkların ardından hayatta kalmış güçlü bir grup. Anne-babaları Hıristiyan olmayı reddetmiş, fakir, Kastilyalı Yahudi ailelerden gelmiş çocuklardı. Biraz Yahudi eğitimi almış ve asgari seviyede bildiklerini gelecek nesillere taşımış olmalılar. Ancak bunu bilmek çok zor, zira gizli bir Yahudi olarak hayatta kalmanın tek yolu gizliliği korumaktı. Bununla birlikte, kilisenin ve sarayın belli aralıklarla Yahudileri kontrol etmek için kıdemli ajanlarını adaya gönderdiklerini biliyoruz.”
Yaşamları hakkında hâlâ çok az şey bildiğimiz, ölümleri hakkında ise hiçbir şey bilmediğimiz, bu meleklerin Yahudi kimliklerini unutmadıklarını ve Katolik Kilisesine karşı inançlı bir direnişle karşı koyduklarını söyleyebilir miyiz? Sanırım evet.
1632 tarihli bir belgede şöyle yazıyor: “... ada Yeni Hıristiyanlar (Konversolar) tarafından o kadar istila edilmiş ki, Yahudi ayinlerini neredeyse açıkça uyguluyorlar” (Roma arşivlerine göre eski Kongo, 1518–1640, J. Cuvelier and L. Jardin).
São Tomé’ye sürgüne gönderilen Yahudi Melekler ile ilgili bu yazıyı Prof. Simms’in şu sözleriyle bitirmek istiyorum:
“Bu çocukların hatıralarını sürdürmek benim için bir mitsvadır. Köleliğin, çocuk istismarının ve dini zulümlerin anlatıldığı korkunç bir trajedi olmasına rağmen çeşitli şekillerde Yahudiliğin hayatta kalma hikayesini içeren - inanılmaz bir olay.”