Monté-Carlo Balesi’nin İstanbul turnesi

Bu ‘Göl’ o bildiğimiz ‘Göl’ değil ! “Lac / Göl”

Erdoğan MİTRANİ Sanat
31 Mayıs 2017 Çarşamba

“Seçim yapma kabiliyetimiz nedeniyle hayvanlardan farklı olduğumuza inanırız. Ancak elimizden gelen tek şey bu mudur? Jean-Christophe Maillot bu yorumda, siyah ve beyaz, iyi ve kötü, masumiyet ve erotizm gibi zıtlıkları gösteriyor. Belki de insanlığımız, sofistike doyumsuzluğumuzun altında yatmaktadır. Çünkü insan her şeyi ister.”

 

 

2 kilometrekare yüzölçümüyle Vatikan’dan sonra dünyadaki en küçük ikinci bağımsız devlet olan Monaco Prensliği, Akdeniz kıyısında yer alan, dünyada nüfus yoğunluğu sıralamasında en başta bir şehir devletidir. Genelde Monté-Carlo’daki ünlü kumarhanesi ve para aklamaya müsait düşük vergi sistemiyle kendinden söz ettirmiş olsa da öncelikle önemli bir kültür ve sanat merkezidir. 20. yüzyıl başından beri dansla ciddi olarak ilgilenen Prenslik, 1901’de Sergei Diaghilev önderliğinde kurulan ve tüm dünyada bale sanatına yeni bir anlam katarak çığır açan Ballets Russes Topluluğunu 1911’de, kumarhaneye bitişik mücevher gibi opera-tiyatrosu Salle Garnier’ye davet etti, pek çok ünlü balenin prömiyerini bu mekânda yapmış olan topluluk 1929’da Diaghilev’in ölümü sonrası dağıldığında birçok bale gurubu 1953’e dek Salle Garnier’de gösteriler düzenledi. Philadelphia’nın varlıklı bir ailesinden gelen, başta dans olmak üzere gösteri sanatlarını iyi bilen ve seven Prenses Grace, 1975’te kendi adıyla anılacak üst düzey bir dans okulu kurulmasına önayak olmuş, Académie Princesse Grace’de yetişecek dansçıların bir gün Monaco Balesini oluşturacaklarını arzu ve umut etmişti. Genç yaşta bir araba kazasında öldüğünde, annesinin vasiyetini H.R.H.Hannover Prensesi Caroline yerine getirmiş ve 1985’te ‘La Compagnie des Ballets de Monté-Carlo’nun kurulmasını sağlamıştı.

‘Monté-Carlo Balesi’nin dünyanın önemli dans tiyatrolarından birine evrilmesi, Prenses Caroline’in 1993’te Jean-Christophe Maillot’yu  yönetime getirmesiyle başlar.

1960’ta Tours’da doğan, Tours Ulusal Konservatuarında başladığı dans eğitimine Cannes’da  École Supérieure de Dance’da devam eden Maillot, 1977’de Lausanne Ödülünü kazandıktan sonra, 17 yaşındayken Hamburg Balesine katıldı. Beş yıl boyunca önemli rollere çıktıktan sonra dizini kırması genç yaşta kariyerini bitirince, 12 yaşından beri ilgi duyduğu koreografiye yöneldi. 1983’de Grand Théâtre de Tours’un koreografı ve direktörü olarak çalışmaya başladı. 1987’de Monté-Carlo Balesi’nde tasarladığı ‘Le Mandarin Merveilleux’ büyük başarı getirince 1992’de topluluğun sanat danışmanı oldu, 1993’te de Prenses Caroline onu Direktör-Koreograf olarak kurumun başına getirdi.

Maillot’nun dehâsı, gösteri sanatlarının en tutucusu olan, en az evrilen Klasik Baleye yepyeni bir soluk getirmiş olmasında. Monté-Carlo Balesi’nde yaratmış olduğu 40’ı aşkın çalışmada, geleneksel formlardan, kalıplaşmış dans adımlarından mümkün olduğunca sıyrılarak dansçıların bedenleriyle öykü anlattıkları, baleyle modern dansı ve dans tiyatrosunu harmanlayan bir tarz geliştirdi.

Ne klasik, ne modern, ne de ikisi arası bir stile yönelmeyi reddeden ve dansı, bale ayakkabıları üzerinde yükselen gelenekle avangardın birbirini dışlamadığı bir diyalog olarak gören Maillot’nun yönetiminde artık 50 dansçıdan oluşarak olgunluk ve mükemmelliğe yol alan topluluk, 20 yılı aşkın sürede ‘Vers un pays sage’ (1995), ‘Roméo et Juliette’(1996), ‘Cendrillon’ (1999), ‘La Belle’ (2001), ‘Le Songe’ (2005), ‘Altro Canto’ (2006), ‘Faust’ (2007), ‘Shéhérazade’ (2009), ‘Daphnis et Chloé’ (2010), ‘Opus 50’ ve ‘Lac’ (2011), ‘Choré’ ve  ‘Casse Noisette Compagnie’ (2013),  ‘Aléatorio’(2016)  gibi her biri efsaneye dönüşen ayrıksı yorumlarla izleyicileri hem şaşırttı, hem hayranlık uyandırdı

Burada Maillot’nun bütün önemli karakterlerinin ilham perisi olan,1991-2012 yılları arasında topluluğun baş dansçısı 1970 doğumlu Bernice Coppieters’den de söz etmek gerekir. Belçika doğumlu sanatçı, ‘Lac’daki olağanüstü Majesteleri Gece performansı sonrasında balerin olarak çalışmayı en aza indirgemiş ve 31 Aralık 2014’te, ‘Faust’taki müthiş ‘ölüm’ yorumu sonrası sahnelere veda etti. 2012’den beri dünyanın birçok bale topluluğunda Jean-Christophe Maillot’nun eserlerini sahnelemiş olan Coppieters hâlen, Monté-Carlo Balesi’nin baş bale eğitmenidir.

Maillot, Prenses Caroline ve Stéphane Martin’in1988’de oluşturdukları, dans dünyasının uluslararası çaptaki en önemli etkinliği sayılan Monaco Dans Forumu ile, Prenses Grace Akademisi ve Monté-Carlo Balesi, 2011’den beri tek bir çatı altında birleştirilerek yönetimi Jean Christophe Maillot’ya emanet edildi.

İKSV ve Zorlu Performans Sanatlarının işbirliğiyle sayesinde, bu benzersiz topluluğun Çaykovksi’nin başyapıtına  “Kuğu Gölü’ne ithafen”, yepyeni bir yaklaşım getiren, modern balede çığır açmış eseri ‘Lac / Göl’ü izleme şansımız oldu.

Dansı tiyatroyla birleştirirken sanatın tüm alanlarından beslenen yönetmen-koreograf  Maillot Lacda, Goncourt Ödüllü romancı Jean Rouaud’yla birlikte, bildik öyküyü bilinmeyenlerin ışığında, bilinçaltının derinliklerinde yeniden anlatıyor.

Bu ‘Göl’, çocuk prensin çok sevdiği kız arkadaşının karanlık bir kadın tarafından kaçırıldığını gördüğü, çocukluk korkularımıza, unutsak bile bilinçaltında anımsadığımız travmalara gönderme yapan bir prolog / filmle başlıyor.

Annesinin baskısıyla kendisine eş seçmeye çalışan genç prensle karşılaştığımızda, onun hâlâ hayal mi gerçek mi olduğunu çözemediği çocukluk anısının etkisine olduğunu, güçlü annesiyle onu gerçek bir erkek(!!?) olmaya zorlayan babasının arasında bocaladığını hissediyoruz.

Maillot-Rouaud ikilisi, bu güçlü annenin karşısına bir başka hırslı anneyi, prensi kendi kızı Siyah Kuğu ile evlendirmek isteyen Majesteleri Gece’yi çıkarır. Klasik versiyondaki büyücü von Rothbart’ın ormanın karanlığında yaşayan, bedeninin bir uzantısıymışçasına ona eşlik eden iki cehennem meleğiyle dolaşan bir kadına dönüştürülmesi, prensin çocukluk aşkını kaçırarak bir kuş-kadına döndürmüş olan Majesteleri Gece’nin onun yerine kendi kızını geçirme ihtirasıyla, öyküye daha inandırıcı bir örgü kazandırır.

İki annenin savaşı sadece prensin, Beyaz Kuğu ile Siyah Kuğu arasında yapacağı seçimin mücadelesi değil, öykünün diğer erkeğinin, Majesteleri Gece ile ilişki yaşamış olan ve hâlen onun cazibesinden etkilenen kralın da hangi kadını seçeceğinin de mücadelesidir.

Öykünün bir buçuk saate indirgenmiş bu yeni şekli, gereksiz süslemelerinden arındırılan daha yalın bir yorum gerektiriyor. İkinci perdede, ‘tütü’leri daha hayvansıl görünümlü tüylere indirgenmiş, elleri tamamen kanat uçlarına dönüşmüş kuğuların dansı, daha kaotik ve daha kısa bir gösteriye indirgenerek öyküde yeri olmayan dört küçük kuğu yok olmuş, çocuksu bir sevinçle yeniden buluşan prensle Beyaz Kuğu’nun saf ve masum bir aşk dansına dönüşen ‘pas de deux’sü odağa alınmış. Aynı sebeple saray eğlencelerindeki yabancı danslar kaldırılmış, sadece prensin kuğu-kadına duyduğu ateşli arzuyu vurgulamak için farklı biçemde kullanılan İspanyol Dansı kalmış. Saflığın ve masumiyetin simgesi Beyaz Kuğu ile cinselliğin ve şehvetin simgesi Siyah Kuğu’nun karşıtlığının altını çizmek için, kuğular için iki ayrı dansçı kullanılmış.

Işık tasarımını birçok balesinde olduğu gibi Samuel Théry ile birlikte Jean-Christophe Maillot’nun üstlendiği ‘Lac’ın sahne tasarımını, sarayın zarafetiyle büyücünün cehennem kapısını anımsatan karanlık ininin karşıtlığını ışık ve karanlıkla oynayarak yaratan görsel yönetmen Ernest Pignon-Ernest hazırlamış. Klasik öğeleri ustaca güncele çeviren Philipe Guillotel’in kostümleriyse, sarayda olabildiğince renkli, karanlık ormanda elleri kanada dönüşmüş kuğularınki beyaz, Gece ile Meleklerinkilerse simsiyah.

Böyle bir prodüksiyon bir yandan kalıplaşmış, klasik bale figürlerinin aşılmasını, diğer yandan da, neo-klasik baleye modern dansın özgür beden dilinin katkısını gerektiriyor.

‘Monté-Carlo Balesi’nin 50 dansçısı müthiş bir coşku ve bitmez tükenmez bir enerjiyle bu farklı ‘Göl’ü heyecanla, soluk soluğa izlenen büyüleyici bir deneyime dönüştürüyor.

 

Hepinize iyi seyirler.