Hem kişisel taraftarlık tarihimin en büyük zaferini canlı olarak yaşamanın verdiği haz, hem de çocuklarıma anlatacağım o hafta sonunu yaşayabilmiş olmanın verdiği şükran duygusuyla bu yolculuğu bize yaşatan herkese geçen emekleri için teşekkür ediyorum.
İGAL ERS
Geçen sene Berlin’deki Final Four’un finalinde Fenerbahçe, CSKA Moskova’ya o “son ribaund” nedeniyle yenilince, o yıkıcı mağlubiyetin sonrasında sıcağı sıcağına yazdığım yazımı şu cümlelerle bitirmiştim:
‘Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen’ der Rudyard Kipling şiirinde okurlarına ‘adam’ olabilmek için öğütler verirken. İşte bu takımın bunu yapabileceğine gönülden inanıyorum. Bu mağlubiyetten bir zafer çıkarabileceğini ve bize bütün sezon hissettirdikleri o takım olma, bir olma, bütün olma olgusuyla seneye yine finale çıkacağını ve yine bize bu heyecanı yaşatabileceğini biliyorum.
Ve sabırsızlıkla bekliyorum!”
Bunu belirtirken amacım ne bir tür ilan-ı müneccimlik, ne de ‘Dememiş miydim?’ demek için fırsat kollama. Geçen sene bu iddialı yazıyı yazmamın sebebi Zeljko Obradovic’in önce Fenerbahçe’ye, sonra İstanbul’a ve en sonunda tüm ülkeye getirdiği, yavaş yavaş öğretip sindirttiği takım olma olgusuna, basketbol kültürüne olan güvenimden başka bir şey değil. Uzun vadeli planlamanın, yeterli maddi kaynak ve karakterli insanlarla bir araya geldiğinde başarıya gitmenin en ‘basit’ yolu olduğuna olan inancımın bir yansıması da denebilir.
Bunun yanında bir de kafamda paralel bir örnek olarak daha önce şahit olduğum başka bir ‘son ribaund’ örneği vardı. O ünlü San Antonio – Miami Heat serisinin altıncı maçında, çocukluktan beri Fenerbahçe’den sonra en çok gönül verdiğim takım San Antonio’nun, yine bir ribaund yüzünden şampiyonluğu kaçırmasına canlı şahit olmuştum. Geçen sene yazımı bitirirken San Antonio’nun ertesi sene Miami’yi bertaraf edişi aklımdaydı.
Kafamdaki benzerlikler sadece talihsiz mağlubiyetlerle de bitmiyordu. Popovic ve Obradovic gibi iki ‘babacan’ koçun aynı değerlerin altını sürekli olarak çizmesi, çalışkan oyuncuları her şeyden öne çıkarmaları, takım oyunun önemini anlayan yıldızları seçmesi ve bunun gibi birçok başka ortak nokta beni Fenerbahçe’nin de geri dönüşüne inandırmıştı.
Bu umutla başlayan sezon her zamanki gibi, belki de iniş çıkışı seviyesi normalin bir tık yukarısında geçti. Sezon başında Baskonia’dan alınan ağır mağlubiyet, peşi sıra gelen sakatlıklar, özellikle Bogdan Bogdanovic’in iki ay salonlardan uzak kalması ve buna bağlı rotasyonun daralması ile yaşanan sıkıntılar, Euroleague’in yeni formatından dolayı maç sayısının artmasıyla da birleşince Fenerbahçe son 4-5 maçta gösterdiği kötü performansla “Acaba bu sene de mi olmayacak, ya tam da İstanbul’da olacakken Final Four” dedirtti.
Ancak Obradovic’in önderliğinde yerleştiren inatçı karakterin, büyük takım zihniyetinin ortaya çıktığı an tam da bu acaba’ların, en iyimser basketbolseverin aklına gelmeye başladığı zaman oldu. Dananın kuyruğunun kopacağı nisan - mayıs aylarına gelindiğinde ise Fenerbahçe, tüm oyuncularına kavuşmasından aldığı ivmeyle tüm Euroleague’in en dominant oyununu sahaya koymaya başladı. Playoff’ta saha dezavantajına rağmen Panathinaikos’u süpürerek adını İstanbul’daki Final Four’a adını yazdırmayı başardı.
Final Four’un hikâyesi ise başından sonuna Sarı-Laciverte boyandı. Önce yarı finalde Real Madrid’i, sonra da finalde Olympiakos’u deviren Fenerbahçe, Avrupa basketbolunun zirvesine adını yazdırdı ve kupayı İstanbul’da tuttu.
Hem kişisel taraftarlık tarihimin en büyük zaferini canlı olarak yaşamanın verdiği haz, hem de çocuklarım ve torunlarım sıkıntıdan patlayana kadar anlatacağım o hafta sonunu yaşayabilmiş olmanın verdiği şükran duygusuyla bu yolculuğu bize yaşatan herkese geçen emekleri için teşekkür ediyorum.
Bu yazıyı yine aynı şiirden başka dizeleri biraz değiştirerek bitirmek istiyorum:
“Düşlere kapılmadan düş kurabilir Yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer Ne kazandım diye sevinir, ne yıkıldım diye yerinirsen.”
İşte o zaman BÜYÜK olursun!
PERİ MASALI NASIL GERÇEKLEŞTİ ?
İGAL MEVORAH
Malumun ilanı
Eğer Olympiakos ile maçınız varsa ve siz o maçı bir türlü çekip koparamıyorsanız, Spanoulis’in şovunu izlemeye hazırsınız demektir. Zira Spanoulis bütün maç dursa da son iki dakikada maçı kazandırabilir. Tıpkı CSKA maçında olduğu gibi… İnanılmaz bir Yunan taraftar baskısı altında Oly’ye karşı oynayan CSKA maçı baştan sona üstün götürmeyi başardı fakat maçı kazanmak için onlara fazlası lazımdı. Zira üçüncü çeyrekte fark bir ara 13 sayı olunca maçı koparmaları gerektiğini anlamaları çok geç oldu onlar için. CSKA’nin belki de Avrupa’nın en yetenekli iki guardı ve 5 numaradaki daha hızlı oyunu Oly’yi dördüncü çeyreğe kadar oyaladı. Fakat De Colo ve özellikle de Teodosiç’in kendine fazla güveni farkı açmaya engel oldu. Öyle ki, De Colo’nun zorlama atışlarından dördüncü çeyrekte cevap alamaması ve Teodosiç’in son atağında daha 13 saniye varken ‘kral’ olmaya çalışırken üçlük denemesi takımın sonunu hazırladı. Dördüncü çeyrekte set oyunundan tamamen kopan ve Olympiakos savunma duvarına çarpan CSKA, Spanoulis’in penetrasyonlarına ve ekstra üçlüklerine engel olamadı ve böylece yarı finalde elenmiş oldu. Olympiakos’un en büyük anahtarı ise savunma disiplini ve sabrı oldu.
Hemen bizim yanımızda oturan Yunan taraftarların da hakkını vermek lazım tabii ki. İnanılmaz bir atmosfer yaratılmıştı.
Bizim şehrimiz bizim kurallarımız…
Finale harika bir mücadele ile çıkan Olympiakos’un hesaba katmadığı tek bir şey vardı. Fenerbahçe… Real Madrid maçında takım savunmasını Sergio Llul’u riske ederek yaptı ve istediğini de aldı. Öyle ki içerde Ayon’a neredeyse pozisyon vermeyen Udoh hepimizi büyülerken atakta da bu sefer sazı eline Kalinic aldı. Fenerbahçe’nin tek eksiği yarı finalde Bogdan Bogdanovic’ti, onu da Kalinic ekarte edebildi. Atletik uzunlarıyla boyalı alanda hakimiyeti eline alan Fenerbahçe, Kalinic’in üç sayılık atışlarıyla maçı koparmayı da bildi. Ancak Datome’nin bu maçtaki performansı bu sezonki performansından gene uzak değildi ve vasatı aşamadı. Öte yandan, Bogdan’ın yokluğunda Nunnaly sazı eline aldı. Görünürde sayı olarak katkı yapmasa da, oyunu sakince kurdu ve Udoh’la topu erken buluşturarak Udoh’u orta mesafeli atışlara itti. Bunların akabinde Fenerbahçe Madrid’i rahat sayılabilecek bir oyunla geçti ve finale adını yazdırdı.
Spanoulis’e oyna maçı kazan
Fenerbahçe henüz maçın ilk saniyesinde Oly savunmasını uyutarak yaptığı alley-oop ile maça ne kadar konsantre ve motive çıktığını kanıtladı. Daha sonralarda ise, Oly savunması şutör olarak Bogdanovic’i tutarken Obra’nın müthiş aklı içeri penetre ettikten sonra Kalinic’e şutör görevi üstlendirdi ve dokuz sayı buldu. Bir başka dahiyane fikir ise, Bogdanovic Spanoulis üzerine oynayarak henüz ilk çeyrekten Spanoulis’e iki faul aldırdı. Böylece Spanoulis ister istemez savunmada yumuşamak zorunda kaldı ve oyundan çıktı. İlk yarıda Datome’nin savunma hatalarında Oly farkı dörde kadar indirdi fakat ikinci yarıda Datome kim olduğunu tüm salona tekrar gösterdi. Bogdanovic üçlediği için oyunda olmadığı dönem, Fenerbahçe yaratıcı guarddan yoksun olarak maçı götürürken Obra, sihirli değneğini gene çıkardı. Sürpriz şekilde Pero Antic’e süre vererek iç tarafı güçlendirdi ve faul hakkı dolan ekibinden dört faul çalarak yedi sayı kazandırdı takıma. Tam Olympiakos buna önlem almıştı ki, Sloukas eski günlerine dönüp harika penetrelerle içeri dalarak dışarı çıkardı ve artık bir gerçek vardı, Datome geri dönmüştü… İki artarda üçlük sokan İtalyan artık Fenerbahçe’ye bayram havası yaşatmaya başladı. Ve bütün Türkiye Murat Kosova’yı dinledi o sırada “Bitir işi, İtalyan işi!”
Her şey harikaydı, bu dünyayı yakarız demiştik, yaktık. Hâlâ bilmeyen veya tereddüdü olan varsa söyleyebilirim, Fenerbahçe Avrupa’nın en büyüğü oldu bu hafta. Yarışa gerek yok, tartışmasızdır… Çok yaşa Fenerbahçe!