Bu söyleşi Şalom Dergi’nin Ekim 2016 tarihli sayısında yer aldı. Enver Arcak’tan Ankara Yahudi Cemaatinin Hikâyesi
Yok olan cemaatler… Arkalarında, perdesini sonsuza dek kapatan tiyatro misali hoş bir seda bırakan mahalleler, kırık dökük hüzün kokulu evler… Son yıllarda kaybolan toplumların yaşamına duyulan ilgi ciddi bir araştırma konusu haline geldi. Bu meraktan nasibini alan ve Ankara Yahudi Mahallesinin tarihsel - görsel izini süren genç belgeselci Enver Arcak’ın gerçekleştirdiği titiz çalışma, Türkiye’nin kültür mirasına artı bir değer katacağı şüphe götürmez.
‘HERMANA…’
Yok olan cemaatler… Arkalarında, perdesini sonsuza dek kapatan tiyatro misali hoş bir seda bırakan mahalleler, kırık dökük hüzün kokulu evler… Son yıllarda kaybolan toplumların yaşamına duyulan ilgi ciddi bir araştırma konusu haline geldi. Bu meraktan nasibini alan ve Ankara Yahudi Mahallesinin tarihsel - görsel izini süren genç belgeselci Enver Arcak’ın gerçekleştirdiği titiz çalışma, Türkiye’nin kültür mirasına artı bir değer katacağı şüphe götürmez.
Enver Arcak’ı 2013 yılında yolladığı bir e-posta sayesinde tanıdım. Şöyle yazmıştı: “Ankara Yahudi Mahallesi ve Ankara Yahudileri ile ilgili bir belgesel film projesi üstüne çalışıyorum. Konuyla ilgili olarak sizinle iletişimde olmaktan memnuniyet duyacağım.”
İki yıl sonra çekmeye devam ettiği belgeselin ilk teaser’ını (tanıtım filmini) yolladı. O kısacık siyah-beyaz görüntüler bile yüreğimde hüzün kelebeklerini uçurtmaya yetti. Çünkü Ankara sonuncu değildi; zaman içerisinde Türkiye’nin farklı şehirlerinde, çok uzun senelerden beri dili, dini, kültürü ile var olmuş irili ufaklı birçok Yahudi cemaati tarihin tozlu sayfalarına karışmıştı. Bugün geride ıssız kalanlar ise dünün anıları ile avunurken yarın için ümidini yitirmemeye çabalamaktadır.
Enver Arcak ile geçtiğimiz günlerde ise “artık tanışalım” deyip bir araya geldik. Uzun uzun Ankara Yahudilerini, mahallelerini ve halen çalışmaları devam eden ‘Hermana’yı konuştuk.
Ankara Yahudilerine olan ilginiz nasıl başladı?
Kentsel mirası oluşturan, geçmişten özgün dokusuyla günümüze ulaşmış Ankara’daki tarihî mahalle sayısı oldukça az. Ulus’ta bugünkü adı İstiklal olan ve zamanında Yahudi Mahallesi olarak anılan yer de bunlardan biri… Her şey Yahudi Mahallesiyle ilgili blogumda yazdığım, sonraları gazete ve dergilerin yayınladığı, bazı kitaplara da referans olan yazım ile başladı. Mahallenin tarihî hikâyesiyle ilgili merakım ilerleyen zaman içinde sürdü ve yepyeni bilgilere ulaştım. Nihayetinde bugüne kadar yaptığım araştırmaları bir araya getirerek bir belgesel film yapmaya karar verdim. Yaklaşık dört seneden beri bu projeyle uğraşıyorum. Konuyu araştırmaya karar verince rahmetli Beki L. Bahar’ın ‘Ankara Yahudileri’ kitabından başka bir kaynak bulamadım. Var olan birkaç tez de dönüp dolaşıp yine aynı eseri referans gösteriyordu. İşin içine dalınca devasa ve fazla el atılmamış bir konu çıktı karşıma.
Ankara Yahudi Cemaati, İstanbul ve İzmir cemaatlerinden daha eski bir topluluk. Beni çok şaşırtan ve ilgimi çeken bir de Romaniyot geçmişi var. İspanya ve Portekiz göçlerinden çok daha önce Yahudiler bu topraklarda yaşamış. Belgeselde daha çok cemaatin 20. yüzyılına odaklandım.
Oldukça kapsamlı bir araştırma yapmışsınız; nelerden ve kimlerden yararlandınız?
Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümünden Prof. Özer Ergenç’ten büyük yardım gördüm. Osmanlı ile ilgili birçok kaynak sundu. Hatta kendisiyle bir de söyleşi gerçekleştirdim. Ergenç aynı zamanda bir süre önce kaybettiğimiz Halil İnalcık Hoca’nın da öğrencisiydi. Sayesinde 15. yüzyıldan itibaren Ankara’daki Yahudi nüfusu, ev ev yaşadıkları yerler, isimler gibi detaylı bilgilere ulaştım. Cemaatin sosyal-ekonomik hayatının arşivlerde yer alan yazılı-görsel malzemelerini, geçmişte yapılmış şehir planlamalarını ve mimari kayıtları inceledim. Artık Ankara’da yaşamayan, eski Ankaralılarla yurt içi ve dışında görüşmeler yaptım, videolar çektim.
Bu proje için kaç kişi ile konuştunuz?
Yüzden fazla kişiyle görüştüm. Aralarında 15 Ankaralı aile de var. Öncelikle en yaşlı nesle ulaşmak istedim. Bu insanlar genelde İstanbul ve İsrail’de yaşıyor. İsrail’de 6-7 şehir dolaştım. Randevulaşıp onları evlerinde ziyaret ettim. Pek çoğu hâlâ iyi hatırlıyor Ankara’yı. Bana çok yardımcı oldular. Ankara iyi anımsanan bir yer, yanı sıra Varlık Vergisi sebebiyle farklı bir durumu da mevcut. Çoğunun kişisel albümü vardı. Bunları bir araya getirip 40 dakikalık bir belgesel için yola çıktım ama hikâye bu süreye sığacak gibi değil, yine de sıkıcı olmamak adına fazla da uzatmamak gerektiğini düşünüyorum.
Proje için kişisel albüm ve aktarılan anıların yanı sıra başka neler size rehber oldu?
Proje zaman içinde büyüdü; çalışma bir dijital arşiv ve sözlü tarih projesi olarak gelişmeye başladı. Belgesel henüz tam olarak bitmedi, sürekli eklenecek yeni malzemeler, görüşecek insanlar çıkıyor. Öte yandan çoklu ekran sergi çalışmalarım da sürüyor. Konu ile ilgili çalışan kurumların özellikle görsel arşivlerinden faydalandım: Ankara’daki Milli Kütüphane, Bilkent Üniversitesi Kütüphanesi, Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Merkezi gibi… Mesela içinde mikvesi bulunan Şengül Hamamının (Samanpazarı), orada yaşamış Yahudiler için anısı büyük. Kurumsal arşivlerinin dışında görüştüğüm kişilerin arşivleri özellikle fotoğraf, günlük, mevcutsa video, şirket kayıtları gibi her türlü materyali dijital bir hale getiriyorum. En geç 2017’de bunlar bir sergiye dönüşecek.
İsrail’de yaşayan Ankaralıların elinde çok resim var mıydı?
Çok… Müthiş fotoğraflar gördüm. Her yerde rastlayamayacağımız çok özel görüntüler…
Eski Yahudi Cemaatleri ile ilgili yapılan araştırmalar daha çok Trakya ve özellikle Edirne üzerine yoğunlaşmış…
İlle de bir araştırma yapılması gerekmiyor; mevcut fotoğraf ve belgelerin düzenlenmesi, arşivlenip kayıt altına alınması bile bir adım. Ankara Yahudi tarihinde belli aşamalar var; mesela 1899’da Ravza-i Terakki Türk-Musevi Muhtelit Okulunun ve 1907’de sinagogun açılışı gibi. Ravza-i Terakki, Alliance Israélite tarzında bir okul. 1940’lara kadar burada eğitim devam etmiş.
Cumhuriyet’in ilk kuruluş yıllarında Ankara çok göç alıyor. Osmanlı zamanında genelde 500 civarında olan nüfus, 5.000 kişiye kadar çıkıyor. Daha sonraları II. Dünya Savaşı, İsrail’in kurulması ve İstanbul’da artan iş imkânları, ABD’ne göç Yahudi nüfusunun azalmasına yol açıyor. Bu arada okul binası günümüzde artık yok. Arsası boş bir halde duruyor. Okul Fransız ekolü olduğu için sabahları Fransız Milli Marşı ile açılıyormuş, bu bilgi Beki Hanım’ın kitabında da var. Ayrıca fotoğraflarda Fransız bayrağını da gördüm. 30’lu yıllar cemaatin altın çağı. Sinagog yenilenmiş, okul eğitim vermekte. İlk başlarda okula sadece Yahudi çocuklar devam ederken, sonraları diğer dinlere mensup öğrenciler de eğitim almaya başlamış.
Sinagoga gelince; yapımı 1905’te başlayıp 1907’de bitmiş. Aslında Ankara’da tam olarak kaç sinagog olduğunu bilmiyoruz, mevcut sinagog da muhtemelen 15. yüzyıldan kalma. Bu kanıya nereden varıyoruz? Hemen yakınında 15. yüzyıl tarihli bir camii var. Genelde camiinin bu kadar yakınına sinagog yapılmaz. Demek ki, sinagog o tarihte zaten oradaymış. Tabii daha sonraları yenilenmiş. Müthiş güzel, rokoko tarzı bir sinagog. Aynı şekilde karşısında iki konak var; biri Araf, diğeri Albukrek ailesine aitmiş. Bunlar aynı zaman dilimine ait binalar. İnşaatı yapan İtalyan bir mimardan bahsediliyor ama kim olduğu belli değil. Onun izini sürüyorum hâlâ, hatta bu konuda İtalyan Büyükelçiliğiyle temasa geçtim.
Elinizde birçok eski ve değerli kişisel fotoğraf var; bunlara nasıl ulaştınız?
İsrail’de yaşayan eski Ankaralılar çok yardımcı oldular. Başlarda fotoğraftan çok söyleşilere odaklanmıştım ama albümleri görünce büyülendim, hepsine de bakmaya vaktim olmadı. Bir haftalığına gitmiştim, yedi gün çok yoğun geçti. Çok güzel fotoğraflar gördüm. Dolayısıyla tekrar gitmem gerekecek gibi. Başka malzemeleri kayıt altına alacağım. Daha yakın dönemlere odaklanacağım bu sefer.
Cumhuriyetin anısına bir 40. yıl vitrini düzenlenmişti Leyla ve Yusuf Ağlamaz tarafından Ankara’daki mağazalarında. Onların da şöyle bir soyadı hikâyeleri var: Soyadlarını Güler olarak değiştirmek istemişler ama nüfus memuru aynı anlama geldiğini varsaydığı Ağlamaz soyadını vermiş, bu sefer de onlar iş yerlerinin adını Güler koymuşlar. Böyle komik olaylar da olmuş. Ayrıca zihni son derece açık olan 91 yaşındaki Viki Mitrani neredeyse herkesin ev ev nerede oturduğunu anlattı. 90’larda kardeşi Yusuf Blok ile videoya çekmişler mahalleyi. Mitrani ayrıca, Dario Moreno’nun iki yıl yaşadığı Ankara’da Bomonti Gazinosunda sahne aldığını ve Orhan Veli ile ortak pansiyon odasını paylaştıklarını da aktardı.
Çalışırken nasıl bir yol izlediniz? İnsanlara nasıl temas kurdunuz? Yolunuzun İsrail’e kadar gittiğini düşünecek olursak özellikle…
Bu çalışmanın bir sabır işi olduğunu fark ettim; bir sene sürebileceği gibi dört yılda da tamamlanabileceğini anladım. Konuştuğum her insan beni başka birine yönlendirdi, böylece yolum İsrail’e kadar gitti. Zincirler bu şekilde kuruldu. Cemaat dışından biri olduğum için görüşmeler konusunda zorlanacağımı söylediler ama hiç de öyle olmadı. Genelde hep memnuniyetle karşılandım. İnsanlar işbirliği yapmayı kabul edip beni seve seve bilgilendirdiler, ellerindeki belge ve görselleri paylaştılar. İşimi kolaylaştırdılar. Tabii işin en can alıcı bölümü İsrail’e gitmekti. Oradaki bütün işi; röportaj, çekim, kayıt gibi, kendim yaptım. Moris Ender her anlamda bana çok yardımcı oldu İsrail’de.
Tel Aviv’deki Beit Hatfutsot Müzesi ile de görüştüm, çalışmamdan söz ettim. Daha önce müzenin database’lerine (veri tabanlarına) baktım ama Ankara ile ilgili bir belge yoktu. Hatta şimdi onlar benden bekliyor bir şeyler. Bunun yanı sıra film ile ilgili olarak Tel Aviv Film Okuluyla temasa geçtim. Çok ilgilendiler proje ile. Tesadüfen orada da Türkiye’den gidenlerle karşılaştım. İstanbul’da da eski Ankaralılar yaşıyor. Mesela yaşı itibari ile Yusuf Blok’un çok değerli yardımları oldu. Sonuçta cadde üstünde bir tekstil mağazası (Markiz) olması nedeniyle oldukça çok hatıraları var. Bana da bir tanesini anlattı: İşyeri vitrinini, İtalya’dan getirdiği mankenlerle süsleyince, TRT yılbaşı programı olarak Semiramis Pekkan’a klip çekmiş orada. Ben de şimdi Blok’a vermek üzere bu klipi TRT arşivinde bulmaya çalışıyorum. 81’de Ankara’da yapılan bir ses kaydına da ulaştım. Bazı cemaat bireylerine eski Judeo-Espanyol dilinde şarkılar söyletmişler. O da oldukça ilginç.
Sonuçta bu çalışma neler doğuracak?
İlk önce 45 dakikalık bir belgesel gerçekleşecek, bu anlamda uluslararası festivallere katılacak evrensel bir proje hazırlamaya çalışıyorum. Böyle bir çalışmanın lokal (yerel) kalmasını istemiyorum. Yanı sıra sergiye de dönüştürmeyi hedefliyorum ama sadece fotoğrafların yer aldığı klasik bir sunuşun dışında çoklu ekran denilen yöntemi kullanmayı düşünüyorum; yani ziyaretçiler, görüştüğüm kişilerin videolarını ayrı bir odada izleyebilecekler. Örneğin 90’lı yıllarda Viki Mitrani’nin, mahallesini ziyaret edişi başlı başına bir sanat eseri, bir arşiv. Dolayısıyla araçlar tam olarak belli olmasa da SALT Araştırma’nın bu konudaki desteği bu sergiyi bana öncelikli olarak onlarla kotarmayı düşündürüyor.
Zaten Aralık ayında projenin dijital arşiv kayıt kısmının sunumu orada olacak. Özellikle ben 20. yüzyıla odaklandım. Sonuçta Osmanlı döneminden de kaynaklarımız var ve sergide elbette ki, o 20. yüzyıl öncesi zamanı da anlatmak gerekir bir giriş gibi, çünkü elimizde çok detaylı kayıtlar mevcut.
SALT’tan bir burs kazandınız; o iş nasıl gelişti?
Bu burs benim için büyük bir motivasyon oldu. Sonuçta birilerinin yaptığınız işi fark edip değer vermesi çok önemli, bu bana projeye devam etme gücü verdi. Miktar çok önemli değil, çalışmanın küçük bir kısmını karşılıyor ancak SALT’ın desteğinin prestijini unutmamak lazım. Bugüne kadar projenin bütün giderlerini kendim karşıladım ama bazen işleri bir ekiple yapmak gerekliliği oluyor, ayrıca film işi para işi, araştırmanın aşamaları da aynen öyle. O yüzden bir sponsora ihtiyacım var. İlgi duyanlara buradan duyurulur. Bu süreçte başka kurumlar nezdinde de fon arayışım sürmekte. Kaliteli bir iş çıkarmak için sebat etmek lazım. Bu arada belgesel için özel bir müzik de hazırlıyoruz, aynı zamanda eski İspanyolca şarkılardan da cover’lar yapacağız.
Enver Arcak’ı tanıtır mısınız biraz?
Arkeoloğum, Arkeoloji ve Sanat Tarihi okudum, Bilkent Üniversitesi mezunuyum. Uzmanlık alanım su altı arkeolojisi, batık kazılarında çalıştım. Bodrum, Çeşme, Kuzey Ege ve Doğu Akdeniz’de The Institute of Nautical Archaeology ile çalıştım. Ancak kent kültürü her zaman ilgimi çekti, yanı sıra üniversite zamanında film konusuyla da ilgiliydim. Bu konuda İletişim Bölümü’nden video prodüksiyon dersleri aldım. Mezuniyetten sonra kurslara gittim, atölye çalışmalarına katıldım, hep biriktirdim. Ankara Yahudileri de, az dokunulmuş bir konu olduğu için denk geldi. Sanat Tarihi okumanın estetik seçim, arkeolojinin de araştırma ruhu anlamında bana çok katkısı oldu.
Projenizin adı ‘Hermana’; nereden aklınıza geldi bu başlık?
Hermana kelimesini ilk kez Beki L. Bahar’ın kitabında gördüm. Hermana, bildiğiniz gibi Judeo-Espanyol dilinde kız kardeş demek ama Ankara’da aynı zamanda ‘hemşerim, bacım’ anlamına geliyor. Çok tipik, çok Ankara’ya özgü bir hitap şekli. Mesela balkondan balkona kadınlar birbirini “hermana, hermana” diye çağırıyorlarmış. Yakında ‘Hermana’ isminde bir web sitesi de hazırlayacağız.
“Bir iyilik yapacaksan sonuna kadar yapacaksın.”
Araştırma esnasında tanıştığım Ankaralı Musevilerin çoğu 60 yaş üstündeki kişilerden oluşuyordu. Gerek İstanbul’da tanıştıklarım gerekse İsrail’in çeşitli şehirlerinde evlerine konuk olduğum kişilerin hepsinin kusursuz bir Türkçeyle konuşuyor olmaları -ki bazıları 50-60 yıl önce göç etmiş kişiler- şaşırtıcıydı.
Gençlik yıllarından bu yana Ankara’da yaşayan anne babama aynı yaş gurubu tanıdığım Ankaralılara kişiliklerini çokça hatırlatmaları, ortak noktanın Cumhuriyet nesli insanları olmaları ve kent kültürünün şehrin sakinlerine yansıması olduğunu düşündürdü bana. Çok sayıda insanla proje boyunca tanıştım, hepsinde Türkiye sevgisi ve iyi dileklerini fazlasıyla hissettim. Araştırmam boyunca tanıştığım kişilerin yardımsever ve mütevazı tavırlarının projenin daha başarılı olmasına katkısını elbette ki unutamam. İsrail’de bana rehberlik edip seyahatim boyunca yanımda olan sevgili Moris Ender Albukrek’in desteği, işin daha kısa sürede organize yapılması adına çok değerliydi.
Çekim esnasında ses kaydıyla ilgili yaşadığım sorun sebebiyle Ankara’da yedi yıl kadar hahamlık yapmış ve muhteşem sesiyle söylediği Türk Sanat Müziği şarkılarıyla filme renk katan Avram Kohen’le söyleşimizi, üç defa tekrar etmek durumunda kaldık. Kendisi müthiş sabrıyla beni rahatlatırken söylediği de aklımda kaldı; “Bir iyilik yapacaksan sonuna kadar yapacaksın.”
Enver Arcak ulaşamadığı yurtiçi ve yurtdışındaki Ankaralılara çağrıda bulunarak kendisiyle iletişime geçmelerini istiyor. Ankara’ya ait ellerinde ne varsa belgesele katkısı olur düşüncesinde.