Craft Oyunculuk Atölyesinden Craft Tiyatro’ya: ‘Yen’

Erdoğan MİTRANİ Sanat
10 Mayıs 2017 Çarşamba

Kadıköy sahnesinde her ay ortalama 1500 tiyatro severlerle buluşan Craft Tiyatro, her sezon ses getiren yeni oyunlarıyla bağımsız tiyatronun öncülerinden biri. Neredeyse büyün oyunları izleyicilerin ve eleştirmenlerin favorisi olan Craft, öncelikle bir eğitim kurumu. Çağ Çalışkur ve Bahar (Erkal) Bahar 2011’de, temel oyunculuk ve teknikleri üzerine oyuncu adayları ve profesyonellerle atölye çalışmaları yapmak amacıyla Craft Oyunculuk Atölyesini kurmuşlar. Atölye, geniş eğitmen kadrosuna kimi zaman yurt dışından misafir eğitmenlerin de katıldığı, temel oyunculuğun yanı sıra dans, müzik, metin analizi, film analizi, kamera önü oyunculuğu ve diksiyon eğitimlerinin verildiği üst düzey bir okul.

Craft Tiyatro ise, atölye bünyesindeki oyuncu, yönetmen ve yazarlara üretim yapabilmeleri için olanak ve mekân sağlamak amacıyla Çağ Çalışkur, Bahar Bahar ve Şenay Gürler tarafından kurulmuş.

Craft’da atölyeden tiyatroya transferler bu yıl, iki üst düzey tiyatro olayıyla sonuçlandı. İlkini, geçen ay bahsettiğim ‘Yutmak’ oyununa olağanüstü bir yorum getiren gencecik yönetmen, İbrahim Çiçek’e borçluyuz.

 İkincisiyse Çalışkur’un üç öğrencisini yönettiği, genç İngiliz yazarı Anna Jordan’ın ‘Yen’i.

Tiyatrocu bir ailenin kızı, yönetmen ve oyuncu koçu, dört oyun yazmış olan Jordan, Without A Paddle adlı tiyatro topluluğunun da kurucusu. Yen adlı oyunu, 2003’te yeni yeteneklerin özgün ve henüz sahnelenmemiş oyunlarına verilen Bruntwood Ödülünü almış. Jordan, iki yeniyetmenin sorunlu büyüme öyküsü üzerinden sevgi, şiddet ve çocukluğun sona ermesi temalarına odaklanan oyununu, yerel bir gazetede okuduğu, iki gencin işlemiş olduğu iğrenç bir suç haberi üzerine yazmış.

17 yaşında Hench ve iki yaş küçük Bobbie, süt çalarak, porno izleyerek, Play Station’da adam öldürmedikleri zaman birbirlerini boğazlamaya yeltenerek, Londra banliyösündeki bir çöp-evde, tek başlarına, arada bir anneanneden gelen parayla hayatta kalmaya çalışan, ayrı babadan iki kardeş. Babalar zaten yok. Ne okul var, ne arkadaş. Devamlı bağlı tuttukları, kendileri gibi yabanileşmiş kahverengi köpekleri Taliban’dan başka kimseleri yok. Alkolik, nevrotik, diyabetik bir anneleri var ama oğullarını istemeyen bir adamla yaşadığından onları aklına estikçe görmeye geliyor. Geldiğinde de, ne yolunu gözleyen Bobbie’nin ruhsal ve fiziksel bozukluklarını, ne de olgun adamı oynamaya çalışan Hench’in acılı kırılganlığını fark edecek durumda değil. Sürekli havlayan zavallı Taliban’ı kurtarmak için iki kardeşin karşısına dikildiğinde sevgisiz dünyalarına birdenbire arkadaşlık, sevgi ve sevecenlik geliyor…

Hiç sevilmemiş bu çocukların sevmeyi ve sevilmeyi öğrenmeleri mümkün müdür? Yoksa…

Çalışkur, Yen’i seyircilerin ortasında oynatarak, acılı öykünün içine girmelerini sağlıyor. Kurduğu acılı gerilimi kırmamak için, temposunu hiç düşürmeden fırtına gibi yönettiği 2,5 saat süren oyunda ara da vermiyor. Dörtlünün inişli çıkışlı, kimi zaman trajik, kimi zaman traji-komik öyküsüne, ilk anından başlayan, giderek tahammül sınırlarını zorlayan tedirginlik ve huzursuzluk duygusunu büyük başarıyla yediriyor.

Taciser Sevinç’in, iç mekânı oluşturan, projeksiyonla dışarıya da çıkılan dekoru, Cem Yılmazer’in ışık, Özgür Kuşakoğlu’nun ses tasarımı, kavga sahnelerinin inandırıcılığı ve ‘birinden birine bir şey olacak’ endişesi uyandıran gerçekliği dört dörtlük.

Ama asıl mucize benzersiz bir doğallıkla öyküyü sahnede yaşatan Bora Akkaş, Berker Güven, İdil Sivritepe ve Neslihan Yeldan

Oyunun neredeyse tamamında sahnede olan Bora Akkaş, Kabin’den sonra Çalışkur ile ikinci ve zorlu çalışmasında müthiş etkileyici, göz yaşartıcı bir Hench yaratıyor. İlk andan itibaren, henüz hiçbir olay patlak vermemişken, güçlü, umursamaz havasının gizlemeye çalıştığı kaybolmuşluğu, sevgiye susamışlığı, kırılganlığı izleyiciye hemen hissettiriyor. İdil Sivritepe ile ikili sahnesinde, 17 yaşın naif beceriksizliği, tutukluğu ve utangaçlığı, o sahnenin hemen ardından uyandığında, belki oyun boyunca tek mutlu andaki saf gülümsemesi unutulur gibi değil. İlk sahneye çıkışında Berker Güven’in annesine saplantılı tutkusuyla, takıntıları ve tikleriyle hiperaktif Bobbie’yi canlandırışı her türlü övgüyü hak ediyor. Bir başka yepyeni oyuncu, İdil Sivritepe, birbirine sevgi-nefret bağıyla bitişmiş iki yeniyetmenin hayatına bir güneş gibi doğan Yen’e ışıltılı bir yorum getiriyor. Neslihan Yeldan, çocuklarının sorumluluğunu taşımayı beceremeyen, onları beceriksizce sevmeye yeltenirken yüzüne gözüne bulaştıran Maggie’yle bile acıyarak, üzülerek empati kurmamızı sağlıyor. Diyabetik babamın yaşlılığında çok kez yaşadığım şeker yoksunluğu komalarını yaşayan biri olarak kriz sahnesini müthiş inandırıcı buldum.

İnsanın için acıtan, izledikten sonra giderek daha da içine oturan, çok güzel, çok dokunaklı bir oyun ve müthiş etkileyici bir toplu oyunculuk.

Yılın en iyi 5-6 oyunundan. Sakın kaçırmayın. 4, 13 ve 22 Mayıs 20.30’da Craft Kadıköy’de.

 

Entropi Sahne’de Juan Mayorga’nın ‘Ebedi Barış’ı 

“Ebedi barışı garantileyen tek yer mezarlıktır.”  İmmanuel Kant 

Juan Mayorga, kuşağının çok sayıda ödül almış, önemli İspanyol yazarlarından… Felsefe ve matematik eğitimi almış, doktora tezini, bütün oyunlarını etkilediğini söylediği Walter Benjamin’in felsefi düşünceleri üzerine yapmış. 1988’den beri Real Escuela Superior de Arte Dramático’da dramatürji, düşünce tarihi ve sosyoloji dersleri veriyor.

Toplumsal, felsefi ve sanatsal olayların içsel bağlantılarına odaklanan Mayorga, insanî etkileşimlerin hemen altında pusuda bekleyen insaniyetsizliğin ve gaddarlığın titreşimlerini sezimleyen, çocuk tacizi, siyasal riyakârlık, yaygınlaşan ırkçılık, fukaralık gibi karanlık konulara yönelen tiyatrosunu ‘sismograf’ olarak adlandırıyor.

İstanbul seyircisinin yabancısı sayılmaz. Burjuva bir erkeğin, yoksul bir ailenin güvenini kazandıktan sonra çocuklarına cinsel tacizini konu alan ‘Hamelin’, Yeni Metin Yeni Tiyatro projesi kapsamında okuma tiyatrosu olarak sahnelenmiş; evrilerek insanlaşan bir kaplumbağa ile evrimsel gerilemeyle hayvanlaşan insanları karşı karşıya getiren ‘Kaplumbağa’, Ali Poyrazoğlu tarafından uyarlanarak oynanmıştı.

Birkaç yıl önce de François Ozon’un ‘El chico de la última fila’dan uyarladığı nefis filmi ‘Dans la Maison’ ülkemizde gösterime girmişti.

Mayorga’nın maalesef günümüzde bile ütopik kalmaya devam eden, İmmanuel Kant’ın 1795’te yayınlanan felsefî, siyasi ve toplumsal ‘Ebedi Barış Üzerine Felsefi Deneme’sinden esinlendiği ‘La Paz Perpetua / Ebedi Barış’, Canan Şahin’in çevirisi, Yunus Emre Bozdoğan’ın rejisiyle Türkiye’de ilk kez Entropi Sahne’de oynanmakta.

Oyun, uyuşturulmuş üç köpeğin horuldayarak uyuduğu kilitli bir odada başlar. Uyandıklarında Terörle Mücadele birimi için sadece bir köpeğin seçileceği final turunda olduklarını, seçilen köpeğin hem değerli beyaz tasmaya hak kazanacağını, hem de geleceği olan bir işe sahip olacağını öğrenirler.

En gençleri, azılı, dürtüsel, yüzde 40 Boxer-yüzde 30 Rottweiler-yüzde 15 Pitbull- yüzde 15 Masti karışımı laboratuvar köpeği Jonjon (Serdar Yeğin), sanki savaş için üretilmiş bir askerdir. Fazla düşünmeyen, insan bağımlısı, insan ne derse sorgulamadan kabul eden bir karakterdir. 

Adını İskandinav mitolojilerinin büyük tanrısından alan Odin (Olgun Toker), olağanüstü koku alan bir Rottweiler’dir. Tahrik ve hiddeti de temsil eden zafer - av tanrısı Odin gibi hırslı ve öfkelidir.

Kant hayranı sahibinden adını ve felsefî bilincini almış Alman Çoban Köpeği İmmanuel (Baran Güler) ne Jonjon gibi kızgın, ne de Odin gibi koku alabilir ama üst düzeyde zekidir.

Sınavı, topal, tek gözü kalmış yaşlı Labrador, emekliliği gelmiş deneyimli ve kıdemli Cassius (Burak Demir) yapacaktır.

Bu köpeklere, oyun boyunca sesiz kalacak, ancak tokat gibi son sözleri söyleyecek İnsan Varlığı (Rüçhan Çalışkur) eşlik eder. Sevecen okşamalarıyla onlara yardım ve destek verir gibi duran, ama tasmalarının diğer ucunu hiç elden bırakmayan İnsan Varlığı.  

Sistemle terörizmin ilişkilerini irdelerken Tanrı kavramından Kant felsefesine, içgüdüsel hayvansal vahşetten bilinçli insanî gaddarlığa değinen oyunun ayrıntılarını açıklayarak tadını kaçırmayacağım. Ancak, aynen terör olaylarında olduğu gibi, finalde inançları için öldürenlerin, inançları için ölenleri İnsan Varlığı’nın kışkırtması sonucu katledeceklerini söyleyebilirim.

Ali Cem Köroğlu’nun sahne ve giysi tasarımı, Fatih Veli Ölmez’in müziğiyle yaratılan tekinsiz ortamda Bozdoğan’ın yönetmenliğini çok beğendim.

Köpek içgüdüleri, hırlamaları, kavgaları, köpeksi davranışları olan, ama insan gibi konuşan, içinde düşünen insan öğeleri bulunan karakterler müthiş başarıyla yorumlanıyor. Her köpeğin bireysel karakterinin, insanlarla bir ömür geçirdiği için insanlaşmış Labradorla yarışmacılarla arasındaki farkın küçük ayrıntılarla çizilmesi çok etkileyici.

Mesafeli duruşuyla, kafasını giysisine dayamış olan köpeğin tüylerini silkeleyişiyle, hepsi erkek olan karakterlere karşın cinsiyetsizliğiyle, siyasal ve toplumsal ahlaksızlığın simgesi duruşuyla Rüçhan Çalışkur muhteşem.

Birbirinden iyi oyunların sahnelendiği bir mevsimin en iyilerinden. Her cumartesi Entropi Sahne’de. İyi seyirler dilerim.